Serap Durusoy
Enflasyon baskıları ve şahinleşen merkez bankaları
Küresel salgının yol açtığı krizden çıkış için merkez bankalarının başlattığı genişlemeci para politikaları sonlandırılıyor.
Gelişmekte olan ekonomilerde dahi, faiz artırımları yapılıyor.
Dünya genelinde artan enflasyon baskısı ve yüksek gelen enflasyon verilerinin, Almanya, Euro Bölgesi, İngiltere ve ABD gibi birçok gelişmiş ekonomide son yılların zirvesine ulaşması ile küresel bazda merkez bankalarının sırayla şahinleşmesine sebep oldu.
Küresel ekonomik bir güç olan Fed’in oy çokluğu ile bu ay politika faizini 50 yerine 75 baz puan artırarak yüzde 1,50-1,75 aralığına yükseltmesi 1994 yılından beri görülen en yüksek faiz artışı oldu.
Son üç aydır inatçı enflasyonun varlığı ve ÜFE rakamının yüzde 10’un üzerinde gelmesi manşet enflasyonun da çift haneli rakamlara ulaşacağı endişesi ile güçlü bir aksiyon alınması zorunluluğunu doğurdu.
Nitekim Fed Başkanı Powell kararın ardından yaptığı açıklamada “Manşet enflasyon, beklentiler için çok önemli. O nedenle tüketimi yakından izliyoruz ama çekirdek enflasyon da geleceği daha iyi gösterir” yorumuyla bunu ortaya koydu.
Powell konuşmasında “Aylık enflasyonun önce yatay sonra düşük seyretmesini istiyoruz ve aylık okumalarda düşüşü görmek önemli” değerlendirmesi ile faiz artışlarının devam edeceği vurgusunu yaptı.
Nitekim 2024 enflasyon beklentisinin yüzde 2 olması, enflasyonun bu seviyeye düşene kadar indirimlerin devam edeceğinin bir diğer işareti olarak da yorumlanabilir.
Powell “Enflasyon aşağı yönlü gelmeden ve düşüş yönünde ikna edici deliller oluşmadan zafer ilan edilemez. Çünkü enerji, gıda ve emtia gibi kontrol edemediğimiz faktörler de enflasyon üzerinde etkili” değerlendirmesinde bulundu.
Ayrıca “Para politikası ekonomideki gelişmelere uygun hareket etmeye devam edecek ve politika amaçlarımız konusunda açık olmaya çalışıyoruz. Hedeften çok uzak olan enflasyon politikada açık olmamızı zorunlu kılıyor. Ama para politikası tek başına başarılı olamaz her şeyin üzerinde etkili değil” açıklamasını yaptı.
Diğer yandan “İstihdam piyasasına yardımcı olmak için de enflasyonun düşürülmesi gerektiği ve büyümeden fedakârlık edileceği” yönündeki açıklaması da Fed’in geriye kalan 4 toplantısında (Temmuz, eylül, kasım, aralık) bu şahin adımları sürdüreceği görüşlerini güçlendiriyor. Öte yandan Powell’ın bu hafta yapacağı açıklamalar da önümüzdeki aylarda alınacak kararlar açısından önem taşıyor.
Avrupa Birliği Merkez Bankası ECB ise 9 Haziran’da yüksek enflasyona rağmen piyasa beklentileri doğrultusunda faiz oranlarında değişikliğe gitmezken, temmuz ayında ve eylül ayında faiz artışı sinyali verdi ve varlık alım programını 1 Temmuz’da bitireceğini duyurdu. Temmuzda 25 baz puanlık faiz artışına niyetli olduğunu belirten Lagarde enflasyon görünümü aynı kalır veya kötüleşirse eylül ayında daha büyük bir faiz artışının gelmesi ile negatif faizden çıkılabileceği açıklamasında bulundu.
Ayrıca bankanın enflasyon tahminlerini de yükselttiği görüldü.
İtalya ile Almanya’nın 10 yıllık tahvil faiz farkının Mayıs 2020’den bu yana ilk kez 250 baz puanın üzerine çıkmasının ardından Yönetim Konseyi’nin, mevcut piyasa koşullarını görüşmek üzere önceden planlanmamış toplantısında ECB Yönetim Kurulu’nun Alman Üyesi Isabel Schnabel’in, ECB’nin şu anda ana görevinin, “Kabul edilemez derecede yüksek ve kalıcı enflasyonla mücadele etmek olduğu”nun altını çizmesi de önümüzdeki aylarda faiz artışını güçlendiriyor.
ECB başkan Yardımcısı Luis de Guindos artan tahvil getirilerini dizginlemek için çıkarılması planlanan yeni aracın da enflasyonla mücadeleyi etkilememesi vurgusunu yaparak enflasyon konusunda duyulan hassasiyeti yinelemiş oldu ve eylül ayında yapılması planlanan faiz artışının enflasyon beklentilerinin nasıl şekilleneceği konusunda ipucu vereceğine dair açıklamada bulundu.
Her ne kadar iki Wall Street devi Morgan Stanley ve Goldman Sachs, ABD hisselerinde daha fazla kayıp beklediklerini ve resesyon endişelerini dillendirse de salı günü kriz kahini Nouriel Roubini, “Şu anda resesyonda değiliz ama baz senaryom sert iniş olması yönünde” değerlendirmesini yaptı. “Tipik bir resesyonda ABD’deki hisse senetleri yüzde 35 düşer ama henüz yüzde 25 düştü” yönündeki açıklaması oldukça önemliydi.
Sonuç itibariyle ABD için resesyon, AB için ise stagflasyon riski olmasına rağmen Fed ve ECB dışında İngiltere gibi enflasyonu indirmek için büyümeden feragat edileceği düşüncesiyle birçok ülkede faiz artışına gidiliyor.
Bu süreçte TCMB’nin bunlardan ayrışan bir politika izlemesi piyasaları ve ekonomik aktörleri oldukça tedirgin ediyor.
Zira cari açığı kapatmak için dış kaynak girişine aşırı bağımlı olan Türkiye ekonomisinde yaşanan yüksek enflasyon dikkate alındığında faiz indirimlerinin
sürdürülebilir olmadığı gayet açık.
Çünkü Fed faizi artırarak doların fiyatını yükseltiyor ve bilanço küçülterek de dolar miktarını azaltıyor.
Her iki uygulama da doların yukarı yönlü baskılanmasına neden olmakla kalmayıp CDS’yi de yükselterek kredi maliyetini artırıyor. Hal böyle iken bugün Merkez Bankası’nın kararının ne olacağına ilişkin genel görüş pas geçeceği noktasında toplanıyor.
Zaten siyasi iradenin verdiği mesajlar, uygulamaya konulan yeni ekonomi önlemleri ve makro ihtiyati tedbirler göz önüne alındığında MB’nin farklı bir aksiyon sergileyeceğini beklemek doğru olmaz.