Kaya Türkmen
İadeyi itibar
20 yıldır ülkemizin üzerine çöken organize kötülük, Cumhuriyet’in yüz yıldır geliştirdiği, olgunlaştırdığı ve üzerine titrediği ne kadar ilke, kurum, kural, yöntem varsa hepsini elinin tersiyle itip siyasal İslamcı hedeflerinin peşinden koştu.
Memleketin fabrika ayarlarıyla oynadı, genetiğini bozdu, dejenere etti. Tanınmaz hale getirdi.
İşe devlet yapılanmasından başladı.
Yürütmeyi tek adamda topladılar. Eğitim derecesi bile tartışılan tek bir “Şahsım’ın” kararına bağladılar her şeyi. Her şeyi.
Çamlıca Tepesi’ne yapılacak caminin kaç minareli olacağından, yeni havaalanının nerede inşa edileceğine, asgari ücretin miktarından, hangi sit alanlarının imara açılacağına kadar her şeye tek bir kişi karar veriyor.
Hangi ülkeyle ilişkilerin bozulacağına da o karar veriyor, Kars’ın Digor ilçesi sağlık ocağına hangi hekimin atanacağına da.
Hele ekonominin kitabını yazdığını söyleyen o tek kişi “Faiz sebep, enflasyon netice” demiyor mu?
Paramız pula dönüşüyor, fiyatlar fırlıyor.
Giderek çoğalan bir vatandaş kitlesi yoksulluğa sürükleniyor.
Sadece domatesi, patlıcanı değil, yakında çıkacak kirazı da taneyle alacağız bu gidişle…
Yasamayı maymuna çevirdiler.
Kanun teklifleri saraydan geliyor. Muhalefetin önergeleri reddediliyor. İktidarın yüzlerce milletvekili ‘kaldır parmak, indir parmak’… Tek bir iktidar milletvekilinin bu yöntemden rahatsız olduğunu duymadık bugüne kadar… TBMM’nin kanunla kabul ettiği uluslararası sözleşme cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle iptal ediliyor.
Devletin bütçesini atanmış bir memur sunuyor parlamentoya.
Yargıyı, yürütmenin alet kutusunda hazır bekleyen, Saray’dan gelen talimata göre hareket eden bir sindirme aracına dönüştürdüler. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adlı rejim kurulalı beri mahkeme kararları Şahsım’ın arzusuna, ruh haline ve ihtiyacına göre şekil alıyor. Bugün casuslukla itham edilen rahip yarın serbest bırakılıyor. Alman ajanı olarak gösterilen gazeteci ertesi gün uçakla Almanya’ya gönderiliyor. Konsoloslukta alçakça adam öldürenler, gün geliyor din kardeşi diye anılmaya başlıyor.
Şahsım beğenmediği mahkeme kararlarını tanımıyor, uygulamıyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararını beğenmediğinde “Tanımıyorum, uymuyorum”, Gezi kararı söz konusu olduğunda “Kimse kusura bakmasın, bu ülkede yargı var” diyor…
Yargı var da…
Hukuk yok.
Adalet yok.
Yargı var da…
Memleketin uyuşturucu ticareti, kara para aklama, yolsuzluk, mafya-siyaset-devlet ortaklığının merkezi haline gelmesine engel olamıyor.
“Yargıdan müsaade alacaksak ben bu makamda durmayayım” dememiş miydi Şahsım bir keresinde?
Hayat tarzımıza karıştılar.
“İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz” dediler.
“Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz” dediler.
Kadıköy vapurundan inen gençlerin kıyafetlerini dillerine doladılar.
Aynı evde kızlı erkekli oturan öğrencilere parmak salladılar.
İçki içenlere söylemediklerini bırakmadılar.
Covid yasaklarını kaldırdılar, müzik yasağını kaldırmadılar. Geç saate kadar müzik olunca temas kuralı unutuluyormuş. Öyle dedi içişleri bakanı.
Kur’an’ın eşcinselliğe karşı olduğunu söylediler de hırsızlığa, yolsuzluğa, israfa, sebepsiz zenginleşmeye, kul hakkı yemeye, dini istismar etmeye izin vermediğini söylemediler.
“Devletin kasasından çıkmıyorsa yolsuzluk sayılmaz” dediler.
Yolsuzluk sayılmayınca günah da yazılmıyordu zahir…
Yalan söylediler bini bir paraya.
İftar sofrasında bile yalan söylemeye devam ettiler:
“Camide içki içtiler” dediler…
“Başörtülü bacımın üzerine işediler” dediler…
“Görüntüsü var” dediler.
Göstereceklerdi cuma günü.
Dokuz yıl geçti. Dört yüz altmış sekiz cuma.
“Gezi kararı bazı çevreleri rahatsız etti” dediler.
Etti tabii.
Ben çok rahatsız oldum.
Delili olmayan bir suçlamayla bir insanı ebediyen hücreye tıktılar.
İnsan olan, vicdanı olan rahatsız olmaz mı?
Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “Alçakça şehit edilen” Kaşıkçı’nın katli davasına ilişkin dosyanın katile teslim edilmesinden de rahatsızlık duydum.
Hukuk devletiyle bağdaşmayan, hukuka ve yargıya güveni yerle bir eden bu kararları, yalpalamaları, çelişkileri, U dönüşlerini Dışişlerimiz dünyaya nasıl anlatıyor merak ediyorum.
Parçası olduğumuz, inşasında yer aldığımız Avrupa insan hakları sistemine kafa tutan davranışları nasıl savunabilirler ki? Ankara’dan “Söyleyin onlara içişlerimize karışmak kimsenin haddi değildir” talimatı mı alıyorlar acaba?
Yerlerinde olmak istemezdim.
Türkiye itibarlı bir ülkeydi eskiden.
Diplomatlarına saygı duyulurdu. Ne diyecekleri merak edilirdi. Görüşleri kıymetliydi.
Bir ülkenin itibarı, sarayların ve odalarının sayısı, konvoydaki araçların modeli, hangardaki uçakların büyüklüğüyle ölçülüyor sandılar.
Oysa bir ülkenin itibarı, ilkelerine sadakatiyle, inanılırlığıyla, güvenilirliğiyle, öngörülebilirliğiyle ölçülüyor.
Bir ülkenin itibarı, yaşattığı adaletle, insan haklarıyla, demokrasiyle, kurumlarıyla ölçülüyor.
Bir ülkenin itibarı vatandaşlarının mutluluk derecesiyle ölçülüyor.
Organize kötülükten kurtulduğumuzda itibarımıza da yeniden kavuşacağız.
Ağız tadımıza da…