Eda Yılmayan
‘Arkadaşım için’
İki gencin dostluklarını konu alan ‘Arkadaşım İçin’ kitabı Irmak Zileli’nin ‘Bozuk Saat’ kitabından sonra ikinci gençlik romanı. “Biz kötü bir şey yapmadık” sözleriyle başlayan kitap; iki gencin Ezgi ve Yunus’un hikâyesini anlatıyor. Ezgi orta sınıf bir ailenin kızı. Çizim yapmayı seviyor ancak ailesi onun bu alanla ilerlemesini istemiyor. Yunus ise kundakta minicik bir bebekken karakol kapısına bırakılmış, çocuk esirgeme yurdunda büyümüş, kimsesiz, eskici dükkânında çalışan bir genç. Herkes ondan kaçıyor çünkü yüzünün yarısı yanık. Ezgi’nin ise bu genç dikkatini çekiyor. Onda gizemli bir şey buluyor ve Yunus’un resmini çizmeye başlıyor. Her iki gencin yaşadıklarını, birbiriyle olan dostluklarını, önyargısız kurdukları iletişimi, Yunus’un ailesini bulmaya kadar varan mücadelelerini kitap boyunca soluksuz okuyoruz. Tüm hikâyeyi Ezgi’nin anne ve babasının her ikisini de ayrı odalarda sorgulamasıyla öğreniyoruz. Kitabı okurken kendi önyargılarımızla da yüzleşiyoruz. Irmak Zileli öyle bir kurguyla okuru karşılıyor ki adeta çocukların sorgulandığı odalarda biz de bir kenarda oturuyor gibiyiz.
İlk romanı ‘Eşik’ ile 2012 Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanan ardından ‘Son Bakış’ kitabıyla 2020 Duygu Asena Roman Ödülü’nü alan yazar, Memet Fuat Yayıncılık Ödülü’nü alan Köprü Kitaplar koleksiyonu için ‘Arkadaşım İçin’ kitabını kaleme aldı. Irmak Zileli ile iki gencin dostluğunu ele aldığı romanını ve yazım sürecini konuştuk.
Sosyal antropoloji eğitimi alıyorsunuz. Daha sonra dergi ve gazetelerde muhabirlik yapıyorsunuz. Yazıyla mesleki olarak da haşır neşirsiniz. Kitap yazmaya nasıl başladınız?
Annem gazeteci, babam yazar. Evimizin üç duvarı kitaplarla çevriliydi. Okumayı hep çok sevdim. Remzi Kitap Gazetesi’nde editörlük yaptım. Orada bolca röportajlar, yazarlarla söyleşiler yaptım. Radikal Kitap’ta yazdım. Bir gün babama bir şey olsa ne olur sorusunu düşünürken, babamla inişli çıkışlı bir hikâyemiz vardı, yazmaya başladım. Bir öykü gibi başlayıp romana doğru evrildi. Kendi otobiyografik hikâyemi roman içerisinde kurgulamanın bana da iyi geleceğini fark ettim. Yazmayı hikâye kurmayı ne kadar sevdiğimi gördüm. İlk romanım ‘Eşik’ böyle çıktı. Türkiye’nin hikâyesi olduğunu düşündüm.
‘Eşik’ kitabınızla 2012 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandınız. ‘Bozuk Saat’ isimli bir kitabınız da var. ‘Son Bakış’ kitabınızla da 2020 Duygu Asena Roman Ödülü’nü aldınız. Son yayımlanan kitabınız ‘Arkadaşım İçin’ ise Günışığı Yayınları tarafından yayımlanan ‘Köprü Kitaplar’ serisinde yer alıyor. Hemen hemen her üretiminizle bir ödülünüz var. Ödüller size sorumluluk yüklemiyor mu?
Günışığı Yayınları’nın çıkardığı ‘Köprü Kitaplar’ serisinin çok anlamlı bir işlevi var. Genç okurlar yetişkinlikte okuyacakları yazarları bu seriyle henüz gençken tanımış oluyorlar. Ben de Köprü Kitaplar’dan çıkan çağdaşım yazarları okuyorum. Onların arasına dahil olmak çok güzel bir his. Semih Gümüş’ün editörlüğünde çok güzel kitapların çıktığı bir seri. Memet Fuat Ödüllü bir koleksiyon. Bu ödülü de hak ediyor.
Yunus Nadi ilk roman ödülümdü. Ödüllere sevinmek ve geride bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Ama ben ödül aldım deyip sürekli zihninizin içinde o ödülü tutarak yazıp çizemezsiniz. O kitabın ödül almış olmasından dolayı o kitap gibi ürünler ortaya koymaya kalkarsınız. Aynı şeyleri yazmaya başlayabilir veya risk almamaya başlayabilirsiniz. Olumlu- olumsuz eleştiriyi veya ödülü de aşırı önemsememek gerekiyor. Ödüle sevinip ondan sonra işimize bakmak yapmamız gereken şey galiba.
“KİTAPLARIMDA ANLATICIYI DA KURGULUYORUM”
Ezgi ve Yunus’un arkadaşlığının perde arkasını, Ezgi’nin anne ve babasının her ikisini de ayrı ayrı sorgulamasıyla öğreniyoruz. Anne ve babanın sesini hiç duymuyoruz ama duyar gibiyiz. Arada hiçbir kopukluk olmadan çocukların söylediklerini okuyoruz. Kurguya nasıl karar verdiniz?
Fikir şöyle oluştu: Romandaki mesele çocukların önyargısız bir şekilde dostluk kurabildiği ama yetişkinlerin bu konularda daha ön yargılı tırnak içinde daha kirli bir bakışları olduğu yönünde. Aileler gençlerin arkadaşlıklarına karşı daha önyargılı olabiliyor. Ezgi entellektüel, kentli orta sınıf bir aileden. Ailenin Ezgi’ye karşı korumacı yaklaşımını ve Yunus’a karşı da önyargılı tavrını göstermek istiyordum. Bunu vurgulamanın en önemli yolu o gençlerin seslerinin duyulmasıydı. Hikâyeyi Ezgi’nin ve Yunus’un anlatması gerekiyordu. Filtresiz bir şekilde bizim de ön yargılarımızı kıracak bir biçimde, sadece anne babaya değil bizlere de anlatmaya ihtiyaçları vardı. Anne babanın seslerini hiç duymayalım sadece gençlerin sesini duyalım istedim. Bunun için de anlatıcı meselesine kafa yormam gerekiyordu. Diğer romanlarımı okuyanlar bilirler. Ben anlatıcı konularına kafayı takan biriyim. Yani kurmacanın içerisinde bir hikâye anlatılıyorsa o anlatının bir gerekçesi, hikâyenin bir parçası olarak anlatıcının da kurgulanması gerektiğini düşünüyorum. İki genç konuşacak ama nerede konuşacak? Bir yazarın kaleminden çıkmış bir metin olmamalı. Bunları yazamayacaklarına göre bir yerde anlatıyor olmaları lazım. Anne, baba tarafından iki farklı odada sorgulansınlar. Hem de bu sorgulamada ön yargılı tutum, çocukları dinleme konusundaki kapalılık görülsün istedim. Ezgi ortadan kaybolmuş. Ezgi’yi bulduklarında karşılarına alıp “Hadi anlat bakalım” deyişleri, hesap sorucu bir tarzı da hikâyenin içinde kurgulamak istedim. Anne babanın sesini hiçbir şekilde duymadık. Ezgi ve Yunus’un zihninde, cümlelerinde bakış açısından onları duyalım istedim. Anne ve baba Ezgi ile Yunus arasında asla gölge olmamalıydı.
Kitabı yazarken anne olarak kendi önyargılarınızla da yüzleştiniz mi?
Muhakkak yüzleştim. Mesela bazı aileler çocuklarına “Manga kitaplar yerine düz romanlar oku” diyor. Bunu ben de yapıyorum. Kendimi tutuyordum ama içimdeki ses “Normal kitap da mı okusa” diyordu. Sonra sonra fark ettim. Mangaları açıp baktın mı neyi eleştiriyorsun? Diye sordum kendime. Sadece yabancı olanı, farklı olanı yadırgama refleksi bu.
Ezgi’nin anne, babası sonunda ikna oldu mu? Ne dersiniz?
Yorum okuyucuya kalsın. Diyalogdan sıcaklık doğar. Çocukların kararlılığı, kendilerini ifade etmeleri önemli. Kitabın ebeveynler tarafından okunmasını önemsiyorum. Sorumluluk ailelerde. Çocuk da gelsin derdini anlatsın dememek gerekiyor. Bu kitabı okuduklarında belki zihinlerinde bir parçacık da olsa bir şeyler değişebilir. Karşısındaki yetişkin ne kadar kararlı olsa da çocuklar sözünü söylemekten vazgeçmemeli. Bir taraf konuşup bir taraf dinlemeyi öğrendiğinde çözülemeyecek bir şey yok.