Serap Durusoy
Ekonomiyi soğutma yükü hanehalkında
Geleneksel para politikası araçları içerisinde yer alan reeskont oranı ve açık piyasa işlemleri MB’nin ekonomideki para arzına yönelik kontrol araçları iken yasal karşılık oranı, kredi tavanı ve selektif kredi politikaları ise MB’nin ticari bankaların para yaratımını kontrol etmekte kullandığı araçlardır. Bu araçlar ekonominin içinde bulunduğu istikrarsızlık (enflasyon, stagflasyon ya da deflasyon) durumuna göre farklı şekilde uygulanır.
BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) 1 Temmuz 2021 tarihinde aldığı 9645 ve 9646 sayılı kararları ile bireysel kredi kartları ve ihtiyaç kredilerinin risk ağırlıklarının artırılmasına ve bazı tüketici kredilerinin vade sınırları ile kredi değer oranlarında ve kredi kartı taksit sınırlarında değişiklik yapılmasına karar vermişti. Buna ek olarak 26 Ağustos’ta AK Parti Merkez Yürütme Kurulu’ndaki konuşmasında Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan, kurumsal kredilerde ve ödemelerinde sorun olmadığını ancak bireysel kredilerde ciddi bir artış olduğunu ve sınırlandırılması için bankalarla görüşmeler gerçekleştirildiğini açıkladı.
Böyle bir politikanın arkasındaki mantık elbette ki enflasyona olan talep baskısını azaltmakla ilişkili. Bu amaç doğrultusunda makro ihtiyati tedbir olarak yapılabilecekler:
1--Bireysel kredilerin kompozisyonuna bağlı sınırlama getirilmesi
2-Kredi kartlarındaki taksit sınırlamalarının azaltılması ve
3- Kredi kartlarındaki asgari ödeme miktarının artırılması olarak sıralanabilir.
Fren tutmayan enflasyonu önlemeye ilişkin bu politika Türkiye’deki enflasyonun özellikle gıdada ithal girdi kullanımına bağlı olarak maliyetler üzerindeki baskının fiyatlara geçişkenliği ve yurt dışından ithal edilen bir yönünün olduğunun; ÜFE’de de yine kur geçişkenliğinin, pandeminin ve emtia fiyatlarının etkili olduğunun göz ardı edilip talebin sadece tüketiciler düzleminde kontrol altına alınmaya çalışıldığının bir yansıması. Temmuz 2021’de yıllık bazda TÜFE’nin 18.95 ÜFE’nin ise yüzde 44.92 seviyesine ulaştığı ekonomimizde bu yüksek enflasyondan dolayı hanehalkının satın alma gücünün azalması nedeniyle özellikle orta ve alt gelir grubunda yer alan tüketici zorunlu ihtiyaçlarını da krediyle karşılamak durumunda kalıyor. Öte yandan geniş kapsamlı işsizliğin yüzde 25 düzeyinde gerçekleşmesi ve pandemi nedeniyle iş kaybı yaşayanların kapanma döneminde karşılaştıkları derin yoksulluk da hanehalkının ihtiyaçlarını tüketici kredisiyle karşılama yoluna gitmesine neden oldu. Bu kadar yüksek enflasyon ve işsizlik karşısında tüketici kredilerinin ocaktan beri yüzde 8.9’luk bir genişleme kaydettiği düşünülürse oranın aslında enflasyonun altında kaldığı söylenebilir.
Bu bağlamda ülkemizdeki enflasyonun hem maliyet hem de talep yönünün olması özellikle maliyet enflasyonunda kurlardaki artışın ve emtia fiyatlarının yüksekliği nedeniyle ve bu kur artışlarına bağlı olarak fiyat ayarlamalarının maliyetler üzerinde kalıcı bir etki yaratması söz konusu. Böyle bir durumda toplam talebi baskılamak için hanehalkının harcamalarını kontrol ederek ekonomiyi soğutmaya çalışmak yeterli bir politika olarak değerlendirilemez.
Sorun aslında kredinin alınması veya alınan kredinin ödenememesinden öte hanehalkının krediye muhtaç bir ekonomiye esir edilmesi.
Salı günü açıklanan veriler bağlamında ihracattaki göreli artışa rağmen 25.5 milyar dolar ile son dört ayın en yüksek dış ticaret açığının gerçekleşmesi ihracat kaynaklı büyümenin istihdam yaratmaması ve toplumun her kesimini kapsamaması da karşılan diğer sorunlar arasında. Tüm bunlar göz önüne alındığında enflasyondaki ataleti önlemek için elbette ki politika faizi yanında diğer para politikası araçları ve maliye politikasının eş güdümlü olarak uygulanması önemli. Ancak bu politikaların ekonomideki karar birimlerinden sadece birisi olan tüketicilerle sınırlandırılmayıp diğer ekonomik aktörlerin (firmalar, devlet ve dış dünya) yapmış oldukları harcamaları da kapsayan uygulamaları içermesi gerekmekte.