Aytuna Tosunoglu
BULAŞICI HASTALIKLA DANS
Sanıyoruz ki, bu sadece bizim başımıza geldi.
Veba salgını atakları 20’inci yüzyılın ortalarına kadar süre dursun, 1918 yılında dünya birbiriyle yine hakimiyet için, yine ticaret yollarını ele geçirmek için, yine toprak ve kaynak paylaşımı gibi nedenlerle savaşırken tanımadıkları başka bir düşmanla karşılaşmışlardı. Aynı yıl savaş bitti, hayatta kalanlar evlerine dönerken adına sonradan İspanyol salgını dedikleri –aslında Amerikan virüsü olan- bir virüsü de yanlarında götürdüler ve yaydılar. Savaş dönemi olması nedeniyle sosyal hareketlilik fazlaydı. Evini sırtına yükleyen doğduğu yeri terk edip sıcak savaşın olmadığı yerlere göçüyordu. Bu da hastalığın dünyanın dört bir yanına rahat bir biçimde yayılmasını kolaylaştırdı.
Devamındaki dört yıl içinde ve on yıllara dayalı ataklar halinde gelen virüs milyonlarca insanı İspanyol gribinden öldürdü. Sağ kalanlar izolasyon, kendini karantinaya alma, toplu halde bir araya gelmelerde kısıtlama ve maske takma gibi önlemleri uyguladı. Uzun bir süre gazeteler hekim görüşlerine yer verdi, evinde hasta olanın yapması gerekenler maddeler halinde, periyodik olarak yayınladı. Bu konuda el ilanları basıldı. Yüz yıl öncesinin gazete başlıkları sokağa çıkarken maske takılmasını teşvik eden görsellerle, sloganlarla doluydu. Yüz yıl önce de polis mekanlarda maskesiz olanları uyarıyordu. Halk, yüz maskesi için kendi çözümlerini üretiyordu. Pandemi ilk önce kötü beslenen, bir oda dolusu ev halkıyla, kötü koşullarda birlikte yaşamak zorunda olan alttakileri vurmuştu. Aradan biraz zaman geçip normal hayatlarına, alışkanlıklarına dönen kesimler, hastalık geçmiş gitmiştir nasıl olsa diye düşünenler de İspanyol gribine yakalandı, birçoğu öldü.
İspanyol gribi salgınından sonra bir grup bilim insanı kendilerini virüsün kökenini ve doğasını belirlemeye adamıştı. Ancak bir başarı elde edebilmeleri, gribin şifrelerini çözmeleri onlarca yıl aldı. 1990’ların ortalarında, bunun kuş kökenli bir virüs olduğunu belirleyebildiler. 1970 yılına kadar (yani salgından altmış yıldan fazla bir zaman geçene kadar) konuyla ilgili tarihsel ve sosyolojik araştırmalar neredeyse yok. On yıllar boyunca pandeminin vurup dağıttığı insan hayatları içinde ve etrafında dolaşan romanlar yazılıyor, yayınlanıyor ama ilginç olan salgının sona ermesinden kısa bir süre sonra konuşma konusu olmaktan çıkması, gündemden düşmesi… Kamuya açık bir konuşma konusuyken, hızla ortadan kalkıyor. Yıllarca, süreli yayınlarda, özellikle de ders kitaplarında hiçbir şekilde bahsi geçmiyor. Toplu bir sessizlik var…
Yüz sene önce, politikacıların 1918 gribinin ciddiyetini küçümsemek için yine kendilerine göre nedenleri vardı ve daha başlangıcındayken basında az yer almasına neden olmuştu. Savaş halindeydiler ve savaş sırasında hastalık ifşasının düşmanları cesaretlendirebileceği düşünüldü, ayrıca kamu düzenini olduğu şekliyle korumak istediler. Panik çıksın istemediler. Ancak halk sağlığı yetkilileri bir zaman sonra bu sansürü basın yoluyla deldi. Birçok şehirde açıkça karantina uygulamaları başladı. Kamu çalışanları yarıya indirildi, polis ve itfaiye gibi temel hizmetlerde kısıtlamalar başladı vs.
Ortaçağdan bu yana bulaşıcı bakteri ve virüs hastalıklarından korunmak ya da hastalığı başkalarına yaymamak için bulduğumuz yöntem aynıdır ve toplum için fayda taşır.
Ülke yönetiminde olanların geçmişin bu basit bilgisini, normal hayatımızın ve alışkanlıklarımızın sekteye uğradığı zamanların bilgisini gökten gelmiş bilgi kutsallığında yaygınlaştırması gerekir. Teknolojik gelişmelerin tıp bilimine de yansıması sayesinde bugün virüsler ve daha birçok hastalıklar hakkında pek çok şey biliyoruz. Bilmeye de devam edeceğiz. Ama ucu görünmeyen bir yol bu. Dün İspanyol gribi virüsüydü, bugün Covid-19 virüsü, yarın başka bir salgın virüs…
Biz nüfusça kalabalıklaştıkça ve doğal yaşamın içine daha çok müdahale ettikçe virüsle buluşmalarımız daha sık devam edecek. Bu dans bitmez. Korkmak yerine korunmak gerek…
Konuyu unutturmaya çalışanlara duyurulur.