Boray Acar
Bakalım bu defa dönüşebilecek miyiz?
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun’da köklü değişiklikler getiren torba yasa, Mecliste kabul edildi. Yasanın kabulüyle birlikte de yasanın şüphe ve kaygı uyandıran belli başlı maddeleri üstüne tartışılmaya başlandı.
Esasen iyi niyetli bir uygulama süreci yürütülecek olsa kaygı duyulan yasa hükümleri toplum yararına kullanılabilecek nitelikte... Lakin; elindeki yetkileri vura kıra kullanan, işine gelmezse yetki sınırlarını da aşan AKP iktidarının hukuk ile arasının hoş olmadığı malum. Anayasa hükümlerinin açıkça ihlal edildiği, AYM üyelerinin suç duyurularıyla baskı altına alınmaya çalışıldığı günleri yaşıyoruz. Oysa aynı üyeler, aynı günlerde “Dezenformasyon Yasası”ndaki tehlikeli hükmü anayasaya aykırı bulmamışlardı. Ama Yeni Türkiye’de yok öyle arada sırada hukuksuzluk. Daima emrolunan kararları verecekler, söz dinleyecekler(!) İktidarın imar uygulamaları noktasındaki karanlık sicili ve kendisinden habersiz kupon arazilerle ilgili inisiyatif alınmasına sinirlenen reisinin varlığı, ucu açık yasa hükümlerinin, rant odaklı projeler üretmek için kullanılacağını ve işin mülkiyet gaspına kadar varacağını düşündürüyor.
Kaygılar ve şüpheler durduk yerde ortaya çıkmıyor. Zira; yasanın 2012 tarihinde ilk çıktığı dönemden itibaren yaşananlar var. Bilindiği üzere; kentsel dönüşüm yasasına tabi olan alanlar için bir vergi muafiyeti söz konusu idi. Olması gereken, dönüşecek alanda yaşayan veya mülkü olan hak sahiplerinin yenilenen gayrimenkulleri için vergi muafiyeti uygulanması idi. Ancak bu hak müteahhite kalacak olan gayrimenkullere de tanındı ve bir rant aracına dönüştü. Bazı belediyeler uyanıp tedbir alana ve müteahhite kalacak gayrimenkuller için kısıtlama getirene kadar deveyi havuduyla götüren götürdü. Benzer şekilde, içinde beş-on tane gecekondu bulunan Hazine arazilerine yapılan dev projeler için yasaya tabi olma hakkı tanındı ve yine rantiyeci müteahhit ve devletteki belli unsurlar bu işten nemalandılar. Buradaki kamusal kaybın bedeli de her zaman olduğu gibi topluma ödettirildi. Peki tüm bunlar oldu da ortaya ne çıktı diye soracak olursanız; Fikirtepe ve ona benzeyen bir sürü garabetin kentin silüetine kazınmış olduğu cevabını alırsınız...
Bugüne gelecek olursak… Riskli yapıların salt çoğunluğun kararı ile yenilenebilecek olması, popülizmden uzak doğru ve cesur bir hamledir. Bir kişinin kaprisinin ve açgözlülüğünün, geri kalan tüm kat maliklerinin sağlıklı koşullarda yaşama hakkını elinden aldığı çok sayıda vaka yaşandı. Tamam, siyasi iktidarın imar uygulamaları kamu yararı gözetmeyen, rant odaklı uygulamalar olabilir. Ama; bu iktidarı her türlü hukuksuzluğuna ve başarısızlığına rağmen ayakta tutan toplumsal vasatı, açgözlülüğü ve kat üstüne kat koymayı marifet sayan mülk fetişizmini de göz ardı edemeyiz. Yenilenmesine karar verilen yapıların kim tarafından, hangi koşullara bağlı olarak yapılacağı da ayrı mesele. Bu süreçler, yine müteahhidi kollamayı önceler ve devletin kontrolü altına yürütülmezse, aynı filmi izlemeye devam ederiz.
Üstünde en fazla durulması ve uygulama süreçleri takip edilmesi gereken nokta, yerleşim yerlerinin rezerv alan ilan edilebilecek olması hükmü... Karayolları, Dikimevi, Milli Saraylar arazileri gibi örnekler ortada iken, karar sahiplerinin böyle bir yasa maddesiyle neler yapabileceklerini insan düşünmek dahi istemiyor. Umuyoruz ki bu iş, insanları evlerinden çıkarıp uydu kentlere sürmeye ve rezerv alan gerekçesiyle yeni rant projeleri üretmeye varmaz. Yerel yönetimlerin bazı yetkilerinin Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na devri ne gibi sonuçlar doğurur diyenler içinse, belediyeleri by-pass ederek bakanlıkta plan tadilatı yaptıkları Zorlu Center gibi projelere bakmalarını öneririz.
Bitirirken; bu sürecin takip sorumluluğu aslen “Değişimci Muhalefet”in işi... Ne kadar etkin olacaklar, göreceğiz.