Boray Acar
Bu Rejimin Çocukları…
Siyasi iktidarın gelecek projeksiyonunu doğru okumak için yapılması gereken şeylerden önemli bir tanesi, elbette ki, ülkenin çocukları ve gençleri ile olan ilişkisine ve politikalarına bakmak. Tayyip Erdoğan, yakın tarihlerde “dindar nesil yetiştirmek” idealinden bahsediyordu. Mesajın şifresi “dindarlık” gibi görünse de kastının bu olmadığı çok açık… Kazıdığınızda da altından kendilerine tabi, itaatkâr, analitik düşünme kabiliyetinden yoksun (zihinleri dogmatizme mahkûm edilmiş), dahası düşünmesi istenmeyen bir birey modeli olduğunu görebiliriz.
Abbas Güçlü’nün Genç Bakış programına konuk olan Süleyman Demirel’in, gençlerin “doğru ve acımasız” soruları karşısında, kıvrak zekâsına ve siyasi tecrübesine rağmen nasıl zorlandığını hatırlayalım. Buradaki vurgu; üç gencin idamı Meclis’te oylanırken heyecanla el kaldıran bir siyasinin demokratlığı değil, siyasi serencamında, kendi gerçekleri ile yüzleşebilme ve hesap verme cesaretini gösterebilmiş olması… Aynı cesareti, henüz reşit olmayan Erdal Eren’i asabilmek için yaşını mahkeme kararıyla büyüten, üstelik bu durumdan hiç pişmanlık duymadığını söyleyen Kenan Evren bile göstermişti. Bugünün siyasilerinin veya daha da yakınlaştığımızda öfkesi kendinden menkul AKP reisinin gençlerle olan buluşmalarının, ellerine çanak sorular tutuşturulmuş gazeteciler ile yapılan televizyon programları ile olan benzerliği… Çatlak bir ses çıkması veya herhangi bir eleştiriye muhatap olması olasılık dâhilinde bile değil. Her yönü ile titizlikle planlandığı belli olan, samimiyetten yoksun ve daima zaferle sonuçlanan siyasi şovlardan herhangi bir tanesi.
Trabzon mitinginde sahneye çıkan çocuğun, Kılıçdaroğlu’nun gıyabında söylediklerini Erdoğan için söylemesi hâlinde olabilecekleri düşünmek bile istemeyiz. O durumda, “Nihayetinde çocuktur. Ama bununla ilgili bir sürü şey konuşuldu. Onların öyle demesi, böyle demesi çok da önemli değil. Biz ne yaptığımıza bakacağız; bu ülkenin evlatları arasında hiçbir ayrım yapmadan yolumuza da aynı kararlılıkla devam edeceğiz.” denmeyeceğinden de eminiz.
Gezi olayları sürecinde hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın, bizzat ülkeyi yönetenler tarafından “terörist” ilan edildiğini, annesinin meydanlarla yuhalatıldığını ve 14 yaşındaki bir çocuğun ucuz siyasi hesaplara nasıl malzeme edildiğini unutmak mümkün değil. Dönem siyasetinin; toleransı olmayan, masumiyet ile ihanet arasındaki sarkaca tutunarak yerini tahkim etmeye ve bir cinayeti aklamaya çalışma çabası kaygı vericiydi.
Geldiğimiz noktada bugünün dünden bir farkı yok. Boğaziçi öğrencilerinin başına gelenler de aynı siyasi anlayışın marifetidir. Hani; bir süre sonra liyakatsizliğine kendileri de karar vererek görevden aldıkları rektörün atanmasını protesto etmek gibi, anayasada yeri olan ve demokratik olduğu kadar haklı bir eylemin öznesi durumunda oldukları için şu “aşağıya bak”maya zorlanan gençlerden bahsediyorum… Devlet Bey’in “terörist olmak” ile itham ettiği gençler… Ne olduğunun farkında mıyız? Hainliği ve teröristliği tescillenerek mahkûm olan var mı içlerinden? Yoksa nisyan ile malul toplumsal hafızamız bu söylemleri de tarihin çöplüğünde çürümeye mi terk etti? Protestoların muhatabı “Bay Kemal” veya herhangi bir muhalif profil olsa idi, başları dik gezeceklerinden şüphesi olan varsa, Ankara’daki şehit cenazesinde ana muhalefet liderine saldıran şahsın, “bağımsız yargı kararı” ile nerede olduğuna bakabilir. Gerisini “kaçma riski olduğu” gerekçesiyle cezaevi ışıklığında volta atmak zorunda kalan Sedef Kabaş düşünsün.
Düşündükçe, konuştukça ve yazdıkça, giderek daha da tatsız bir hâl alıyor. Cemaat yurtlarında tacize ve tecavüze uğrayan çocuklarımız için –maalesef ki- “Bir kereden bir şey olmaz!” diyen bakanlarımız da oldu. Tam kırk beş çocuk mağduriyet yaşadı, bir o kadar aile tarumar oldu, yine de olay “münferit” olmaktan kurtulamadı. Olayın faillerinin, lanetlenmesi ve bir daha gün yüzüne dahi çıkamaması gerekiyorken dönemin MEB İnsan Kaynakları Müdürü olan şahıs, “Bu olayı topluma duyuranların, fasık ve günahkâr olduğunu” söylemişti. Dünyanın her yerinde kırk beş kere hükümet devirecek olayın yaşandığı dönemin bakanına tabii ki bir şey olmadı ve tek adam bürokrasisi içerisinde kendisine yeni görevler verildi, hülasa taltif edildi. Uşşaki tarikatı şeyhi tarafından cinsel istismara uğrayan kız çocuğunun veya “Deccal olduğu” gerekçesiyle bir başka cemaat yurdunda canice öldürülen gencin dramları, gerici yapılara gösterilen sınırsız tavizin neticesi olduğu kadar; rejimin, çocuklar ve gençlerle ilgili politikalarının da göstergesidir. Umarım karşılıksız kalmaz.