Eda Yılmayan
"Umudum var"
“Biz düşman çizmesinden kurtulduğumuzda insanını binbir bulaşıcı hastalığın perişan ettiği, nüfusun yüzde doksanının okur yazar olmadığı, yanık topraklarında köylüsü karasabana muhtaç o çok yoksul halkı, azmi sayesinde fabrikasıyla, üretimiyle, bilimi ve sanatıyla on yılda itibarlı devletler arasına sokabilmiş bir Ata’nın evladıyız. Bugün başımızda Atatürk’ün dehasına sahip liderlerimiz yok, vatan Türkçe bilmeyen yabancılarla dolu ama düşman çizmesi altında değiliz. Madem çok daha zor şartlarda başardık, yine başarmak bizim elimizde.”
Gölgesinde uzanabileceğiniz ağaçların olmadığı, denizlerinde balıkların yüzmediği, kuşların, binbir çeşit canlının yok olduğu, neşesiz, aşksız, insanların beslenme haplarıyla yaşadığı, hiç durmadan çalıştığı, çorak bir yer hayal edin. Edebiyatımızın üretken kalemlerinden Ayşe Kulin, yeni romanı Yarın Yok’ta iklim krizi ve insanın hiç bitmeyen hırsı yüzünden yok olma eşiğine gelmiş bir dünya tasavvur ediyor. Bir distopya gibi okunabilecek metinde yazar, günümüzden yüzlerce yıl sonra dünyaya bakıyor. Baktığı o dünya bugünkü halinde değil! Büyük bir savaş yaşayan insanlık bu savaşın sonunda takvimi sıfırlamak zorunda kalmış. Yaşama yeniden başladıklarında ise dillerinde hep barış sözcüğü var. Yok olan gezegeni, kaybolan değerleri, mutluluğu geri getirmek ise mümkün değil. Yazarın yarattığı yeni dünyada virüslerle savaşan bilim insanlarının zorlu mücadelelerine tanık oluyoruz.
Edebiyatımızın usta kalemleri yeni metinlerinde; yapay zekaya, paralel evrenlere, başka bir yaşamın mümkün olabileceğini anlatan ütopyalara ya da distopyalara yer veriyor. Ayşe Kulin de yarattığı distopyadan yola çıkarak insanı nasıl bir geleceğin beklediğine dair sorularımızı yanıtladı.
Okura yarının olmadığını, vaktin bugünde, anda olduğunu anlatmaya nasıl karar verdiniz?
Bugün içinde yaşamakta olduğumuz sistemi değiştiremediğimiz taktirde Dünya’nın sonunun geleceğine inancım kesin çünkü dünyamızda akıl ve vicdan sahibi hiç kimsenin onaylamayacağı bir sistem hüküm sürüyor. Örnek: 300 milyon nüfuslu Amerika’da, ülkenin en alt tabakasının yıllık kazanç seviyesi, yine Amerika’da yedi kişilik akrabanın sahip olduğu bir şirketin toplam servetine eşit. Ait olduğumuz kapitalist rejim, zenginleri çok zengin yoksulları ise çok yoksul yapan bir sistem. Zenginler varlıklarını sürdürebilmek için insanları sürekli aşırı harcamalara özendiriyor. Zengin daha zengin olurken, yoksul daha da yoksullaşıyor. Doğanın tüm değerlerini, suyunu, bitkilerini, hayvanlarını ihtiyacın çok ötesinde tüketiyor, doğayı talan ediyoruz. Kitabımda bu konuya farkındalık yaratmayı amaçladım.
İklim kriziyle dünya tehdit altında. Sıcaklık ve susuzluk nedeniyle iklim göçlerinden söz ediliyor. Dünyayı kitabınızda anlattığınız gibi; susuz, ağaçsız, aşksız, beslenme haplarıyla hayatta kalınan hatta yüzlerimizden ifadelerin dahi kaybolduğu, insanların da makineleştiği bir gelecek mi bekliyor?
Bugüne kadar yazılan gerçek üstü ve geleceğe dair kurgulanmış edebiyat eserlerinde hayal edilenlerin hepsi gerçekleştiğine göre demek yazarların bilinçaltlarında kendilerinin dahi farkında olmadıkları bilgiler gizli. Kimbilir belki benim de parmak uçlarımdan ilerde olabilecekler dökülmüştür. Ayrıca tüm kutsal kitaplar ilahi adaletin ergeç tecellisinden söz ederler. Bu bilginin ışığında, son yıllarda şahit olduğumuz utanmazlık, merhametsizlik, adaletsizlik ve açgözlülük, geleceğin insanî hasletlerini ve duygularını kaybetmiş yeni insanın ipuçlarını vermiyor mu sizce?
Dünyada iklim kurgu edebiyat gündemde. Buket Uzuner’in Tabiat Dörtlemesi; Su, Hava, Toprak ve Ateş kitapları buna örnek olarak gösterilebilir. Yarın Yok kitabınız da bu edebiyat türüne örnek olabilir mi?
Buket Uzuner’in kitaplarında kadim bilgiye ulaşma azmi var. Benim distopyam ise, kötülüğü iyiliğe tercih etmiş günümüz insanını yansıtıyor.
Yüzyılların birikimini, kazanımını cehalet ve kötülüğe tercih eden toplumların ve savaşı barışa tercih eden liderlerin çoğunlukta olduğu dünyamızda elimden ütopya çıkamıyor çünkü ben gerçekçi bir insanım.
İklim kriziyle ilgili sizce edebiyatçılara da bir sorumluluk düşüyor mu? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Sadece yazarlara değil her bir vatandaşa da sorumluluklar düşüyor. Biz yazarlar olarak yazdıklarımızla ancak yanlışlara dikkat çekebiliriz, farkındalık yaratabilmek için çabalarız. Bu sorumluluk bizden çok devletleri idare edenlerin sırtında olmalı. İklim krizine sebep olan ögeleri ve önlemlerini öncelikle ders olarak okullara sokmalı, çocukları doğaya duyarlı yetiştirmeliler. Su ve elektrik israfını önlemeliler. Aşırı ve lüks tüketimi önleyici tedbirler almalılar ve ormanları, meraları bina dikmek için talandan vazgeçmeliler.
“AHLAK SAHİBİ LİDERLERİN TOPLUMA ÖRNEK OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM”
Kitabınızda “Temiz ahlaklı olmak, buluşlarımızdan, keşiflerimizden, icatlarımızdan da öncelikliydi. Çünkü gezegenemiz içinde bulunduğu perişanlığa ahlak yoksunu; bencil, hırslı, gözü doymayan halkların çıkardığı menfaat savaşları yüzünden düşmüştü” diye anlatıyorsunuz. Türkiye bugün bir seçime gidiyor. Gerginleşen siyasal ortamda bırakın iklim krizini ülkemizi ilgilendiren başka şeyleri dahi konuşamaz hale geldik. Siyasetin dili Türk siyasal yaşamında belki de hiç olmadığı kadar kirlendi. Halk sandıkları korumaya çalışıyor. Güven ortamı yok. Ahlaklı olma vurgunuzdan yola çıkarak en çok ihtiyacımız olan şey temiz ahlak mı?
Başkalarının önceliklerini bilemem ama ben çok uzun yıllardan beri dürüst yönetici özlemi içindeyim. Balık baştan kokar, bizim atasözümüz ve her atasözü gibi kesinlikle bagajında büyük bir birikim taşıyordur. Kısa yanıtım şu; evet, ahlak ve insaf sahibi, merhametli, adalet duygusu sağlam liderlerin toplumlarına örnek olacağına inanıyorum.
Dünyanın yaşadığı yıkımdan sonra insanların dillerinin de değiştiğini görüyoruz. Selamlaşma sözcükleri değişiyor. Birbirlerine barışlar olsun veya vedalarda barışla kal diyorlar. Dilin değişmesi neden önemli? Bir edebiyatçı olarak dile yaptığınız vurgunun önemini anlamak isterim.
Buradaki amacım, barış olgusunu roman kahramanlarımın gönüllerine ve dillerine kalıcı olarak işlemekti. Barışlar Olsun ile Barışla Kal, benim için Hayırlı Günler ve Selametle Git demekle eş değerde çünkü barışın hüküm sürdüğü ülkelerde hayırlı, selametli günler; savaşan ülkelerde ise korku, şiddet, acı ve ölüm vardır. Kanıtını görmek için sanırım yanıbaşımızda savaşan iki ülkeye göz atmanız yeterli olur.
“YAPAY ZEKÂYI TEHLİKELİ BULUYORUM”
Dünyanın yaşadığı büyük yıkımın ardından yeni dünya düzeninde robotların artık savaşlarda değil, sadece insan gücünü aşan işlerde ve bilimsel alanlarda çalıştırılmak üzere yeniden tasarlandığından söz ediyorsunuz. Gündüz Vassaf’la son kitabından yola çıkarak yaptığım söyleşide “Yapay zekâ kovacak bizi bu dünyadan. Savaşlardan kurtulmalıyız kararına varınca savaşların nedeni insan, savaşsız bir dünya için insansız bir dünya gerek diyecek. Bugünlerdeki korku da bu” demişti. Siz buna katılır mısınız? Yapay zekâ konusundaki gelişmeleri takip ediyor musunuz?
İnsansız bir dünya düşlemek yerine ben savaşsız bir dünya düşlemeyi tercih ediyorum. Belki de bu erkekle kadının farkıdır. Doğurgan olan bizler, yaratma gücü elimizden alınsın istemeyiz elbette... Doğuracağız, doğurduklarımıza sevgi ve emek vereceğiz, onlar için en iyisini düşleyeceğiz ki, en iyisi insanların barış içinde yaşadıkları bir dünyadır.
Yapay zekâyı ise tehlikeli buluyorum, daha bugünden çocuklar ödevlerini yapay zekâya yaptırmaya başlamışlar, bu insan beyninin tamamen tembelleşmesine, insanın moronlaşmasına yol açar. Yapay zekâyı hayata geçirecek kadar akıllı olan insanoğlu, dilerim kendi yaratığının esiri asla olmasın.
Kitabınıza “Ah dünyanın en zeki ama en vahşi ve bencil mahluku insan; bunca bilimsel devrime rağmen yeryüzünde demek hâlâ virüslerle savaşıyorsun. Oysa asırlar boyu birbirinizle savaşacağınıza, zamanınızı enerji ve imkanlarınızı dayanışmaya, bilime, sanata ayırabilseydiniz huzur içinde yaşıyor olacaktınız” ifadeniz var. Böyle bir dünya inşa etmek mümkün mü? Umudunuz var mı?
Umudum var çünkü biz düşman çizmesinden kurtulduğumuzda insanını binbir bulaşıcı hastalığın perişan ettiği, nüfusun yüzde doksanının okur yazar olmadığı, yanık topraklarında köylüsü karasabana muhtaç o çok yoksul halkı, azmi sayesinde fabrikasıyla, üretimiyle, bilimi ve sanatıyla on yılda itibarlı devletler arasına sokabilmiş bir Ata’nın evladıyız. Bugün başımızda Atatürk’ün dehasına sahip liderlerimiz yok, vatan Türkçe bilmeyen yabancılarla dolu ama düşman çizmesi altında değiliz. Madem çok daha zor şartlarda başardık, yine başarmak bizim elimizde.