Çetin Altan yaşasaydı

Rahmetli Çetin Altan’ın 88. yaş günü vesilesiyle söylediği sözler, bildiğimiz son sözleriydi ve öyle zannediyorum ki Türkiye’nin hâli daha iyi özetlenemezdi. Şöyle demişti:
“Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan. Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Gene de bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Menzili maksuda ulaşılamasa da çok yol kat ettik.”

Kendisi hâlâ daha umudunu kaybetmemişti ve enseyi karartmamayı salık veriyordu. Bugün yaşasaydı; torunları yaşında olan gençlerin, sığ bir anlayışın gerici manifestoları ile evrensel(!) eğlenme hakkından alıkonmaları konusunda ne düşünürdü, hâlâ daha inancını korur muydu, emin değilim.

Maalesef birbirlerinin yaşam haklarına, inançlarına, tercihlerine saygı duymayan, böyle olduğu için de ülkemiz için bir çağ yangınına sebep olan kutupların arasında eziliyoruz. Bu sorun, demokratik bir seçimle dahi çözülemeyecek kadar önem ve ciddiyet arz ediyor. Köklü anlayış değişikliklerine ve bu eksende getirilecek politik açılımlara ihtiyaç var. Bu ihtiyaç tüm çıplaklığıyla bir tarafta dururken bizler bir taraftan eylem söylem bütünlüğünden tamamen kopmuş, söylediklerine kendisi de inanmayacak hâle gelmiş, tüm yatırımını algı ve manipülasyona yapan bir iktidar tarafından yönetiliyoruz. Diğer taraftan da politik rotasını siyasi iktidar eleştirisine hapseden, “helalleşme ve hesaplaşma” derken dilinin altındaki baklayı bir türlü çıkarmayan, masadaki benzemezleri nasıl bir başlık altında birleştireceğini, masanın dışında kalanları ise kucaklayıp kucaklamayacağını anlayamadığımız bir muhalefetten medet umuyoruz.

AKP siyasi bir zombiye dönmüş hâlde ve uzatmaları oynuyor. Önümüzdeki yıl yapılacak seçimlerde son bir nefes imkânı bulup bulamayacağı ise tamamen muhalefetin hünerine ve performansına bağlı. Kitle partisi olmak gibi, artık önemini kaybetmiş, içi boş bir söylemden vazgeçmemiş olsalar da, eylemde asıllarına rücu ettiklerini görüyoruz. Zeytinli Rock Festivali gibi son dönemde yasaklanan bir dolu etkinliğin yasaklanma gerekçelerine baktığımızda da bu “aslına rücu etme” hâlinin ne kadar da gerçek olduğunu görebiliyoruz. Bizzat kendilerinin ifadesi ile “iki sarhoşun” kurucu değerleri belirlediği ve hayata geçirdiği bir atmosferde, sarhoşluktan duyulan rahatsızlığın, yasaklama kararlarının gerekçelerinde faş edildiği bir dönemdeyiz. Üstelik bunu İlim Yayma Cemiyeti gibi aslı, nesli, anlayışı belli bir örgütün gazı ile yapıyorlar. Veya gazı ile değil de “aidiyet şuuru” ile desek sanki daha doğru olacak. Burada asıl sorun bu tür örgütlerin varlığı değil, bir azınlığı temsilen devlet kurumlarını yönlendirebilecek bir güce ulaşmış olmaları.

Tabi bu saçmalıklar tek yanlı değil. Geçtiğimiz hafta, Üstün Dökmen isimli bir profesör de “Başörtülü psikolog, başörtülü PDR uzmanı olması, meslek etiğine aykırıdır. Çünkü nötr olamazlar” gibi bir takım laflar etti. Bu açıklamanın; bir akademisyen tarafından, bilimsel terimler ile makyajlanarak yapılmış olması, söylenenleri akademik ve bilimsel kılmadığı gibi, ibreyi farklı bir gericiliğe ve çağdışılığa bükmüş oluyor. Hatırlarsanız geçen yıl Fikri Sağlar da benzer şeyler söylemişti ve eleştirmiştik. Bu tip açıklamalar; 28 Şubat travmasını yaşamış, işinden, gücünden, eşit eğitim hakkından olmuş ve sosyal vebalı muamelesi görmüş kitlenin konsolide olmasına, benzer şeyleri yaşama korkusunun tırmanmasına ve “Bunlar değişmez!” algısının güçlenmesine sebep oluyor. Algı ve manipülasyondan beslenen iktidarın arayıp da bulamayacağı imkanlar bunlar. Özellikle de; siyasi çaresizlikle cemevi ziyareti bile yaptıkları bu günlerde… Bu tiplerin, kamplaşmanın ayyuka çıktığı böyle bir dönemde ortaya çıkmaları ve abuk sabuk laflar etmeleri de ayrı bir konu. Kime ve neye hizmet ettiklerini bilmiyor olamazlar, biz yine de komplo ihtimalleri ile aramıza çektiğimiz hattı ihlal etmeyelim.

İnandırıcılığını yitirdiğinin farkındalığı ile ifade başta olmak üzere özgürlükleri ayaklar altına alan, dezenformasyon yasaları ile korku imparatorluğunu tahkim eden, her türlü başarısızlığı görünmeyen güçlere bağlayan ve tabanın gücünü ve desteğini kaybettikçe daha da otoriterleşen bir siyasi iktidar. Karşılarında da toplumsal karşılığı oldukça zayıf birilerinin, seküler çizgide, onlarla yarışan söylemleri. Bakalım kötülüğün hangi türü, sonucu belirleyecek olan sayıca önemli bir kesimi oluşturan kararsızları ikna etmeyi başaracak. Çetin Altan bu âlemden göçmeden evvel, torunlarına böyle bir ülke bıraktığı için hayıflanıyordu ya hani, sanırım biz bu gidişle torunlarımızın yüzüne dahi bakamayacak hâle geleceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi