Serap Durusoy
Faiz kararını beklerken
Bugüne MB’nin merakla beklenen faiz kararı damgasını vuracak. Pek çok sorunun öncüsü olan ve fren tutmayan yüksek enflasyon, ekonomiyi kırılgan hale getirdiği gibi yatırım için gerekli olan iklimin oluşmasını da engelliyor. Ayrıca iç ve dış ekonomik aktörlerin ülke ekonomisine ve parasına duyduğu güven kaybı da içinde bulunulan patolojik durumu kalıcı hale dönüştürüyor. Buna rağmen enflasyonla mücadelede izlenen para politikası enflasyon hedeflemesinden faiz hedeflemesine doğru evrildi.
Düşük faiz savunucuları tarafından yüksek faizin borçlu şirketlerin finansman ve borçlanma maliyetini artırarak yatırımcının yatırım kararını olumsuz etkilediği, kredi talebini azaltarak piyasayı daralttığı, küresel salgın nedeniyle iç talebin daha da daraldığı ve paranın dolaşım hızının ve büyümenin yavaşlamasına neden olduğu savunulmakta. Özellikle geçmişte yüksek faizle borçlanmış şirketlerin, borçlarını düşük faizle yapılandırabileceği, daha fazla borçlanabileceği ve bu borçları yatırıma dönüştürebileceği düşüncesi hâkim. Ancak Türkiye’deki enflasyon oranının yüksekliği ve özellikle gıda enflasyonundaki artışın TL’nin değer kaybına neden olarak yatırımcının yatırım kararını olumsuz etkilediği ve yatırımcının yatırım kararında geleceğe ilişkin beklentilerin de belirleyici olduğu göz ardı edilmemeli. Beklentilerin olumsuz olması yatırım kararından vazgeçilmesine yol açabileceği gibi düşük faizle elde edilen borçların varlık alımlarına yönelmesi ihtimali de söz konusu. Bu bağlamda Türkiye’ye yabancı fon girişinin sağlanarak, TL’nin alım gücünün artırılarak kurlardaki yükselişin önüne geçilebilmesi, özellikle döviz borcu olan veya üretimleri için ithalat yapmak zorunda olan firmaların üretim maliyetlerinin azaltılabilmesi, bilançolarındaki bozulmanın engellenmesi için yüksek faiz politikası önem taşımakta.
Tüm bu gerçeklere rağmen MB Başkanı Kavcıoğlu yönetime geldiğinden beri sıkı duruşun devam edeceği, enflasyonun üzerinde bir faiz politikası uygulanacağı ve enflasyonun odaklarında olduğunu dillendirse de siyasi otoritenin baskısı karşısında pasif direnişini sürdüremedi. Nitekim faiz kararında referans olarak manşet enflasyonun yerini çekirdek enflasyonun alması yüksek faiz politikasından vazgeçilmesine zemin hazırladı. İlk olarak eylül ayında politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 19’dan yüzde 18’e indirilmesine karar verildi. Ardından ekim ayında majör bir değişiklikle politika faizi 200 baz puan düşürüldü. Faizin ineceği ortam oluşmadan ekonomideki gerçeklerden kopuk ve sıra dışı olan bu karar elbette ki ekonomiyi ve geleceğini tehdit ediyor.
Atılan bu adımla yüksek döviz kuru sayesinde faiz artırılmadan iç talep baskılanarak ithalatın kısıtlanması ve ihracatın artırılması yani cari fazlanın devamlılığının hedeflendiği belirtildi. Aslında TL’ye değer kaybettiren bu karar ekonomi politikasında büyümenin önceliklendirildiği gerçeğini ortaya koydu. Ancak faiz indiriminin kurları artırması enflasyonu da tetikleyerek uzun vadeli faizlerin de artmasına neden oldu. İşte politika faizi ile uzun vadeli faizler arasındaki bu majör genişleme para politikasının etkin şekilde çalışmadığını gösterdi. Öte yandan MB’nin enflasyon beklentisini yükseltip faiz indirimi politikası uygulayarak birbiriyle çelişen ve rotası belli olmayan bu para politikası karşısında satın alma gücünü koruma mücadelesi içerisinde olan ekonomik aktörlerin dövize olan taleplerindeki artış dolarizasyonu da tetikledi. Dolarizasyon oranı yüzde 56’nın üzerine çıktı. Tüm bunlara ilave olarak TL cinsinden zorunlu karşılıklara uygulanan faiz oranlarındaki düşüş ve ayrıca kamu bankalarının konut ile ticari kredi faizlerindeki 200 baz puanlık indirimler de eklenince alınan bu yanlış ve zamansız karar öngörü ve güven sorununu da beraberinde getirerek ekonomide ciddi bir tahribata yol açtı. Faiz kararının ardından kurların rekor tazelemesi hem işçi hem de işveren kesimindeki mağduriyeti de artırdı.
Ekim ayında açıklanan PPK metninde kullanılan “sınırlı alan” ifadesi “politika faizinde dibe gelindi” diye yorumlandığı gibi “önümüzde iki toplantı var bunlarda da bir indirim gerçekleşebilir” ihtimalini de beraberinde getirdi. İşte bu çelişkili söylemin yarattığı belirsizlik ve risk artışı ile birlikte ABD ekonomisindeki düzelmenin dolar üzerinde yarattığı etki TL’nin değer kaybını daha da artırarak Türkiye’yi gelişmekte olan piyasalar içinde en kötü performans gösteren ülke yaptı. Hal böyleyken kur-enflasyon kısır döngüsünün kırılabilmesi ve TL’nin fonksiyonlarındaki azalmanın önüne geçilebilmesi için bugün açıklanacak faiz kararının bu ihtimallerden birincisi yönünde olmasını diliyorum. Ancak MB Başkanı’nın “Cari açığı düşürerek enflasyonu azaltacağız” sözü ve iki aydır cari işlemlerin fazla verdiği göz önüne alındığında “Düşük faiz politikası arzulanan sonucu doğuruyor” düşüncesinin yeni bir faiz indirimini destekleyeceği ihtimali yüksek. Üstelik dün Cumhurbaşkanı’nın AK Parti grup toplantısında “Milleti faize ezdirmeyeceğiz ve faiz belasını milletin sırtından kaldıracağız” açıklaması yine bir zorlama faiz indirimi olacağının güçlü bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.