Serap Durusoy
Asgari yaşamın geçim ücreti
Ülkemizde paradigma değişimine bağlı olarak bir yıldan beri uygulanmakta olan politikanın bir sınıfsal tercihinin olması ve bu politikada önceliğin cari açığa verilmesi gelir ve servet dağılımını daha da bozucu bir etki yarattı. Enflasyon, yüksek kur, işsizlik ve yoksulluk sarmalı içerisindeki ekonomimizde beklentilerin de kötüleşmesi sorunların çözümünü elbette ki daha da güçleştiriyor.
Yüksek enflasyon karşısında ekonomik aktörlerin geliştirdikleri koruma refleksi dolarizasyonu da güçlendiriyor.
Her ne kadar enflasyona rağmen faiz indirimlerine gidilerek kur oynaklığının uzun süre devam etmesinin ülkeyi para krizine sokmasına çözüm olarak geliştirilen önlemlerle (TL mevduat hesaplarını kura endeksleyen siyasi irade) dolarizasyon engellenmeye çalışılsa da aslında dolarizasyonu daha kalıcı bir hale getirerek fiyatların da dolara endekslenmesine yol açacak bir ortamın oluşmasına zemin hazırlandı.
Bu durumda enflasyonun daha da artmasına bağlı olarak kaybeden yine halk oldu.
TL’ye döviz kuru kazancını garantileyen KKM gibi önlemlerin parasal krize çözüm olmanın ötesinde bir döviz alım fırsatı doğurarak yüksek dolarizasyon, fiyatları dolara endeksleyerek yüksek enflasyon ve tüm bunlarla mücadele etmek zorunda kalan yoksul halk kesimini çoğalttığı söylenebilir.
Nitekim ekonomik büyümeye en büyük katkı tüketimden gelse de hane halkının büyümeden aldığı pay giderek azalıyor.
3. çeyrekte ana gruplara bakıldığında yıllık yüzde 7,4’ lük büyümeye en yüksek katkı 6,8 puanla net ihracattan gelmekle birlikte ihracatı 5,4 puanlık katkıyla hane halkı tüketimi izledi. Buna rağmen işgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 29,5 iken bu oran 2022 yılında yüzde 26,3 oldu.
Görülüyor ki resmi rakamlar dahi hissedilmeyen ve sözde bir büyümenin olduğunu ortaya koyuyor.
Bu bağlamda bu rakamlar asgari ücret belirlenirken resmi enflasyon verilerinin dışında büyüme oranlarının da göz önüne alınması ve ekonomik büyümeden asgari ücretliye de pay verilmesi gerekliliğini ortaya koyuyor.
BİSAM (Birleşik Metal İş Sınıf Araştırmaları Merkezi) tarafından yapılan hesaplamaya göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı Kasım 2022 için 7 bin 818 TL açlık sınırı üzerinden, hane halkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan hesaplama sonuçlarına göre ise yoksulluk sınırı 27 bin 41 TL olarak hesaplandı.
Hal böyle iken bu haftanın en sıcak konusunu oluşturan Türkiye’de çalışanların yüzde 47’sini ilgilendiren ve binlerce emekçinin ve işverenin dört gözle beklediği yeni asgari ücretteki kaos çözülemedi. Her yıl 4 kez toplanan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun işçilerin, işverenlerin ve kamuoyunun beklentilerini karşılayabilecek bir karar alması elbette ki kolay değil. Komisyon ilk toplantısını 7 Aralık, ikinci toplantısını 14 Aralık ve üçüncü toplantısını ise 20 Aralık’ta gerçekleştirdi.
Bilindiği üzere 2021 yılının sonunda asgari ücret yüzde 50’lik zamla 2 bin 825 liradan 4 bin 253 liraya çıkarıldı. Ancak artan hayat pahalılığı nedeniyle sendikaların belirlediği açlık sınırın altına inmesinden dolayı temmuzda yüzde 29’luk ikinci bir ara zam getirilerek 5 bin 500 TL’ye çıkarılmak zorunda kalındı.
Şimdilerde ise farklı farklı rakamlar dillendiriliyor.
Enflasyonun asgari ücretlinin satın alma gücünde yarattığı azalmayı önleyebilmek için en az yıl sonu enflasyon oranının üstünde bir gelir artışı yapılması gerekiyor. TÜİK’in komisyona sunduğu rakam önemli. TİSK’in ve Türk-İş’in belirlediği rakamlar da var. Elbette ki Cumhurbaşkanı’nın yapacağı açıklama belirleyici olacak.
Enflasyonu düşürmeyi geri plana iten ve baz etkisi ile düşeceğine umut bağlayan politika yapıcıların enflasyon karşısında eriyen asgari ücreti artırması emekli ve iş dünyasının da serzenişlerini artırıyor.
Zira emekli maaşlarının asgari ücretin altında kalması ve makasın giderek genişlemesi sorunu başka bir düzleme taşıyor.
Öte yandan asgari ücretin üzerinde maaşla çalışanların gelir vergisi ve damga vergisi ödemesi nedeniyle eline geçen rakam azalıyor ve asgari ücretin altında maaş alma riski ile karşı karşıya kalınıyor.
Diğer yandan asgari ücret artışının maliyetler nedeniyle istihdam kaybı yaratmaması için vergi düzenlemeleri ve kamu desteğini de zorunlu kılıyor.
Bu nedenle işverenin yüklenebileceği primler ve katlanabileceği maliyetin iyi belirlenmesi önemli. Aksi takdirde istihdamda daralma riski artacağı gibi işverenin ilave iş gücü alımını da engelleyecek bir ortam oluşacaktır.
Türk-İş Başkanı 9.000 TL’nin altındaki artışı kabul etmeyeceklerini belirtti. İşverenler ise 8.500 üzerinde duruyor.
Her ne verilirse verilsin yapılan artış hayat pahalılığına çare olmayacak.
Ayrıca 9,000 TL’nin altındaki bir rakam yeni asgari ücret artışlarını gündeme getirecektir. Zaten seçim konjonktürü de böyle bir artışı destekleyecek ortamı oluşturacaktır. Yani seçime yakın yeni artışların gelmesi ihtimali yüksek.
Bu bağlamda rakam belirlenirken enflasyon ve gıda enflasyonu dışında sektörel farklılıkların dikkate alınması gerekiyor. Zira emek yoğun sektörlerde asgari ücretteki artış maliyetler üzerinde daha çok etkili oluyor.
Bölgesel farklılıklar da önemsenmeli. İstanbul gibi enflasyonun daha yüksek olduğu şehirlerde yaşamanın maliyeti ile diğer küçük şehirlerdeki ile aynı değil.
Sonuç olarak tespit edilecek rakam emek piyasasındaki aktörleri memnun edecek düzeyde olmalı. İşverenin ödeyebileceği, işçiyi de mutlu edecek bir rakam belirlenmeli. O nedenle asgari ücreti sadece geçmiş enflasyon dikkate alınarak belirlemek yerine potansiyel enflasyon ve milli gelirden alınan payın göz önüne alınarak belirlenmesi önem taşıyor.