Oğuz Pancar
Hava Nagila
Bay Idelsohn, General’e hafifçe bir baş selamı vererek tekrar orkestraya dönüyor ve iki kolunu havaya kaldırarak, 3 yıl önce bir yaz sabahı Yafa’nın nar ve portakal ağaçları ile çevrili bir avlusunda kaydettiği şarkıyı bu kez dinleyici önünde çaldırmaya başlıyor: Hava Nagila…
Yafa kasabası, 1915, şimdiden çok sıcak geçeceği aşikar bir Ağustos sabahı, daha doğrusu kuşluk vakti. Kaleiçinin daracık sokakları arasında iki kişi hızlı adımlarla yürüyor, öndeki henüz bıyıkları terlememiş bir genç, arkadaki ise otuzlu yaşlarının ortalarında, topsakallı, yuvarlak gözlüklü, tıknaz bir adam. Siyah ince bir kravat takmış, sıcağa rağmen beyaz gömleğinin en üst düğmesi ilikli. Gömleğin göğüs kısmı terden ıslanmaya başlamış bile. Elindeki çanta belli ki ağır, dikdörtgen şeklinde, deri bir doktor çantasına benziyor. Delikanlının tüm ısrarlarına rağmen çantayı onun taşımasına müsaade etmemiş.
Sonunda delikanlı, sarı kesme taştan yapılmış iki katlı, şahnişli eski bir evin önünde duruyor: “İşte Sadigoralıların evi burası”. Adam delikanlıya birşeyler vermek ister gibi elini cebine götürüyor ama o çoktan uzaklaşmaya başladı bile. “Toda raba” diye seslenebiliyor adam arkasından ancak, “çok teşekkür ederim”.
Önce kıvırcık saçlarınının üzerinde küçük siyah kipasını düzeltiyor, sonra kapıyı çalıyor adam, çok beklemesi gerekmiyor, çift kanatlı ahşap kapıyı iki yana açan ev sahibi “Hoşgeldiniz Adon (Bay) Idelsohn” diyerek kenara çekiliyor misafirinin geçmesi için. Şahniş odasının altında kalan tünel şeklindeki koridoru geçerek avluya çıkıyorlar.
Ev sahibi, Bay Idelshon’a göre yaşlıca; taktığı siyah kipanın altından görülen kısa saçları ve uzun sakalları var, kulak üstünden uzatılmış zülüfleri neredeyse sakal boyuna iniyor. O da beyaz gömlek giymiş siyah bir pantolon üzerine, o da misafiri gibi gömleğinin tüm düğmelerini iliklemiş.
Türlü boyda tenekelere envai çeşit çiçek dizilmiş bir avlu duvarının kenarına. Avluyu çepeçevre dolanan dar toprak alana kısa aralıklarla portakal ve nar ağaçları dikilmiş, nar ağaçları alacalı sarı renkte iri meyvelerle dolu, bir iki aya kadar toplanmaya hazır olacaklar, meşhur Yafa portakalları ise henüz çok küçük ve çok yeşil; duvar dibindeki süs eriği ise kırmızı mor yapraklarıyla bahçeyi şenlendiriyor.
Avludaki gölgelik alandaki masaya davet ediyor ev sahibi Bay Idelsohn’u, masanın ortasında dolu bir sürahi ve bardaklar var, bir de eski, ahşap bir keman kutusu. Birşey içmek ikram etmek istiyor ev sahibi, Bay Idelshon suyun kafi olduğunu söylüyor, acelesi var biraz, bugün ziyaret etmek istediği birkaç ev daha var.
Ev sahibi, kutusundan, kutudan daha da eski görünen ve üzerinde neredeyse hiç cilası kalmamış kemanını çıkarırken, Bay Idelshon çantasındaki fonograf cihazını çıkararak dikkatle masanın üzerine yerleştiriyor. Önce rulodan bir kalay kağıdı alarak pirinç tambura titizlikle sarıyor, tamburu yatağına yerleştiriyor, en son cihazın koni şeklindeki pirinç kornasını yerine sabitliyor, tambura kolunu çevirmeye hazırlanıyor ve kornanın geniş ağzını işaret ederek “Hazır olduğunuz zaman kemanı huninin ağzına yakın tutarak çalın lütfen” diyor…
1918 Mart ayı, Kudüs. Osmanlı Ordusu’nun savaşı kaybederek Kudüs’ten çekilmesinin üzerinden dört ay geçmiş. Zaferi kutlamak için toplanılan büyük salonun en öndeki protokol koltuklarında İngiliz General Edmund Allenby ve diğer yüksek rütbeli İngiliz subayları oturuyor, ilk birkaç sıradan sonrasında ise Kudüs’ün ileri gelenleri ve halk heyecanla konserin başlamasını bekliyor.
Hava Nagila, Idelsohn’un Hasedim Yahudilerinden derlediği bir “nigun”, yani sözsüz melodidir. Bugünkü Ukrayna’nın Bukoniva bölgesinde yer alan Sadigora kasabasından 1900 başlarında göç eden Yahudi topluluklarının belleğinde taşınan bu ezgiye Idelsohn tarafından bir mezmurdan alınan dizeler eklenmiş ve şarkı, sözlü hale getirilmiştir. Hava Nagila, “Sevinelim, Neşelenelim”
anlamına gelir.
Bay Idelsohn orkestraya son bir bakış atarak herkesin hazır olduğundan emin olduktan sonra General’e hafifçe bir baş selamı vererek tekrar orkestraya dönüyor ve iki kolunu havaya kaldırarak, 3 yıl önce bir yaz sabahı Yafa’nın nar ve portakal ağaçları ile çevrili bir avlusunda kaydettiği şarkıyı bu kez dinleyici önünde çaldırmaya başlıyor: Hava Nagila…
SİNAGOG KOROLARINDA GEÇEN BİR ÇOCUKLUK
Abraham Zevi Idelsohn 1882’de o zamanlar Rus İmparatorluğu toprağı olan Letonya’da dünyaya gelir. Çocukluğundan itibaren sinagog korolarında yer alır. Berlin ve Leipzig’de müzik eğitimi aldıktan sonra Almanya ve Güney Afrika’daki sinagoglarda hazan (koro şefi) olarak çalışır.
1905 yılında Osmanlı idaresindeki Filistin’e göç eder. Kudüs’te müzik öğretmeni ve hazan olarak çalışırken, gerek yerleşik Yahudilerin, Müslüman ve Hristiyanların, gerekse aliyahlarla (kitlesel Yahudi göçü) Filistin’e göçetmiş Sefardim (İber Yarımadası) ve Hasedim (Doğru Avrupa) Yahudilerinin beraberlerinde getirdikleri devasa müzik zenginliğine şahit olur. Bunun üzerine bütün enerjisini bu müzik mirasını kayda geçirme ve incelemeye adar. Avusturya’daki Wissenschaften Akademisi’nin hediye ettiği fonograf elinde, bütün Filistin topraklarını gezerek kayda geçirilmemiş dini ve seküler müzikleri kaydetmeye başlar. I. Dünya Savaşı başladığında bando şefi olarak Osmanlı Ordusu’nda askere alınır. Savaşın sona ermesinden yaşamını kaybettiği 1938 yılına kadar çalışmalarına devam eder, sayısız eseri basılır. Abraham Zevi Idelsohn, bugün, modern Yahudi müzikolojisinin kurucusu ve etnomüzikolojinin ilk öncülerinden biri olarak kabul edilir.
Hava Nagila, Idelsohn’un Hasedim Yahudilerinden derlediği bir “nigun”dur (sözsüz melodi). Bugünkü Ukrayna’nın Bukoniva bölgesinde yer alan Sadigora kasabasından 1900 başlarında göçeden Yahudi topluluklarının belleğinde taşınan bu ezgiye, Idelsohn tarafından bir mezmurdan alınan dizeler eklenmiş ve şarkı, sözlü hale getirilmiştir (Hava Nagila, “Sevinelim”, “Neşelenelim” anlamına gelir).
Hava Nagila o kadar sevilir ki dinleyici önünde çalınmasından sadece günler sonra Kudüs sokaklarında çalınmaya başlar. Kısa sürede diaspora aracılığı ile yurtdışına da taşınan şarkı, Yahudi düğünlerinin ve bat/bar mitzvahlarının (kızlar/oğlanlar yetişkinliğe geçiş töreni) vazgeçilmez şarkısı olacaktır. Hava Nagila bugün dünyada en tanınan Yahudi ezgisi olarak kabul edilir.
HORA ve HORON DANSI
Hava Nagila’ya eşlik eden dans, kadın ve erkeklerin el ele dönen bir çember oluşturdukları “hora” dansıdır ve çember şeklindeki halayı andırır. Hora ve horon sözcükleri aynı kökten, Yunanca “dans” anlamına gelen “khoros”dan gelir (koro sözcüğünün de kökeni). Neredeyse tüm Balkan ülkelerinin hora adıyla bilinen halk dansları vardır, hatta bizdeki “horon” sözcüğünün kökeni de “khoros”tur ve Pontus Rumlarından kalmış olmalıdır (Türkçe’de “horon” sözcüğünün geçtiği en eski yazılı kayıt 15. yüzyıla uzanır ve Rum kadınlarının sıra halinde oynadıkları bir halk dansı için kullanılır).
Hava Nagila bize de muhtemelen 30’lu yıllarda Türkiye’de yaşayan Yahudi cemaati tarafından tanıtılmış olmalı. Çocukluğumdaki düğünlerde, 70’ler İzmir’inde, mutlaka çalınan iki şarkı -yıllarca neredeyse ulusal düğün marşımız olan Uruguay tangosu- “La Cumparsita” ve Hava Nagila’ydı. Gelin ve damat salona girerken ve eşler nikah memuru tarafından karı koca ilan edilince hemen La Cumparsita çalmaya başlardı; Hava Nagila ise düğünün sonlarına doğru çalardı, orkestranın gitgide hızlanan bir tempoda çaldığı parçanın yarısında halayın sonundan kopmalar başlardı, müzik çılgın bir tempoya çıkıp birden durduğunda ise dansı halaybaşı ve ardındaki birkaç azimli kişi tamamlamış olurdu ancak.
Bugünlerde düğünlerin eski tadı yok, artık düğünlerde ne La Cumparsita’yı ne de Hava Nagila’yı çalıyorlar, belki biraz da ondandır…
Orijinali: