Aytuna Tosunoglu
ÇÖZÜM BİZDE…
Baskıya direnmek zordu diyorlar. Hala öyle olduğunu, bir şeylerin milim değişmediğini söylemek izlenimleri, sezgileri ve pek çok kararı üreten zihinsel uğraşın aklımızda sessizce sıralandığını idrak etmek demek. Konuyla ilgisi olmayanların konuyu anlamasında cascavlak duran da bu.
Baskı dedikleri konutlaşma baskısı, siz onu bir rant baskısı olarak da tercüme edebilirsiniz. Boş araziyi sahibinden satın alıp öylece bekleyenler öne doğru bir adım atsın, lütfen. Falanca belediyenin bu boş alanı imara açması için ona yapılan baskı mekanizmasının hangi evresinde yer alıyorsunuz? Kimsiniz, kimlersiniz? Zamanında belediyelerde görev almış nice kamu çalışanı sözleşmiş gibi aynı şeyi söylüyor, imara açılması için belediyeye baskı yapıyorlar ve buna direnmesi zor diyorlar. Üstelik her partiden baskı gelirmiş. Nasıl yani… Şurayı imara açmazsan topuklarına sıkarım gibi bir şey mi? Yoksa, yap şu işi yüz bin sen, yüz bin ben kırışırız parantezinde işler-güçler mi? Kademe kademe giderek tek tek ortaya çıkartılması kamu yararınadır. Öyle bir kamu yararıdır ki o, tariflere sığmaz. Depremde ölmeyebiliriz, diyeyim bu kadarı yetsin.
Yerel yönetimlerde kurumsallaşma insanın suyla ilişkisi kadar önemli. Kişilere bağlı olmayan, şeffaf bir yapıyı yüzyıllardır kuramamış olmamızın nedenlerini hala bulmadık mı? Hala mı? Kurumsallaşmayı vadeden partilerin adaylarını seçip getirdik, koltuklara oturttuk. Hiçbiri başaramadı. Hiçbiri. Yanlı ve öznel yargılarımızı bir tarafa koyarak düşünelim, bilim insanlarının buraya bina koymayın depremde ağır zarar görür dediği yerlere, ne evi yol bile yapmayın sel alır götürür dedikleri dere yataklarına fallus merkezci -yani her daim eril uzva referans veren- tutumla diktiğimiz rezidans ve türevleri sadece teşhirciliğimizin sembolüdür, fikrimce.
Yerel yönetimlerde ve yetkili bakanlıkta yetki ve sorumlulukları sınırlı idealist mimar, şehir planlamacı ve mühendislerin el emeği, göz nuru çalışmaları 1970’li yılların sonundan beri mevcut, hatta belki daha öncesi var da ben bilmiyorum. Örneğin bakanlığa bağlı Nazım Plan Bürosu 1970’lerin ikinci yarısında İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere büyük şehirlerde faaliyet göstermekteydi. Amaç, büyük şehirlerin (Greater City) nazım planlarını hazırlamaktı. Bu görevi üstlenen uzman ekip, diğer belediyeler ve yatırımcı devlet kuruluşlarıyla koordinasyonu da sağlayarak tek tek imar planlarını (konuyu benden iyi bilen uzmanlar için açıklayıcı bilgi olarak: 1/25000 ölçekli büyük şehir planları, 1/5000’lik uygulama planları ve 1/1000 ölçeğinde hayata geçirme planları) hazırlıyorlar. Zamanında Büyükşehir Belediyesi’yle koordinasyonlu bu bakanlık bürosunda çalışmış bir akrabamızın bana aktardığı, büronun İller Bankası aracılığında diğer planlama bürolarının mimari proje tasarımı yapan uzmanlarıyla sayısız koordinasyon toplantıları yaptıkları şeklinde… O zaman da son söz bakanlığın imiş. Şimdiki gibi onay mercii Ankara’daymış. Şimdinin iktidarını eleştirirken bu gerçeği göz ardı etmek doğru olmaz. Ancak, iktidarın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı TOKİ’yi ticari kuruluşa dönüştürüp geniş yetkilerle donatması yeni bir durum. Yetkilerin yoğun bir şekilde merkeze çekildiğini söylemek de yanlış olmuyor, o zaman.
Sonuç olarak, şehirlerin büyük ölçekte yerleşim planlarının olması şimdinin bilimsel teknolojisiyle elde edilen ve mahalle mahalle işaretlenebilen yer/toprak özelliği haritaları, tektonik deprem haritalarıyla birlikte çalışıldığında hangi yapıya ne ölçüde zarar verebileceğini gösteriyor. Naci Görür Hoca bilmemiz gereken her şeyi bilimin talep ettiği tarafsızlıkla söylüyor. Tekrar başa dönelim ve soralım: İmar izni almak için baskı mı? Baskıya direnmek zor mu? Öyle mi? Gözünü para ve mevki bürümüş birkaç insan mı baskı kurar, halk mı?
Beklemeyin, gelip bizi kimse kurtarmayacak. Çözüm bizde. Ülkemizin birinci ve en önemli konusu depreme dayanıksız binalardır. Virüs pandemisi bile sonra gelir.