İleri demokrasinin ileri demokratları…

Ben demokraside azınlıkta kalanların hakları korunur, kollanır zannediyordum. Ama ‘ileri demokrasi’ bana öğretti ki azınlıkta kalanlar için ‘hak’ diye bir şey olmazmış. Hak dediğimiz şey ‘millet iradesi’ denilen çoğunluğa aitmiş. Esas olarak da kimin haklı kim haksız olduğunu çoğunluğun seçtiği temsilci(ler) belirlermiş.

Geçen hafta AKP tarafından tanımlanan ‘ileri demokrasi’ kavramın ne olduğunu anlamaya çalıştık. Siz ne anladınız bilmem ama benim anladığım şu: ‘İleri Demokrasi Yolculuğu’ kitabını yayımlamış olan AKP sayesinde demokrasimiz o yolculukta kadar ilerlemiş, o kadar uzaklara gitmiş ki… Artık demokrasiyi görmemiz hayal olmuş.

Ama merak etmeyin. Biz göremesek de ilerisinden vazgeçtik sade demokrasiyi bile sezemesek de değerini anlayamasak da bunları bizim yerimize yapabilen bir sürü ‘ileri demokrat’ var bu ülkede. Neyse ki varlar da bizi büyük demokrasi cehaletimizden uyandırıyorlar.

ana-gorsel.png

MİLLET İRADESİ

Ben millet iradesi kavramını şöyle biliyordum: Sözün millette olması, yani milletin her bir ferdinin özgürce fikrini ve duygularını söyleyebilmesi. Ülkenin idari işlerini yürütsün, milletin refahı için politikalar üretsin diye seçtiği kişileri, gerektiğine eleştirip uyarabilmesi, onlara yön verebilmesi. Bilge bir adamın söylediği gibi, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olması.

Meğer ileri demokrasi olunca öyle olmuyormuş. İleri demokraside ‘millet iradesi’ dediğimiz şey sandıktan çıkan oy sayısıymış. Kim daha fazla oy alırsa ‘O’nun dediği olurmuş. ‘O’nun dediğine de ‘millet iradesi’ demek gerekirmiş. Sandıkta daha kalabalık olan bütün haklara sahip olur, yeterli kalabalığı toplayamayanlar hak, hukuk, adalet diye kıvranırlarmış.

Ama bu iş her seçimde aynı değilmiş. Öyle her seçilenin aldığı oy ‘millet iradesi’nden sayılmazmış. “Hiçbir şey olmadıysa bile kesinlikle bir şeyler olduysa…” oradaki oylar millet iradesini yansıtmazmış. Böyle durumlarda seçimin hepsini değilse de üçte birini tekrarlamak, olmazsa seçilenin yerine kayyım atamak ‘ileri demokrasi’nin gereğiymiş.

Ben demokraside azınlıkta kalanların hakları korunur, kollanır zannediyordum. Ama ‘ileri demokrasi’ bana öğretti ki azınlıkta kalanlar için ‘hak’ diye bir şey olmazmış. Hak dediğimiz şey ‘millet iradesi’ denilen çoğunluğa aitmiş. Esas olarak da kimin haklı kim haksız olduğunu çoğunluğun seçtiği temsilci(ler) belirlermiş.

Ben yine demokrasiyi -en azından temsili demokrasiyi- büyük bir saflıkla ‘halkın kendi iradesiyle seçtiği idareciler aracılığıyla kendini yönetmesi’ zannediyordum. Ama ileri demokrasi bana öğretti ki, halk her ne kadar idareciyi seçebilse de seçtikten sonra ‘O’na biat etmeliymiş. İşte buna ‘millet iradesi’ denirmiş.

Bana, yanlış bildiğim ‘millet iradesi’ kavramının doğrusunu öğrettikleri için ileri demokrasinin ileri demokratlarına çok teşekkür ederim.

KUVVETLER AYRILIĞI

İşte benim yanlış bildiğim bir konu daha. Neyse ki ileri demokratlar var ve bunun da doğrusunu öğrettiler bana.

Ben zannediyordum ki iyi, doğru, adil ve tabii ki demokratik bir yönetim, sadece ve sadece kuvvetler ayrılığıyla mümkün olabilir. Yani yasaları belirleyen yasama organı, yürütmeyi yapan hükümet ve adaleti sağlayan yargı birbirinden bağımsız olmalı. Birbirine etki etmemeli, böylece hepsi de denetlenebilir olmalı.

Tabii bu benim uydurduğum bir şey değil. Ben bunu ilk dile getiren Aristoteles’in, sonra bunu daha da sistematik olarak ortaya atan ve tanımlayan John Locke ve Montesquieu’nün yalancısıyım. Ama neyse ki bu insanlardan daha bilge, neyin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini onlardan çok daha iyi bilen ‘ileri demokratlar’ gözümü açtı. Bana öğrettikleriyle bu filozoflar tarafından ‘kandırılmamı’ engellediler.

Galip Ensarioğlu ve Burhan Kuzu bu güne kadar gördüğüm en ileri demokratlardandır diyebilirim. Bu ikisi, milyonların izlediği bir televizyon programında başkanlık sistemini savunurken hepimize öğrettiler ki ‘kuvvetler ayrılığı’ dediğimiz şey büyük bir yalan.

AKP milletvekili Galip Ensarioğlu aynen şunu söyledi:

“Mevcut parlamenter sistem en fazla bizim işimize gelir, Ak Parti’nin işine gelir. Çünkü yasama bizde, yargı bizde, yürütme bizde, her şey bizde. Meclisin (şimdi bizim) AK Parti hükümetini denetlemek gibi bir şeyimiz olabilir mi? Yok böyle bir şey.”

AKP milletvekili ve anayasa profesörü Burhan Kuzu ise tarihe geçecek kalitede özlü sözüyle katkıda bulundu bu görüşe: “Oğlan bizim, kız bizim. Niye denetleyelim ya!”

Şimdi yedi sülalesi milletvekilliği yapmış, bu kadar tecrübeli bir siyasetçinin ve hocaların hocası bir hukukçunun bu bilgece sözleri varken, Aristoteles, Locke ve Montesquieu’nün yalan yanlış fikirlerine mi itibar edeceğim yani? Olacak şey mi?

Kuvvetler ayrılığı ile ilgili bildiğim yanlışları düzelttikleri ve “demokrasi için kuvvetler ayrılığı şarttır” ilkesinin bir yalan olduğunu bana gösterdikleri için bu iki ‘ileri demokrat’a ne kadar teşekkür etsem azdır.

PROTESTO VE BOYKOT

Demokratik ülkelerde protesto ve boykot anayasal hakmış. Ama o ülke ‘ileri demokratik’ ise o kadar da hak değilmiş. Yani hakmış ama ‘ileri demokratlar’a hakmış.

Mesela çoğunluğun seçtiği idareciler ‘fahiş fiyat’ uyguluyor diye marketleri, ‘yalan haber’ yapıyor diye gazete ve televizyonları boykot edebilir, boykot edin diyebilirmiş. Ama azınlıkta kalanlar boykot etmek isterse ‘ileri demokrasi’ devreye girermiş. Boykot edin diyenler gözaltına alınabilirmiş.

ileri-demokratlar.png

TRT’nin Tabii platformundaki bir dizide oyuncu olan Aybüke Pusat tüketim boykotuna destek verdi. Boykot edilecek medya kuruluşlarının içinde TRT de vardı ve oyuncu TRT’den kovuldu.

Mesela ben, bir kişinin çalıştığı kurumu protesto edebilmesini demokratik bir hak zannediyordum. Ama çok değerli ‘ileri demokrat’lar beni bu cehalet uykumdan uyandırdılar.

Gazeteci Cem Küçük hem TRT’de çalışıp hem de TRT’yi protesto ettiği için Aybüke Pusat’ın kovulmasının normal olduğunu söyledi.

Hem gazeteci hem de TRT Yönetim Kurulu Üyesi Hilal Kaplan sosyal medyadan şöyle seslendi:

“Devlet yöneticilerine bayrak açıp devlet kanalında çalışmak istiyorsun. Biraz haysiyeti olan kendi istifa edip giderdi.”

Ben hiç böyle düşünmemiştim. Beni protesto hakkının herkes için geçerli olduğunu zannettiğim uykumdan uyandırdıkları ve demokrasi kavramıyla ilgili cehaletimden beni kurtardıkları için bu iki ‘ileri demokrat’a da çok teşekkür ederim.

DEVLETİ ŞİRKET GİBİ YÖNETMEK

‘İleri Demokratlar’ın en ilerisi sayın Cumhurbaşkanımız, vaktiyle “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye’de öyle yönetilmelidir” demişti. Yapmamız gereken sıçramanın (ekonomik sıçramadan bahsediyor) ancak ve ancak böyle sağlanabileceğini söylemişti. Aynı konuşmanın devamında yaptığı bir tespit ise çok önemliydi. “Amerika Birleşik Devletleri ekonomik sıçramayı parlamenter demokrasiyi terk edip başkanlık sistemine geçtikten sonra yapabildi” dedi.

O zamanlar ne demek istediğini çok anlamamış ve buna itiraz etmiştim. Çünkü şirketlerde patronun dediği olur. Bu nedenle hangi türden olursa olsun herhangi bir şirket ya monarşiye yönetilir (bkz. patron şirketleri) ya da oligarşiyle yönetilir (bkz. yönetim kurulu olan şirketler). Hiçbir şirket yoktur ki demokrasiyle yönetilsin. Yani Cumhurbaşkanımızın Türkiye anonim şirket gibi yönetilmelidir demesi, benim için aynı zamanda demokrasinin askıya alınıp monarşi ya da oligarşinin geçerli olacağı anlamına geliyordu.

Ama işte bu da benim çarpık demokrasi anlayışımdanmış meğerse. Çünkü Cumhurbaşkanımız ülkeyi gerçekten de şirket gibi yönetmeye başladı. Parlamenter demokrasiden ‘ileri demokrasi’ye geçtik ve müthiş bir ekonomik sıçrama yaşadık.

Mesela, bir zamanların Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan Ticaret Bakanlığı’na eşi ve kendisine ait şirketten dezenfektan satın almış ve şirketinin ekonomisinde ciddi bir sıçrama yaşamış. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, orman vasfındaki hazine arazisinin kendi şirketine tahsisine onay vermiş. Bakanın şir​​​​​​​keti ekonomik olarak sıçramış gitmiş. Valla ben o zamanlar yapılan haberlerin yalancısıyım.demokrasiden-anlamayan-filozoflar.png​​​​​​​

Bir anonim şirket gibi yönetilen Türkiye’de ‘İleri Demokrasi’ sayesinde tüccardan Ticaret Bakanı, otel ve tur şirketi sahibinden Turizm Bakanı, okul sahibinden Milli Eğitim Bakanı, hastane sahibinden Sağlık Bakanı gördük. Hepsi de sıçradı gitti valla.

Aristoteles, Locke, Montesquieu… Hepsi boş, hepsi yalan. İşin doğrusunu bizim ‘ileri demokratlar’ öğretti hepimize. Pek neymiş o doğru? Yeni Türkiye’nin yeni demokrasisi ‘ileri demokrasi’. Yeni Türkiye’nin yeni sıçrayanları ‘ileri demokrat’ları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gönç Selen Arşivi