Serap Durusoy
Ekonomide yeni yıl ruhu
Herkesin yeni yıldan beklentisi farklı olsa da her yeni yılda, olması istenen güzelliklerin ve dileklerin gerçekleşeceği bir yıl hayal edilir. Kutlama mesajlarında da bunlara yer verilir. Eğer kötü bir şeyler yaşanmışsa bunun o yılda kalması dilenir. Pek çok insan piyango biletine bağlar umutlarını.
2022 yılının dünya ve ülkemiz için iyi geçtiği söylenemez.
Tüm dünya, salgının yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlarla boğuşurken; Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sorunların boyutunu farklılaştırdı. Bu işgalin nedenleri ve olası siyasal sonuçlarının ne olacağı tartışmalarda geniş bir yer buldu. Kuşkusuz bu yüksek jeopolitik tansiyon içerisinde Türkiye’nin nasıl bir irade sergilemesi gerektiği oldukça önemli oldu. Ayrıca savaş konjonktürünün doğurduğu ekonomik yıkımın bedelini Türkiye de dahil bütün ülkelerin ödemesi ve savaş ekonomisinin getirdiği maliyet dışında ekonomik yaptırımların da uygulanması, küresel ekonomide zemin kayması yaşanmasına yol açtı.
İşgalin tedarik zincirinde yarattığı sorunlara küresel gıda ve enerji krizinin de eşlik etmesi arz ve talep dengesizliği doğurarak enflasyonun yükselmesine neden oldu.
Öyle ki dünya ekonomisindeki enflasyon endişesi G7 liderler zirvesinin de ana gündem maddeleri arasında yer aldı.
Ayrıca bu yükselen enflasyona karşı merkez bankalarının sıkı para politikası izlemesinin, beraberinde resesyon tehlikesini de getireceği korkusunu güçlendirdi.
Küresel ekonomi içerisinde Rusya’nın güçlü bir ticaret ortağı olarak Türkiye’nin de bu gelişmeler karşısında ödediği bedel ağır oldu. Çünkü doğal gaz, petrol ve buğday fiyatlarındaki artış Türkiye’nin döviz çıktısını artırdı.
Özellikle Rusya’nın SWIFT’ten çıkarılma kararının emtia fiyatlarında doğurduğu etki, Türkiye’nin ithalatını daha da pahalı hale getirdi. Türkiye’de üretilen elektrik enerjisinin doğal gaza bağlı olduğu düşünüldüğünde pek çok sektör bu açıdan olumsuz etkilendi.
Öte yandan inşaat ve turizm, havacılık, hazır giyim, yaş sebze ve meyve darbe alan diğer sektörler oldu.
Savaşın başladığı ilk gün TL’nin en çok değer kaybeden para olması da zaten durumun ciddiyetini ortaya koymuştu.
Ancak Türkiye için en büyük şanssızlık bu savaş atmosferine, sahip olduğu kötü makroekonomik göstergelerle girmesiydi. Enflasyonun nedenini dış faktörlere bağlayan ekonomi yönetiminin Türkiye Ekonomi Modeli ile yeni adımlar ve enflasyon tedbirlerini hayata geçirirken dış faktörleri dikkate almamasının bedelini daha da kötüleşen makroekonomik verilerle ödemek zorunda kaldı.
2021 yılı eylül ayından beri uygulanmakta olan ekonomik model değişikliği olduğu ileri sürülerek kur şoku ile cari fazla yaratma politikasının uzun vadede enflasyonu önleyeceği yönündeki denemenin ülke koşulları açısından teknik ve teorik temelinin olmaması, toplum tarafından kabul edilebilirliğinin düşük olması, ekonomik olay ve olguların anlaşılmasını ve öngörülebilirliğini zorlaştırması, ekonomik aktörlerce de desteklenmemesi nedeniyle zaten baştan beri başarılı olabilme ihtimali düşüktü.
Model çerçevesinde enflasyona rağmen faiz indirimlerine gidilerek kur oynaklığının uzun süre devam etmesinin ülkeyi para krizine sokması üzerine çözüm olarak ileri sürülen KKM ile TL mevduat hesaplarını kura endeksleyen siyasi irade liralaşma umudu ile dolarizasyonu engellemeye çalışırken daha kalıcı hale getirerek, fiyatların da dolara endekslenmesine yol açacak bir ortamın oluşmasına zemin hazırladı.
Ayrıca kur korumalı TL mevduatı ile hesap sahipleri kur değişikliğine karşı güvence altına alınırken enflasyona karşı korunamadı.
Yüksek döviz kuru sayesinde ithalatın kısıtlanması ve ihracatın artırılması yani cari fazlanın devamlılığının hedeflendiği ama aslında TL’ye değer kaybettiren bu karar ekonomi politikasında büyümenin önceliklendirildiği gerçeğini ortaya koydu. Ancak faiz indiriminin kurları artırması enflasyonu da tetikleyerek uzun vadeli faizler ile politika faizi arasındaki majör genişleme para politikasının etkin şekilde çalışmadığını gösterdi.
Para politikasına ilişkin alınan bu yanlış ve zamansız kararlar, öngörü ve güven sorununu da beraberinde getirerek ekonomide ciddi bir tahribat yarattı.
Uygulanan büyüme modelinin enflasyon, cari işlemler açığı, işsizlik, risk primi ve yoksulluk gibi temel makroekonomik göstergelerin de büyümesine eşlik ederek ekonomideki sorunları artırmaktan başka bir işe yaramadığı resmi verilerde görüldü.
Enflasyon sıralamasında OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alan ülkemizde enflasyonu önlemeye yönelik adımların makro ihtiyati tedbirlerle sınırlı kalması, denetimle, fiyat kontrolleri ve yasaklamalarla baskılanmaya çalışılması da sonuç vermeyince umutlar baz etkisine bağlandı.
Kendi haline bırakılan enflasyon, yoksullaştıran büyüme ile birleşince ekonomik bir sorun olmanın ötesine geçerek, politik ve sosyal dinamikleri de etkileyen bir unsur haline dönüştü.
Hal böyle iken Birleşik Kamu İş’in açlık sınırının 9 bin 59 TL’yi geçtiği, yoksulluk sınırını ise 26 bin 124 TL olarak hesapladığı ekonomik ortamda yeni asgari ücret net 8 bin 506 TL olarak açıkladı. Rakam emek piyasasının aktörü işverenlerin beklentileri doğrultusunda gelirken, emekçi kesimi ve sendikaları memnun etmedi. Emekçilerin beklentilerinin altında kalan bu rakama rağmen asgari ücretlilerle diğer çalışanlar arasındaki makasın genişlemesine bağlı olarak asgari ücret dışındaki ücretlilerin tepkileri de çoğaldı.
Enflasyon karşısında her geçen gün satın alma gücü azalan vatandaşın umudu ocak ayı zammında ve EYT kararında.
Yani yeni yılda da ekonomide umuda yolculuğa devam edilecek gibi görünüyor. Ancak henüz yeni yıl gelmeden ardı ardına pek çok zam açıklamasının yapılması bu yolculuğun kısa süreceğini gösteriyor.
Yine de arzu edilen tüm dileklerin gerçekleşmesi umuduyla…