Boray Acar
Ders çıkaracaklarmış!
Bir yandan sel felaketinin etkileri sürüyor diğer yandan kayıp arama çalışmalarına devam ediliyorken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Afet sonrası vatandaşımıza, milletimize en ufak bir mahcubiyet yaşamadık” diyor. Böyle bir açıklama yapmaya lüzum görmelerini, yakın zamanda Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşanan orman yangınlarında gereken refleksin gösterilememiş olmasının yarattığı mahcubiyete bağlayabiliriz. “Daha önce böylesi görülmemiştir” diyerek kabahati doğaya yüklüyor, afet sonrası müdahalelerin cevvaliyetini ön plana çıkarıyor ve kendilerince bir başarı hikayesi(!) yazıyorlar. STK temsilcileri ve muhalefet mensuplarınca zikredilen veriler, bu “başarı hikayesi”(!)ne gölge düşürdüğü için olsa gerek, göz ardı ediliyor.
13 Ağustos 2021 tarihinde CHP Milletvekili Engin Altay yaptığı açıklamada, AFAD’a 329 kayıp başvurusu olduğunu ifade ederken, hükümet yetkilileri tarafından açıklanan kayıp başvurusu ve ölüm sayıları çok daha azdı. Özellikle son bir yıldır pandemi koşullarında alıştırıldığımız “devletin ve milletin bekası için” sayıların eksik açıklanması (veya verilerin çarpıtılması) stratejisinin bir tezahürü olabilir. Geçen hafta alınan karara göre, seyahat kısıtlamaları açısından hâlen İngiltere’nin kara listesindeyiz. Sebebi, “Verilerin uluslararası ölçülere uygun açıklanmaması” imiş. Dolayısıyla küresel ölçekte doğru bilgiye ulaşmanın her geçen gün kolaylaştığı günümüz dünyası için verilerin çarpıtılmasının ne denli acemice bir yöntem olduğu da ortada. Gerçi bunun yönetenlerce çok da umursandığını düşünmüyorum.
Meselenin üstünde durmak istediğim asıl boyutu da zaten bu değil. Meclis Başkanı Mustafa Şentop sel felaketine dair açıklamasında, “100-200 yıllık, geçmişi ve geleceği düşünerek planlamalar yapmamız lazım. Bunu acı bir şekilde gördük, görüyoruz. Ama inşallah bunlardan ders çıkararak yolumuza devam ederiz” diyor. Sayın Meclis Başkanı’nın zikrettiği yüzlü ikiyüzlü sayılar arasındaki uçurum bile açıklamanın idare-i maslahatçı bir tutum ile yapıldığını ve ciddiyetten uzaklığını gösteriyor. Son yılların imar ve şehircilik uygulamalarına bakıldığında, yaşanan felaketlerden ders alınmadığı anlaşılacaktır. Doğa düşmanı HES inşaatlarının hızlandırıldığı, inşaatın, ekonominin yapı taşı hâline getirildiği, kuralsız yapılaşmanın önünün açıldığı ve dayanıksız binalara bizzat devlet eliyle oturma izni verildiği son kırk yılın uygulamaları da bunun kanıtı niteliğinde.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre, imar barışından faydalanan yapı sayısı 7 milyon 450 bin. Bu yapıların tamamının dayanıksız olduğunu iddia edemesek de fenni mesuliyeti üstlenen kuruluşların çalışma şeklini çok iyi bilen bir mühendis olarak, sağlıklı bir denetim yapılmaksızın bu belgelendirmenin yapıldığını ve uygulamadan faydalanan yapıların kahir ekseriyetinin yürürlükteki “deprem yönetmeliği” şartlarını sağlayamayacak durumdaki eski yapılar olduğunu kolaylıkla söyleyebilirim. Verilen sayılar, olası bir afette karşılaşılacak yıkımın ne denli ürkütücü olduğunu gösteriyor. Ülkeyi yönetenler bu gerçeği göremiyor olamazlar. Öyleyse kaybetme korkusu ile yapılan toplum mühendisliği ve basit oy hesapları, insan hayatının da teknik doğruların da önüne geçiyor.
Felakete davetiye çıkaran uygulamalar yukarıda anlattıklarım ile sınırlı değil. Bu vesileyle, epeydir aklımda olan bir kitaptan söz etmek istiyorum. 2020 yılında yayınlanan “İhanet” isimli kitap, 2014 yılı itibariyle İBB Meclisi'nde Cumhuriyet gazetesi adına muhabirlik yapan Hazal Ocak tarafından kaleme alınmış. Genç gazeteci, İBB Meclisi'nde geçirdiği beş yılın serencamında izlenimlerini ve tanıklıklarını son derece yalın bir dille anlatmış, kendisini kutluyorum. Kitabı okuduğunuzda, insan hayatını hiçe sayan kan dondurucu kararların, tartışılmadan, beş saniye içinde, nasıl da kolayca alınabildiğini öğreniyorsunuz. Kitapta anlatılanlardan sadece bir alıntı yaparak, bizleri temsil ettiğini düşündüğümüz iradenin, toplum hayatını direkt ilgilendiren durumlarda ne kadar ileri gidebildiğini ve haddini aşabildiğini göstermek istiyorum. Ocak’a kulak verelim:
“Tarih: 13 Mayıs 2015 / İBB Meclisi’nde tekliflerin görüşüldüğü sıradan bir gündü. Teklifler geldi, beş saniye içinde onaylanarak geçti… Sıra, şimdi okuyunca inanamayacağınız teklife geldi. Pendik Belediyesi, ilçede yapılacak bir benzin istasyonunun altından geçen fay hattının plandan silinmesini istiyordu. Üstelik teklifte, Deprem ve Zemin İnceleme Müdürlüğü’nün söz konusu alanın yaklaşık 650 metrekaresinden “fay hattı” geçtiğine dair yazdığı yazı da bulunuyordu. Tüm mecliste sessizlik hâkimdi. O an ben kulaklarıma inanamasam da “akla ve mantığa aykırı bu teklif tam da karşımda duruyordu. CHP’li üyelerin itirazlarına ve tartışmalara rağmen, teklif onaylandı ve fay hattı plandan kaldırıldı. Pendik Belediyesi bu kararı 2009 yılında İBB Anadolu Yakası Mikro Bölgeleme Rapor ve Haritalarının yapılması işinin müellifi Japon şirketi OYO International Corporation’un raporu ile gerekçelendiriyordu… Sonra ne mi oldu? Bu tekliften yaklaşık 1 yıl sonra 10 Haziran 2016 tarihinde fay hattının silindiği yerde deprem oldu. Depremin şiddeti Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırmaları Enstitüsü'nün verilerine göre 2,4 olarak yansıdı.” Gerçekten de inanılmaz değil mi? En yetkili ağızdan duyduğumuz, “…biz bu kadim kente ihanet ettik, ben de bundan sorumluyum” sözlerinin, pratikte ne manaya geldiğinin idrak edilebilmesi için daha iyi bir örnek olamaz.
Daha önce yazdım, inatla ve ısrarla yazmaya devam edeceğim. Mülk fetişizmine tutulmuş toplumun zaaflarından faydalanma kastı ile hareket eden, toplumun ve kentlerin sağlığını hiçe sayan, popülist “imar ve şehircilik politikaları” ile var olan anlayıştan kurtulamadığımız müddetçe, benzer trajedileri yaşamamız kaçınılmaz olacağı gibi, sağlıklı bir gelecek inşa etmemiz de mümkün olmayacaktır.