Serap Durusoy
Ekonomide Korkutan Gerçekler
Ülkemizde politik düzlemde yaşanılan telaş, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması nedeniyle bu hafta sonu yapılacak oylama sonrası bitecek.
Siyasi arenada seçim sonrasında yapılacaklar bir bir sıralanmaya devam edilerek bu vaatlerin seçmen davranışını etkilemesi beklense de seçmen davranışında ve seçim sonuçlarında ekonomik şartların belirleyiciliğinin göz ardı edilemeyeceğini son yazımda belirtmiştim. Ancak ilk oylamada görüldü ki yaşanmakta olan ekonomik kriz seçim sonucunda tam karşılığını bulamadı.
Seçmen davranışı ve oyları bir anlamda ekonomik tercihlerini ortaya koydu. Kuşkusuz bu sonuçta birinci tur öncesinde hükümetin yeniden seçilmeyi sağlayabilmek için seçmenin beklentilerine yanıt olarak attığı bazı adımlar (EYT, maaş zamları, seçim öncesi gelen matrah affı, seçim öncesi doğalgaz tüketiminden ücret alınmaması, tutulan kamusal zamlar ve döviz kuru tutularak ve baz etkisine bağlı olarak enflasyonda görülen azalma vb) etkili oldu. Ancak büyük şehirlerde yaşanan oy kaybı ekonomide büyümekte olan kara deliklerin farkında olanların sayısının hiç de az olmadığını gösterdi.
Politikacılar seçim, seçmen ise geçim derdinde iken seçim sonrasını analiz edebilmek bugünü iyi gözlemlemeyi gerektiriyor.
Yeni Ekonomi Modeli çerçevesinde yapılan uygulamaların doğurduğu olumsuz sonuçlar modelin sürdürülemeyeceğini gösterdi. Model bağlamında farklı bir ekonomik paradigma olduğu iddiasıyla enflasyon hedeflemesinin yerini faiz hedeflemesinin alması ve bir de buna MB’nin operasyonel bağımsızlığındaki aşınmanın eklenmesi ekonominin dinamiklerini olumsuz etkiledi. Yani para politikasındaki mevcut aksiyonlar sorun yumağını büyüttü.
Nitekim öncü ve gecikmeli ekonomik göstergelerin sunduğu tablo bu gerçeği gözler önüne seriyor. Her ne kadar imalat sanayisi genelinde mevsimsel etkilerden arındırılmış kapasite kullanım oranı bir önceki aya göre 0,7 puan artarak mayıs ayında yüzde 76,3’e ulaşmış ve PMI verisi de nisanda 51,5’e yükselerek üst üste dördüncü ay eşik değer olan 50'nin üzerinde gerçekleşmiş olsa da sanayi üretiminin yıllık 8,2; aylık ise yüzde 6 oranında azalmasının 2023 yılında hedeflenen yüzde 5 büyüme oranı için olumsuz bir etki yaratma ihtimalini güçlendiriyor.
Yine öncü göstergelerden birisi olan tüketici güven endeksinin mayıs ayında 87,5’ten 91,1’e ulaşması ve reel kesim güven endeksinin ise Mayıs'ta 0,3 puan artarak 108,3'e yükselmesinde seçim öncesi yapılanlar, enerji fiyatlarındaki azalış ve kurların baskılanmasının etkili olduğu söylenebilir. Her ne kadar öncü göstergeler ekonominin yönüne ilişkin pozitif sinyaller veriyormuş gibi görünse de gecikmeli göstergeler ekonomide açmaza girildiğini ortaya koyuyor.
Nitekim en önemli öncü gösterge olan manşet enflasyon baz etkisine bağlı olarak mayıs ayı için yüzde 43,5 olarak açıklanmakla birlikte 52 aydır fiyat artışları sürüyor.
Öte yandan resmi rakamlara göre dar tanımlı işsizliğin yüzde 10, geniş tanımlı işsizliğin ise yüzde 20’nin üzerinde olduğu belirtildi.
Ayrıca TCMB’nin ödemeler dengesi istatistiklerine göre mart ayına ilişkin olarak yıllık 54,2 milyar dolar, aylık ise 4,5 milyar dolar olarak açıklanan cari açık rakamı ise 10 yılın zirvesinde.
17 aydır cari açık veriliyor olması, uygulanmakta olan ekonomi politikasının öznesini oluşturan cari fazla yaratma amacının da ütopyadan öteye geçemediği gerçeğini bir kez daha gösterdi. Cari açığın en büyük parçası olan ödemeler dengesi tanımlı dış ticaret açığı ise martta 6 milyar 298 milyon dolara ulaştı.
Doğrudan yatırımlardan kaynaklanan net girişler 238 milyon dolar olurken gayrimenkul kaynaklı net giriş martta 453 milyon dolar, ocak - mart döneminde ise 1 milyar 373 milyon dolar oldu.
Portföy yatırımlarında ise 1 milyar 33 milyon tutarında net çıkış gerçekleşti.
Cari açığın artması kadar bu artışın nasıl finanse edildiği de bir diğer önemli noktayı oluşturuyor.
Elbette ki bu açık MB rezervleri ve kaynağı belirsiz para girişleri ile karşılandı.
Nitekim 12 Mayıs itibariyle MB’nin net döviz rezervinin 2,3 milyar dolara, brüt rezervin ise 105 milyar 124 milyon dolara düşmesi bunun en önemli kanıtı. Swap hariç net rezervler ise -57,8 milyar dolarla dibi görürken, kasadan altın satışı da devam etti.
Rezervlerin bu denli azalması bundan sonraki süreçte ya borçlanmayı ya da üretmeyi zorunlu kılıyor.
Nasıl ki cari açık kadar cari açığın finansmanı önemli ise bütçe açığı ve bu açığın da nasıl finanse edileceği önem taşıyor. İlk çeyrekte bütçe açığı 250 milyar TL oldu ve geçen yılın aynı dönemine göre 9 kat bir artış gerçekleşti. Elbette ki bu artışta depremden dolayı vergi gelirlerindeki düşüş, seçim ekonomisi, EYT ve deprem harcamalarının etkisi oldu. Ancak bütçedeki dengesizlik de dikkat çekici. Zira hane halkına bütçeden 1,6 milyar TL ayrılırken müteahhitlere 4,2 milyar TL ayrıldığı görülüyor. Bunların dışında sefalet endeksinde ilk onda yer alan ülkemizde TÜRK-İŞ Nisan ayı verilerine göre açlık sınırının 10 bin TL'yi aştığı yoksulluk sınırının ise 33 bin TL'ye ulaştığı görüldü.
Tüm bunlar gösteriyor ki hem kuru hem de faizi aşağı çekme politikası başarılı olamadığı gibi çoklu kur ve çoklu faiz ortamı yarattı.
MB’nin ve bankaların belirlediği kur ile piyasada oluşan kurun farklı olması ve benzeri olarak politika faizi, mevduat faizi, KKM faizi ve kredi faizleri arasındaki farklılık ekonomideki karmaşıklığı artırdı.
Ayrıca kredi maliyeti kadar krediye ulaşım da bir diğer sorunlu yanı oluşturuyor.
Hal böyle iken kredi derecelendirme kuruluşlarının seçim sonrasına ilişkin değerlendirme raporları ve seçim sürecinin yarattığı belirsizlik ve güvensizlik ortamı ve seçim sonrası acı reçete beklentisi nedeniyle ekonomik aktörlerin elindeki değeri korumak için dövize yönelmesi kurları yukarı yönlü baskılıyor.
Ayrıca bu hafta CDS priminin 700’leri geçmesi ise dış borcun ödenememe riskini artırmakla kalmayıp düşük faizle borçlanma imkanını da güçleştiriyor.
Bu değerlendirmeler ışığında ekonominin geleceği seçim sonucuna bağlı.
Mevcut yönetim uygulanmakta olan politikadan vazgeçilmeyeceğini ilan etti.
Ancak ekonomi politikası hiç şüphe yok ki değişim gerektiriyor.
Bunun için sabit tercihli seçmen değil ama değişken tercihli seçmenin politik tercihinin farklılaşması önem taşıyor.