Kaya Türkmen
Erdoğan istifa!
Sabahın yedisi. Kız okula gidecek. Geçen yıl servise biniyordu. Bu yıl çok pahalandı. Veremezler o parayı. Annesi götürecek belediye otobüsüne kadar. Ondan sonrası Allah kerim.
Uyduruk bir kahvaltı ediyorlar. Geçen yıl yumurta da olurdu. Beyaz peynir de. Tereyağı da. Bu yıl yok. Ekmek, domates, zeytin.
“Hadi kızım, iç şu çayını. Otobüsü kaçırmayalım.”
Dışarısı zifiri karanlık. Kış ortasında yaz saati eziyeti. Bir inat uğruna. Korkuyor anne kızına belli etmeden. Çocuğu bindiriyor otobüse. Dualar okuyor arkasından… İti var, kopuğu var.
Eve dönüyor. Tarım Bakanlığına girmek isteyen oğlunun mülakatı var bugün. Yazılıyı dereceyle kazandıydı. Zihin açıklığı verir diye sakladığı yumurtayı haşlıyor oğluna. Dört dakika. Kayısı. Seviniyor çocuk. Teşekkür ediyor bir yumurta için kaç kez. “Merak etme” diyor. “Çocuk oyuncağı. Yazılı çok kolaydı.”
Oğlanı okuyup üfleyip yolcu ettikten sonra şişlerinin, yünlerinin başına geçiyor. İki yıldır bebek tulumu örüp satıyor aile bütçesine katkı olsun diye. Bir-iki faturayı karşılıyordu bugüne kadar. Artık karşılamaz herhalde diye dertleniyor şimdilerde. Kapatıyor kombiyi. Çocuklar gelene doğru açar tekrar. Gece yatana kadar kırılır soğuk.
Eşi kalkmıyor yataktan. Depresyon işte. Sen dört yıl kimya öğretmenliği oku, ataman yapılmasın on beş yıldır. On beş yıldır öğretmenlikten başka yapmadığı iş kalmasın adamın. Eczacı kalfalığından, laboratuvarda kan almaya kadar… Bir ara kuryelik bile yaptı. En son pidecide temizlik işi teklif ettiler. Yok artık! Kabul etmedi tabii. “Nankör, nankör bunlar!” dedi televizyondaki metalik ses.
Dede kalkıyor kimya hocası damattan önce. Emekli maaşına muhtaç kaldıkları dede. İyi bir işi vardı bereket. İlçe müdürlüğüne kadar yükselmişti. Şimdi onun maaşına bakıyor beş nüfus. Allahtan ev kendilerinin.
Kuru kuru bir çay içip çıkıyor dede. “İştahım yok!” diyor. Parkta bir arkadaş grubu var. Hepsi emekli. Dertleşip dururlar.
Her gün oraya gider.
Geçende o da nüfus müdürlüğünden emekli kırk yıllık arkadaşıyla kapıştılar yine. Neymiş efendim? Reis de reis. Duble yolları görmüyor muymuş? Havaalanlarını, köprüleri, hastaneleri kim yapmış? Ölümüne reisçiymiş. Faiz kötüymüş. Nass varmış. Allah bizi sınıyormuş…
“Allah belanı versin” deyip ayrılmış bizimki.
Eve dönmüş alı al, moru mor. “Aç kızım şu televizyonu” demiş, pişman olacağını bile bile…
Haber dediğin zam, zam, zam. “Elektrik yüzde şu kadar. Doğalgaz yüzde bu kadar. İçkiyi sigarayı unutun. Arabanız zaten yoktur ya… Varsa da binemezsiniz artık… Vergiler arttı. Cezalar katlandı…” İçi sıkışıyor dedenin. “Karnını doyurabilecek miyiz bu çocukların?”
Diğer haberlerde ülkeyi yönetenler avaz avaz höykürüyor: Anayasa Mahkemesi derhal kapatılaymış. İBB Başkanı hemen görevinden alınaymış, tutuklanaymış, hatta linç edileymiş…
Neden? Çünkü ezan susmazmış. Bayrak inmezmiş.
O ezan ki işgalde bile susmadı. Kim susturmak istiyor ki ezanı? Kim dedi bayrak insin? Sizin kitle o kadar mı cahil? Sizin yüzde otuz küsur…
“İstanbul’a kötülük yapıyorlar” dedi dede. “Belediye çırpınıyor, merkezî hükümet taş koyuyor” dedi. “Adamlar yardım topladılar, engel konuldu. Ucuz ekmek satıyorlar, bin türlü zorluk çıkartılıyor. Metrobüs alacaklar, Saray mani oluyor. Taksi sorununu çözecekler, Tayyip’in adamları bin dereden su getiriyor” dedi. “Yatacak yeri yok bunların”.
Kızı duraktan almak lazım. Bu kez babası gidiyor. “Babacım” diye atlıyor boynuna küçük kız.
Ağabeyiyle peş peşe giriyorlar eve. Beş karış surat oğlanda. “Çaktırdılar” diyor. Sure, ayet filan sormuşlar. Bir de yağmur duasını. E haklılar! Tarım Bakanlığına girmek istemiyor mu? “Ah bir Almanya’ya kapağı atsam” diye geçiriyor içinden.
“Dönüp de arkama bakarsam ne olayım”.
“Yahu çıkın sokağa itiraz edin” diyor dede. İtiraz etmek, protesto etmek herkesin anayasal hakkıdır. “Biz çok çıktık zamanında. Efendi efendi bağırdık çağırdık kırmadan dökmeden. Yararı olmadı mı? Oldu tabii. Var olduğumuzu hatırlattık”.
“Yollar yürümekle aşınmaz” derdi rahmetli Demirel. Şimdiki “Nereye dökülürseniz dökülün… Bizler… hepinizi önümüze katar, gideceğiniz yere kadar kovalarız” demiş. “Tüylerim ürperdi” diyor dede. “Bizi düşman görüyor bu! Nur içinde yatsın Süleyman Bey. Hiç sevmezdim. Şimdi öyle arıyorum ki” diye ilave ediyor ellerini iki yana açarak.
“Vatandaş bal gibi de çıkar sokağa. ‘Erdoğan istifa’ diye de bağırır isterse. Suç değildir bu!
“Sokağa çıkmak yok bizim kitabımızda’ diyen muhalefete de ayrıca yazıklar olsun”.
Dede haklı…