Aytuna Tosunoglu
HAYATA UYANMAK
Realiteden kaçış eğilimimiz, içinde pandeminin yarattığı büyük ve öngörülebilir delikle birlikte gündelik hayatın işleyişi içinde başka tür gerçeklikle yoğunlaşmamıza neden oldu. Toplumsal realiteyi değiştirme konusunda kendimizi fazla şanslı bulmadığımızdan olsa gerek, tüm kaçışlarımız bir olguyu yansıtmakta: Uzaklaşmak, içinden çıkıp terk etmek, tetiklenmiş bir kaçma isteği ve arkada bırakılan sıkıcı/üzücü bir realite. Ya da öyle zannediş… İnsan, yaşamındaki önemli sorunların nasıl ve neden ortaya çıktığını, bunların önlenip önlenemeyeceğini anlamakta her zamankinden daha fazla zorluk içindedir.
Burada bir sorun olduğunun farkındayız.
Gündemi oluşturan konuların, bu konuların işlenişinin ve kimlik inşalarının devletin, namusun, kişiye göre hakların, geleneklerin korunması adına şiddeti meşrulaştıran bir şekilde kurgulandığını biliyoruz. İster sosyal ister ekonomik ister kültürel ister siyasal eleştiri yapmak bir hak olmasına rağmen, ciddi şekilde baskı ve şiddet yoluyla var olan yapı buna izin vermiyor.
Yaşadığı hayat ya da toplumsal realite karşısında duyguları fazla yoğunlaşmış kişiler olarak sosyal medya üzerinde vekalet verdiğimiz kişiler aracılığı ile kısa, etkisiz katharsis elde ediyoruz. Hepsi bununla kalıyor. Umberto Eco, medyanın ideolojileri taşımasını anlatırken, onun egemen ideolojiyi yayma işlevi gördüğünü ve böylece topluma uyumlu, sosyal yapıya entegre olmuş bireyler yaratarak, toplum işleyişinde ortaya çıkacak çatlakları engelleyerek ve yerleşik değerlerin yaygın hale getirilmesiyle toplumun işleyişini kolaylaştırdığını söylemişti. Burada yer alan derin anlamlar evrenini çözümlemeye çalışmak yerine, insanla dünya arasındaki ilişkiyi duru nedenlere dayandırmak kötülüğün şeffaflığını gözler önünde sermeye yetecektir.
İktidar kendi temsiliyetinde, basit dokulu dolayısıyla kolay anlaşılan, neden/sonuç ilişkisine kolayca varılan formlardan hoşlanmaz. Onu bozmak için düşünsel ve toplumsal hayatta yaşanan baş döndürücü hızdaki değişikliklerin bir açıklaması olarak pragmatizmden yararlanır yani önceden belirlenmiş hedeflere yönelik bir tavır sergiler, yolda ne bulduysa kullanır. Yararcılık, ortaya koyduğu ilkillik (firstness) ilkesiyle temsil ilişkisini gerçekleştirmek için isterse şiddet nesnesine ulaşır.
Özgürlükler kısıtlandığında yaşamdan haz alınmaz. Kendimizi engellenmiş, bir zora yenilmiş hissettiğimizde bir zaman sonra duyumsama yokluğuna teslim oluruz. Uyuşuruz. Yaşamın gizemi, bir/aynı olmayışı ve bu dünyanın büyüsü içinden doğan umut ve eylemlilik iktidarlar tarafından sezinletilmemeye çalışılır.
Çalışılır.
Ama, hayata uyanmak diye bir şey var. Ben buna, bilincin içsellik ve açıklığa doğru ilerleyen evrimi, diyorum.