“Bekos!”

Halen konuşulan ya da unutulmuş 7 binden fazla dilin varlığından haberdarız; geride hiçbir iz bırakmadan yok olup gidenleri de hesaplarsak bu sayının çok daha fazla olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır.

andrea-mantegna-madonna-della-vittoria-detay-1496.png
Andrea Mantegna Madonna Della Vittoria

“Mısırlılar, Psammetikos zamanından önce, kendilerini dünyanın ilk insanları sayıyorlardı. Ama gün gelip de Psammetikos krallığı ele alınca ve ilk insanların kimler olduğu merakına düşünce, işte o günden sonra diyorum, kendilerini gene bütün öbürlerinin en eskisi saymakla birlikte, Phrygia’lıların kendilerinden de eski oldukları kanısına geldiler. Psammetikos, soruşturmalarına rağmen, dünyaya gelen ilk insanların kimler olduğunu öğrenemeyince şu çareye başvurdu: Bir çobana, rastgele iki tane yeni doğmuş çocuk verdi, bunlar ağıla konacak ve şöyle büyütülecekti; çoban, belli saatte keçileri alıp yanlarına götürecek, süt içirip iyice doyuracak, sonra da kendi işlerine bakacaktı. Psammetikos’un böyle yapmasının nedeni, çocukların viyaklamalar çağını aştıktan sonra ağızlarından çıkacak ilk sözü yakalamaktı; gerçekten de öyle oldu. Üzerinden iki yıl geçince, bir gün çoban, kapıyı açıp içeri girdi, önünde diz üstü oturan iki çocuk, ellerini uzatarak, ‘Bekos!’ diye bağırdılar. Çoban bu sözü ilk duyduğunda bir şey demedi, ama daha sonra da her gelişinde aynı sözü işitince efendisine haber verdi ve isteği üzerine çocukları kendi görsün diye aldı ona götürdü. Psammetikos kendi kulağı ile de duyduktan sonra, herhangi bir şeye bekos adını vermiş olan insanların kimler olduklarını aramaya koyuldu; araya taraya Phrygia’lıların ekmeğe ‘bekos’ dediklerini öğrendi. Böylece ve bu ipucuna tutunarak Mısırlılar Phrygia’lıların kendilerinden daha eski olduklarını itiraf ettiler.(1)

Babil Kulesi

İnsanların başlangıçta ortak bir dil konuştuğu düşüncesi ilk kez eski dost Herodot’un “Tarih”inde anlatılan bu bölümde geçer. Gerçi altında her insanın bu ilk dili doğuştan bildiği gibi çocukça bir düşünce yatsa da aslında temel fikir çok yanlış değil.

Benzer bir öykü Tevrat’ta, Yaratılış Kitabı’nın 11. Bab’ında Babil Kulesi için anlatılır:

“Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”

RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.”

Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil(2) adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.”

Özellikle 20. yüzyıl sonlarından başlayarak gelişen genetik biliminin yardımıyla, günümüz insan nüfusunda görülen genetik farklılıkların, olası mutasyon hızları göz önüne alınarak geriye doğru işletilmesiyle (kozmolojideki “Büyük Patlama” fikri de benzer bir yöntemin sonucudur), tüm insanların yaklaşık 200 bin yıl önce Afrika’da yaşayan dar bir Homo Sapiens topluluğundan türediği sonucuna varılmaktadır, ki bunların günümüz anlamıyla dil olmasa bile bir ön-dil (proto-language) konuştuğuna kuşku yok. Zaten tersi de düşünülemez; iki buçuk milyon yıldır alet yapabilen, işbirliği yaparak avlanan ve paylaşan, birlikte yaşayan, birlikte göç eden insan topluluklarının tüm bunları başarabilmek için basit ses ve jestlerden daha etkili bir iletişim aracına sahip olması gerekir. Peki bu ilk dil nasıldı; kuşkusuz bilmiyoruz ancak tekil sözcüklerden oluştuğunu, tümceler, tamlamalar, zamanlar ve ekler gibi bugünkü dillerde rastlanan karmaşık yapıların henüz ortada olmadığını düşünebiliriz.

Halen konuşulan ya da unutulmuş 7 binden fazla dilin varlığından haberdarız; geride hiçbir iz bırakmadan yok olup gidenleri de düşünürsek bu sayının çok daha fazla olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Dili kullanarak, üşüdüğümüz gibi basit bir durumu ya da kuantum fiziği gibi karmaşık bir konudaki düşüncelerimizi aktarabiliyoruz. Peki bu yeteneği ne zaman geliştirdik, dili kullanarak konuşmaya ne zaman başladık?

Makaklar

İnsanların ne zaman konuşmaya başladığı ve dilin neden böyle evrimleştiğine dair çeşitli bakış açıları ve kuramlar var; en çok kabul görenlerinden biri “Larengeal(3) İniş Teorisi” (LİT); bu kuram Homo Sapiens’in önceki insansı türlerine göre daha alçakta bir ses borusuna ve daha uzun ses tellerine sahip olmasından yola çıkarak, bunun Homo Sapiens’in daha geniş bir ses yelpazesine sahip olmasına ve “a”, “e”, “o”, “i” gibi sesleri çıkarabilmesine olanak sağladığını öne sürer.

Uzun yıllar boyunca baskın kuram olan bu görüşü sorgulayanlar da yok değil. Örneğin 2019'da Science Advances dergisinde yayımlanan bir çalışmada, eski dünya maymunlarından makakların konuşmak için gerekli gırtlak anatomisini taşıdığı ve "bit" "bet" "bat" "but" ve "bot" gibi sesleri çıkarabildiği yer aldı. Ancak makaklar basit de olsa bir dil geliştirmiş değil bugüne dek; o zaman yalnızca gırtlağın anatomik yapısının konuşabilmek için gerekli olsa da yeterli olmadığı anlaşılıyor. Bugün biliyoruz ki, konuşabilmek için beynin farklı bölümleri, saymak gerekirse, Serebrum, Broca Alanı, Wernicke Alanı, Arkuat Fasikül, Beyincik ve Motor Korteks, bilişsel olarak gelişmiş olmalı ve eşgüdümle işleyebilmeli. Belli ki dil, ağız, farenks, burun geçişleri ve larenksin aşamalı olarak evrim geçirmesi beyindeki bu bölümlerin gelişimiyle yan yana yürüdü ve bunun sonucunda konuşma yeteneğimizi kazanarak dili geliştirebildik.

Bunun ne zaman olduğuyla ilgili çeşitli tahminler olsa da, özellikle Homo Sapiens mezarlarında bulunan eşyaların, bundan 50 bin yıl önce insan topluluklarının bilişsel yetenek ve maddi kültürlerinde ciddi bir sıçrama yaşandığını göstermesine koşut olarak, kısmen gelişmiş bir dilin de aynı dönemde ortaya çıktığı konusunda yaygın bir görüş birliği var. Eğer durum böyleyse, 50 bin yıl önce Homo Sapiens toplulukları dünyanın pek çok bölgesine dağılmış durumdadır ve bu yalıtılmış toplulukların çok farklı diller geliştirmiş olmaları da çok doğal. Yani Afrika’daki küçük topluluğumuzda tek bir ön-dil konuşuyor olsak da sonrasında bir “dil” olarak adlandırılmayı hak eden karmaşık sözel yapılar dünyanın pek çok farklı yerinde ortaya çıkmış olmalı.

Cennetin Dilleri

Ancak insanlığın ortak bir ilk dili olduğu düşüncesi yalnızca antropologların değil başta Kilise olmak üzere Batılı düşünürlerin de ilgisini çekmiştir uzun yüzyıllar boyu. Onlara göre insanoğlunun ilk dili Adem ve Havva’nın konuştuğu dildir ve yeryüzüne bu ikisinin Cennet’ten kovulmasıyla yayılmıştır. Bu ilk dilin ne olabileceği konusunda yazılanlar büyük bir kütüphaneyi doldurur herhalde.

Maurice Olender’in ünlü “Cennetin Dilleri” kitabı şu soruyla başlar, "Cennet Bahçesi'nde Adem, Havva, Tanrı ve yılan İbranice mi, Flamanca mı, Fransızca mı, yoksa İsveççe mi konuşurlar?" Batı’nın sorduğu bu soru asla masum değildir ve Ari-Sami olarak adlandırılacak iki dil ailesinin icadına kadar gitmekle kalmaz, bu dillerin kültür evrenlerine dahil olan halkların da kendi aralarında üstün ya da aşağılık olarak sınıflandırılmasına uzanır. Uygarlık, hareketlilik ve yaratıcılık Arilere verilirken, Samilerin payına ise hımbıllık ve tutuculuk düşer. (4)

Bu konuyu da haftaya anlatalım.

Mutlu bayramlar.

  1. Herodot Tarihi, Remzi Kitabevi, Aralık 1973, 1. Baskı, s.104.
  2. Eski İbranicede “Babil”, “karmaşa” sözcüğüyle benzer bir okunuşa sahiptir.
  3. Larenks ya da Larinks, tıpta gırtlak/soluk borusu anlamına gelir.
  4. Kitabın tanıtım yazısından esinlenme.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi