Eda Yılmayan
KÂMRAN YÜCE’NİN ARŞİVİNDEN ÇIKAN HAZİNE
‘Perde Kapanmasa Görecektiniz’ kitabıyla Kenter Tiyatrosu’nun tarihine ışık tutan Deniz Yüce Başarır, babası Kâmran Yüce’nin arşivinden yola çıkarak tiyatro severleri âdeta bir hazineyle buluşturuyor.Başarır kitabında; Kenter Tiyatrosu’nun kuruluş hikâyesine, Yıldız Kenter’in mücadelesine, yolu Kent Oyuncuları’ndan geçen tiyatroculara, sahneledikleri oyunların yanı sıra ekibin yayımladığı dergilere, Yurdaer Altıntaş, Mengü Ertel gibi grafik sanatçılarının tasarladığı tiyatro afişlerine, oyun broşürlerine, dönemin edebi tartışmalarına, gazetecilerin tiyatro oyunlarına yönelik eleştirilerine yer veriyor.
Deniz Yüce Başarır’la Kenter Oyuncuları’nı ve ‘Perde Kapanmasa Görecektiniz’ kitabını konuştuk.
Kitabınıza başlarken “…belgelere, anılara dayanan ama bir tiyatrocu kızı olmanın getirdiği kulis tozunu okura da bulaştırmaya niyetlendiğinizden söz ediyorsunuz. Kenter Tiyatrosu’nu kuruluşunu, ne tür mücadelelerden geçerek tiyatro yaptıklarını, çıkardıkları dergileri, afişleri, oyun fotoğraflarını kitabınızda seyre dalıyoruz. Bir belgesel gibi bir yanıyla da… Babanızın arşivinden yola çıkarak kapsamlı bir çalışma yapıyorsunuz. Başvurduğunuz başka kaynaklar da var, söyleşiler de… Tüm bu belge ve bilgileri nasıl bir araya getirdiniz?
Babam Kent Oyuncuları’nda sadece bir oyuncu değildi. Dergilerini yapan, grafik sanatçılarıyla birlikte çalışan, basınla ilişkileri yürüten biriydi. Fotoğraflardan, dergilerden babam sorumluydu. Bütün o belgeler de babamdaydı. Onlardan bir şey yapma fikri zamanla gelişti. Özellikle Kenter Tiyatrosu’nu belediye satın alınca gelişti. Tüm bu belgeleri tiyatroyla ilgilenenlerin hizmetine sunmak lazım diye düşündüm. Bu geçmişten insanlar haberdar olmalıydı. Eşim; Başar Başarır’a “Arşivcilik konusunda bana yardımcı olur musun? Fotoğrafları tarar mısın?” dedim. Babamın hazinesini taramaya başladı. Ben de Kent Oyuncuları’nın yaptığı dergileri okumaya başladım. O dergiler 70’li yılların ortasına kadar yapılıyor. Zamanın gazetelerine, sahaflara başvurduk. Kent Oyuncuları’nın yayımladıkları kitapları yeniden okudum, anılarımı karıştırdım. Bu kitapta Kent Oyuncuları’nın kuruluş hikâyesi 1986 yılına kadar geliyor. Bugün hayatta olan babamın dostları, Kenter Tiyatrosu’nun dostlarıyla görüştüm, sonra da hepsini teyellemek kaldı.
Kâmran Yüce tiyatronun afişi, dergisi, fuayesiyle bir bütün olarak düşünülmesini sağlıyor. Oyun broşürleri de çok özel. Grafik sanatının doğuşunun da öncüsü aslında öyle değil mi Kenter Tiyatrosu?
Yurdaer Altıntaş’ın ölümünün ardından anısına Bülent Erkmen tarafından yapılan bir kitabı var. O kitapta Yurdaer Abi de anlatıyor. Tiyatro afişi meselesine babam sayesinde bulaştığını ve büyük destek olduğunu anlatıyor. Muhsin Ertuğrul’dan başlayan bir hikâye bu. Muhsin Ertuğrul tiyatronun bir bütün olduğunu düşünen biri. Batılı anlamda tiyatro yapılacaksa işin içinde afişi, tiyatro binasının temizliği, gişe memurunun güler yüzü olmalı. Kent Oyuncuları’nın grafik konusunda özel bir desteği var. Tiyatronun mütemmim cüzi olarak görüyorlar. Dergi kapaklarını da Yurdaer Altıntaş tasarlıyor. Türkiye’nin en önemli grafik sanatçılarından biri. Dünya çapında bir sanatçı.
“BUGÜN EDEBİYAT VE TİYATRO HABERLERİ TANITIM GİBİ”
Basının da ilgisi o dönem tiyatroya farklı. Oyunculara yönelik ciddi eleştiriler var. Tiyatrocular da gazetecilerin oyunla ilgili yazdıklarını sıkı takip ediyorlar. O dönem basında yer alan tiyatro değerlendirmelerine, eleştirilerine ilişkin gözlemleriniz neler?
Şu anda edebiyatta da tiyatroda da tanıtım ağırlık kazanmış durumda. Eleştiri biraz geri planda. Eleştirinin geldiği nokta ülkemizde eleştiriden çok çamur atmak, kavga çıkarmak noktasında. O dönemde metne hâkimler, analitik yazılar var. Babamlar Kent Oyuncuları’nda oynadıkları, ilk kez sahnelenen oyunların kitaplarını çıkarıyorlar. Bu yayınlar gazeteciler için kolaylık olarak algılanıyor. Çünkü izlediğiniz oyunun metnini okumak, sahneleniş biçimini değerlendirmek doğru biçim. Metin ne diyor, grup, kumpanya bunu nasıl yorumlamış, nasıl bir artı konulmuş gibi bakış açınızı netleştirecek bir şey metni okumak. O zamanlar analitik bakan, neyi neden beğenmediğini söyleyen, böyle olsa daha iyi değil miydi diye gruba soru soran kalemler var. Adnan Benk gibi. O görüşlere katılmasanız bile farklı bir bakış açısı getirebiliyor. Bugün biz o bakış açısını kaybettik.
ANNE VE BABAMIN EVLİLİĞİNİN ÇÖPÇATANI:
ÇOLPAN İLHAN
Fotoğraf: Sadri Alışık, Çolpan İlhan evlilik fotoğrafı
Kamran Yüce, Sadri Alışık fotoğraf
Sadri Alışık yakın akrabanız. Çolpan İlhan ve Sadri Alışık annenizle babanızın tanışmasına vesile oluyor. Nasıl bir evlilikti anne ve babanızın evliliği?
Aslında tam anlamıyla bir tanıştırılma evliliği. Çöpçatanlığını Çolpan İlhan’ın yaptığı bir ilişki. Sadri Alışık annemin halasının oğlu, ben dayı derdim. Birlikte karşılıklı evlerde büyüyorlar. Abi kardeş gibiler. Sadri Alışık halkevlerinde tiyatroya adım atıyor. Küçük Sahne’de babamla yolları kesişiyor ve iyi arkadaş oluyorlar. Zamanla Sadri Alışık sinemayla hemhal oluyor. Babam annemle tanıştığında 39 yaşında. Salon adamı diyelim, çapkın kelimesini kullanmayalım. Hoş bir hayatı var, aktör ama bir yandan da evcilliği var. İleriki yıllarda bunu hepimize kanıtladı. Çolpan Teyzem annemin uygun olacağını düşünüyor. Annemin mayolu fotoğraflarından birini çalıyor, babam annemi beğeniyor. Tahmin ediyorum Çatı’da, yanlış hatırlıyor olabilirim. İlham Gencer’in sahibi olduğu, Ayten Alpman söylediği bir gece kulübünde tanıştırılıyorlar. Zamanla ilişkileri ilerliyor ve evlilik geliyor.
“İNSANIN ÇOCUKLUĞU BAŞINDA HALE GİBİDİR”
Ben mutlu bir ailede büyüdüm. İnsanın çocukluğu başında bir hale gibidir, onu ömrü boyunca korur. Sakin bir limandı annem. Sakin ama aynı zamanda da enerjik bir kadındı. Her şeyi çekip çeviren bir kadın. Ev kadınıydı. Babam da sevgi dolu biriydi. Aynı zamanda da mesafeliydi. Garip bir birleşim. Birbirilerine saygılıydılar ama aralarındaki çekimi hissetmemek de mümkün değildi. Mutlu bir ortamda büyüdüm. Babamın turnelerine katılma sebebimiz de babamın bizi yanında istemesiydi. Annem büyük fedakârlıklar da yapıyordu. Beni yatırmak için bazen otelde kalması da gerekirdi.
Babanız aktör olduğu için evde rolüne çalışırken onu izliyorsunuz. Gözlemleriniz önemli tabi. İlk şiir okuma deneyiminizden başlayarak sizi düzeltiyor, doğru tonlama konusunda uyarıyor. Hatta ilkokul öğretmeniniz annenize “Yedi yaşında daha çocuk, düzgün okumasa da olur” diye tatlı bir uyarıda bulunuyor. Tiyatrocu bir ailede büyümenin meslek seçiminize etkisi oldu mu?
İki şeye etkisi oldu:Oyuncu olmamamı sağladı. İkincisi de bunun etrafında dolaşmamı sağladı. Evde çok konuğumuz oluyordu, genelde sanatçılardı. Dolayısıyla edebiyat, sanat, resim konuşulan bir evde büyüdüm. Annem, babam okuyan biriydi. İlkokula başlamadan annem her gece Milliyet Çocuk’tan sayfalar okurdu. Kitap hayatımın her zaman merkezinde yer aldı. Çok küçük yaşlarda klasiklerin kısaltılmış halleriyle başlayıp çağdaş Türk edebiyatını okumaya başladım. Tüm bunlar meslek seçimimi çok etkiledi. Alman Lisesi mezunuyum. Benimle aynı okula gidenler işletme, tıp, mühendislik okumak istiyorlardı. Benim aklımda hep televizyonculuk vardı. O dönem sadece İstanbul Üniversitesi’nde bir bölüm vardı ama ben Boğaziçi’nde psikoloji okudum. Bana yol açacağını düşündüm. Psikolojiye başladığımda babamı kaybettik. Beni TRT’den seslendirme için çağırdılar. Hayatımın akışı televizyona, basına ve yayıncılığa kaydı.
GÖKSEL KORTAY KENT OYUNCULARI’NA KATILIYOR
Kenter Tiyatrosu’nun kadrosunda yer alan pek çok oyuncu var. Genco Erkal bu oyunculardan biri. Göksel Kortay, Ayla Algan, Kemal Sunal, Tuncel Kurtiz, Erdal Özyağcılar, Mehmet Birkiye ve daha pek çok insan. Göksel Kortay’la ilgili anı da çok güzel. Amerika’ya tiyatro okumak üzere gidiyor ama babası orada oku ama dönünce tiyatro yapma diyor. Türkiye’ye döndüğü akşam Yıldız Kenter evini arıyor ve ona bir rol teklif ediyor. Sonra ne oluyor?
Babası git oku ama dönünce bu mesleği yapmayacaksın diyor. Göksel Abla Robert Kolej mezunu, başka bir şey olsun diye bekleniyor. Döndüğünde Kent Oyuncuları o sezon ‘Üç Kuruşluk Opera’ oyununu sahneye koyuyor. Göksel Kortay’a da bir rol teklif ediyorlar. Göksel Kortay, Yıldız Kenter’e durumu anlatınca “Bu mesleği okudun olur şey mi?” diyor Yıldız Teyzem. Göksel Abla uyanıkça bir hareket yapıyor. Babası kimin aradığını soruyor. Yıldız Kenter aradı diyor. Bana rol teklif etmek için aramış. Reddettim diyor. Babası “Koskoca Yıldız Kenter’i mi reddettin?” diye soruyor. “Sen Amerika’da okudun diye kendini bir şey mi sanıyorsun?” diyor. Hâlâ biraz daha kanırttım diye anlatıyor Göksel Abla bu hikâyeyi. Sonuç olarak Göksel Kortay Kent Oyuncuları’nda sahneye çıkıyor.
FADİK KIZ OYUNUYLA KEMAL SUNAL SAHNEDE
Kemal Sunal’ı da analım. Fadik oyunuyla sahneye çıkıyor ama tek bir repliği yok fakat seyirciyi gülmekten kırıp geçiriyor.
Fadik Kız da kalabalık, müzikli bir oyun. Kemal Sunal’ın sözsüz bir rolü var. Suna Kıpçak, rol gereği Kemal Sunal’ı sahnenin bir yanından öbür yanına sürükleyecek. Sürüklerken de sanırım Göksel Abla ona bir laf atacak ama ilginç bir şekilde Kemal Sunal yürürken seyirciler hiç sözü olmayan bu adama sürekli gülüyorlar. Güler Abla şüpheleniyor. Rol mü çalıyor, bu ne yapıyor diye. Işıkların başka oyuncuda olması gerekirken diğer oyuncu sadece var oluşuyla, tipiyle ilgisini çekiyor seyircinin. Zaten sonra o ışık nerelere kadar uzandı.
Bir dönem Kent Oyuncuları oyun oynayacakları sahne olmadığı için Haldun Dormen’in tiyatrosunda sahneye çıkıyor. Birbirlerine destek oluyorlar. Bu dayanışmayı bugün görmek mümkün mü? Ne dersiniz?
Bir grup insan hâlâ birbirlerine destek olmakta çaba sarf ediyor ama genele baktığımızda böyle bir dayanışma yok. O dayanışmanın getirdiği başka bir şey var. Haldun Bey belirli bir kira karşılığında bir yer açıyor ama bu oyunlar saat altıda oynanan oyunlar. İstanbul o sıralar altı oyunlarına alışık değil ama bu sayede altı oyunlarına da alışıyor seyirci. Yıldız Kenter’in aklında hep kendi sahnesine sahip olmak var. Tüm bunlar bizi Harbiye’de bugün İstanbul Şehir Tiyatroları’na ait olan Kenter Tiyatrosu’na kadar götürüyor.
KENTER TİYATROSU’NUN YAYIMCILIĞA KATKISI
Kent Oyuncuları Necati Cumalı, Ülkü Tamer, Melih Cevdet Anday gibi edebiyatçıların oyunlarını sahneliyor. O dönem Adalet Ağaoğlu’nun yaptığı çeviriler var. Orhan Veli’nin çevirisiyle Antigone’yi sahneliyorlar. Altan Erbulak Kent Oyuncuları dergisine karikatürleriyle katkıda bulunuyor. Bunun yanı sıra tiyatro yayımcılığı yapıyor Kenter oyuncuları. Metin And’ın, Nurullah Ataç’la ilgili bir yazısı yer alıyor dergide. Tarihe önemli bir belge de bırakıyor Kenter oyuncuları. Öyle değil mi?
Dergide daha çok yazı var. Bazı alıntıları aldım kitaba ama başka yazılar da var. Dergi bir edebiyat dergisi gibi hareket etmiş. Edebi yazılar, tiyatro çevirileri var. Haldun Taner, Vedat Günyol gibi önemli edebiyatçıların yazıları var. Dergiye reklam alıyorlar. Bu da bir başarı. O dergileri okuyarak o dönemin edebiyat ve tiyatro dünyasıyla ilgili çok şey söylemek mümkün. Hatta sinema yazıları da var dergide. Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden biri Lütfi Akad da var. Lütfi Akad oyun da yönetiyor, tiyatronun ışıklarını da yapıyor. Ahmed Arpad da dergide Orhan Veli çizimiyle var. Disiplinler arası bir ilişki söz konusu.
“BU DÖNEMİN DİRENENLERİ TİYATROCULAR”
O dönemde tiyatrocuların yaşadığı sorunlarla bugün de benzerlikler var. Belediyenin yüzde 15’ten yüzde 25’e yükselttiği vergilerden dem vuruyor oyuncular. Pandemi sırasında da tiyatro salonları büyük zorluklar yaşadı. Kapatılan tiyatrolar, işsiz kalan tiyatrocular oldu. Artan elektrik faturalarına itiraz eden salonlar oldu. Moda Sahnesi onurlu bir direniş gösterdi. Siz de takip etmişsinizdir. Tiyatrocunun kaderi hiç mi değişmez bu ülkede?
Tiyatro kitlesel bir sanat değil. Belirli bir oranda bilet satabiliyorsunuz. Gideriniz ve gelirinizin dengelenmesi kolay değil. Bir destek olması lazım. Bu destek vergide indirim, elektrik faturası gibi genel giderlerle ilgili olabilir. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde pandemide devlet, işsiz kalan sanatçılara destek verdi. Bizde bu olmadı. Ancak bu dönemin en güzel direnen insanları tiyatrocular. Üretmeyi ne olursa olsun bırakmadılar. O zor şartlara rağmen yeni oyunlar sergilediler. Üç yıl Afife Jale’de jüri üyeliği yaptım. Bu yıl 235 oyundan söz ediliyor. Umut verici bir sayı. Öbür yandan da şartları göz önüne aldığımız zaman bu emek ve çabaya yeterince destek olunmuyor.
Çocuk Kitapları
YEŞİL ÇEKİRGELER ZAMANI
Mustafa Hakkı Kurt
Redhouse Kidz
Küçük bir kasabada yaşayan Arman için kısacık çekirge mevsimi, büyük bir değişim dönemi olacaktır. Hayat dertleriyle sevinçleriyle akıp giderken Arman ansızın kendini bir hırsızlık olayının içinde bulur. Bir karar vermesi gerekecektir: Sessiz mi kalmalı, yoksa gördüklerini polise mi anlatmalı?.. Ailesi, yakın arkadaşları Şefo ile Mistili ve sınıflarına yeni gelen Aylin, Arman’ı bu macerada yalnız bırakmayacaktır.
Yeşil Çekirgeler Zamanı, heyecanlar, gerilimler, duygular, arkadaşlıklarla örülü bir ilk gençlik romanı.
KIRMIZI YOYO
Oktay Akbal
Günışığı Yayınları
Günışığı Yayınları Köprü Kitaplar Serisi’nde Oktay Akbal’ın öykülerine de yer veriyor. Kırmızı Yoyo isimli kitapta yazarın on altı öyküsü yer alıyor. Bu öyküler; Bir Araba Karpuz, O Haziran Günü, Lunapark, Turgut’u Örnek Alsak, Son Taş Kavgası, Kırmızı Yoyo, Yabancı Okulda, 1935’te Bir Akşam, Bizans Definesi, Dağınık Anılar, İlkgençlik Sevdaları, Hayri Bey’li Üsküdar, Kara Önlükler, Tarzan Öldü, Lokomotifler, Bir Sabahtı.
ZAMAN SANDIĞI
Andri Snaer Magnason
Domingo Yayınları
Yakın bir gelecek... Artık kimse ruhsuz pazartesilere, soğuk şubatlara hatta ekonomik krizlere bile katlanmak zorunda değil. Kötü zamanları Zaman Kutusu’na girip atlatmak mümkün. Sigrun’un ailesi, yaklaşan büyük ekonomik krize karşı – diğer herkes gibi – sihirli kara kutularının içine saklanarak birinin gelip tüm sorunları çözmesini beklemeye karar veriyor. İzlandalı yazar Magnason’un bol ödüllü kitabı Zaman Sandığı, peri masalıyla distopik bir geleceğin ustaca iç içe geçtiği, bizi hayatı bir an önce avuçlarımızın içine almaya çağıran bir hikâye.
Çok Satanlar
1. İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai
2. Kaplanın Sırtında, Zülfü Livaneli
3. Güzel Dünya Neredesin? Sally Rooney
4. Başkalarının Tanrısı, Mine Söğüt
5. Zaman Kaybolmaz, İlber Ortaylı
HAFTANIN KİTAPLARI
KAPLANIN SIRTINDA
İstibdat ve Hürriyet
Zülfü Livaneli
İnkılâp Yayınları
Otuz üç yıl süren bir saltanat, ardından bir gece yarısı gelen Selanik sürgünü…
Tahttan indirilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olan
II. Abdülhamid’in yaşamının en ilginç evresi Zülfü Livaneli’nin kaleminden gün yüzüne çıkıyor. Devrik padişahın, ihtilalci fikirlerin filizlendiği Selanik şehrindeki günleri hem bir vicdan muhasebesi hem de yoğun bir psikolojik gelgit dalgası. Livaneli, II. Abdülhamid’in tahtını kaybettikten sonra yaşadıklarına odaklanırken, bireyi, toplumu, devleti ve iktidarı sorguluyor.
SALGIN, İKLİM, TOPLUM
Nasıl bir dünyada yaşayacağız?
Hazırlayan: Ayşe Köse Badur, Semih Sökmen
Metis Kitap
İstanbul Politikalar Merkezi COVID-19 salgınının başladığı 2020 başından günümüze, web üzerinde, salgın koşullarında dünyanın, toplumların ve bireylerin durumunun değerlendirildiği çok sayıda panel düzenledi. Bu panellerden hazırlanan Salgın, İklim, Toplum’da ilk günlerden başlayarak salgının dünyadaki ve özellikle Avrupa Birliği ve Türkiye’deki ekonomik ve sosyal etkileri, olağanüstü kriz koşulları altında insan davranışları, salgın ile iklim krizinin birlikte ilerleyişi, devletlerin ve uluslararası kurumların salgını yönetmedeki başarı ve başarısızlıkları, aşılama, komplo teorileri, salgının ekonomi politiği, göçmenler ve işsizler, salgın koşullarında sosyal güvenliğin, eşitlik, adalet ve temel özgürlüklerin durumu, bütün dünyada dijitalleşmenin artışı ve iş süreçlerindeki değişim ve Türkiye bağlamında din ile siyaset arasındaki ilişki tartışılıyor.
KÖMÜR KRALI
Upton Sinclair
Yordam Kitap
Kendisi de kömür madenlerine sahip büyük bir iş adamının oğlu, Hal Warner, Colorado’nun Kayalık Dağları’nda, kendi deyimiyle “uygulamalı toplumbilim alanında bir yaz kursu” için, adını ve kıyafetini değiştirerek bir “madenci yamağı” olarak çalışmaya başlar ve maden işçilerinin acımasız yaşam ve çalışma koşullarına tanık olur. Dünyanın birçok ülkesinden gelen işçilerin yaşadığı madenci kampında (siyasal görüşleri değil saç renginden dolayı öyle anılan) İrlandalı “Kızıl” Mary ile ve daha birçok insanla tanışır. Başarısızlığa yazgılı bir grevin lideri olarak bulur kendini sonunda. Zola’nın Germinal’ine benzetilen bu romanını yazmak için, Sinclair 1913-1914 yıllarında Colorado kömür madenlerine defalarca giderek gözlemler yapar. İlk olarak 1917’de basılan Kömür Kralı, aynı yıllarda gerçekten yaşanmış olan ve askerî güç kullanılarak bastırılan büyük grevler dalgasına dayanır. Hal Warner yürekten bağlandığı dostlarından ayrılmak zorunda kalır, ama geri dönecek ve (yazarın ölümünden sonra, 1976’da yayımlanan) Kömür Savaşı romanında, mücadelesine bıraktığı yerden devam edecektir.