Eda Yılmayan
“Ülkenin üretici güçleri yok edildi”
23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı 20-27 Nisan tarihlerinde anma ve alternatif bir gelecek için farklı etkinlikler düzenledi. Bu etkinliklerden biri de daha önce Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda İstanbul mebusluğu yapan Kirkor Zohrab’ın 1915’teki ölüm yolculuğunu yazan, tiyatro tarihi üzerine çalışmalar yapan ve 24 Nisan 1915’te yaşanan Ermeni katliamını konu alan kitabın yazarı Nesim Ovadya İzrail ile yapılan söyleşiydi. Aylin Vartanyan’ın moderatörlüğünde gerçekleşen söyleşinin ardından Nesim Ovadya İzrail ile 24 Nisan 1915’te gözaltına alınan Ermeni aydınlardan eğitimci ve yazar Haçik İdareciyan, gazeteci ve öğretmen Sarkis Minasyan, yazar Aram Andonyan, Anadolu’da doktorluk yapma hayaliyle yurtdışına gitmeyi reddeden Rupen Sevag, genç şair Taniel Varujan, Dikran Sıvacıyan, müzisyen ve din adamı Gomidas Vartabed’in o dönem yaşadıkları yerler ziyaret edildi ve İzrail bu isimlere dair bilgiler paylaştı.
Nesim Ovadya İzrail’in kaleme aldığı ‘24 Nisan 1915 İstanbul, Çankırı, Ayaş, Ankara’ kitabının baskısının tükendiğini belirtelim. Belki bu vesileyle kitap yeni baskıyla okurla buluşur. 24 Nisan 1915’te yaşananları hem Türkler hem de Ermeniler arasında farklı değerlendirenler var. Nesim Ovadya İzrail ile yaptığımız söyleşide bu tartışmaların dışında kalarak kitabının ekseninde o gece neler yaşandığını, İstanbullu Ermenilerin neden Ankara’ya sürüldüklerini, listede kimlerin olduğunu konuştuk.
24 Nisan 1915’te yaşananları yazmaya nasıl karar verdiniz?
Ermeni meselesi hakkında yeterli bilgi ve uyanıklığa sahip değildim. Açık söylemem gerekirse, Türkiye’nin yurt dışındaki görevlilerine, Ermeni militanlar tarafından yapılan saldırı ve suikastları da doğru bir yere oturtamıyordum.
Doksanlı yıllar, Ermeni meselesinin daha sakin bir seviyede ele alındığı, araştırma kitaplarının basıldığı yıllardı. Okudukça, Osmanlı tarihine bakışımda değişimler oldu. 24 Nisan 1915’te bir gecede tutuklanan Ermeni aydınları konusunda iki ayrı anlatı vardı. Bir taraf, bu olayı önemsizleştirip, tutuklananların savaşın sonunda sağ ve serbest bırakıldıklarını yazarken, diğer taraf tam tersini, tutuklananların hiçbirisinin sağ kurtulamadığını yazıyordu.
Ancak, mikro düzeyde baktığımda, ölen ve öldürülen insanlar olduğu gibi, sağ olarak kurtulan ve anılarını yazan Ermeni aydınlarını da görüyordum. Bu konuda yazı, kitap ve belgeler ortalarda dolaşıyordu. Bu konuyu araştırıp, bir sonuca varabileceğime kanaat getirdim. Terazimin ayarını hassas ve objektif ayarlayarak yola çıktım. Ermenice bilmiyordum. Yabancı dillerde yayınlanmış tanıklıklara ulaştım. Kitabım böyle ortaya çıktı. Bazı hatalarım, eksiklerim olsa da bunların gerçeği önemli miktarda değiştirmeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Sorumun yanıtını bulmuştum: İstanbul’dan Çankırı ve Ayaş’a götürülen ve Ankara’da öldürülen veya sağ kurtulan Ermeni aydınları:
Öldürüldü Sağ Kurtuldu
Ayaş 92 kişi 75 %81 17
Çankırı 158 kişi 99 %62 59
---- ---- ----
250 kişi 174 %70 76
Kitabınız yaşananlarla bir yüzleşme mi?
Elbette. 1915 ve 1916 yıllarında Osmanlı Devleti’nin yönetimi tarafından Osmanlı vatandaşı olan Ermeni toplumuna reva görülen sürgün, tehcir, soykırım, ne dersek diyelim, sonunda yüzbinlerce Ermeni’nin ölmesi, geride kalanların da bu topraklardan kazınarak ülke dışına uzaklaştırılmasında ihtiyaç olan bir yüzleşmeye küçük bir katkıdır kitabım.
İstanbul’da tutuklananlar Çankırı, Ayaş ve Ankara’ya sürülüyor. Neden? İstanbul’da tutulmamalarının sebebi ne?
İstanbul, Osmanlı Devleti’nin dünyaya en fazla açık olan başkenti. Yabancı ülkelerin büyükelçileri ve basını İstanbul’da. Osmanlı Devleti’ndeki her türlü gelişmenin, olayın bilgisi, bütün dünyaya buradan iletiliyor. Anadolu’da cereyan eden bütün olaylar, yabancı konsolosluklar tarafından İstanbul’daki büyükelçiliklere, buradan da kendi ülkelerine rapor ve haberlerle ulaşıyor. Katliamı hedefleyen hükümet için Osmanlı başkenti uygun bir yer olmadığından 24 Nisan 1915 ve sonrasındaki yakın günlerde İstanbul’da tutuklanan Ermeni toplumunun önder kişilerini kontrol altına almak, kendi milleti ile bütün bağlarını koparmak üzere Çankırı ve Ayaş’a götürülüyorlar.
Ankara o yıllarda nasıl bir yer? İttihat ve Terakki Fırkası için Ankara’nın nasıl bir önemi var?
Ankara, Osmanlı idari sistemine göre bir vilayet merkezi. Gözden uzak, ülkenin ortasında, sınırlara uzak ve ana ulaşım yollarının dışında, şehir merkezi ülkede yeni kurulmakta olan demiryolu şebekesine bağlanmış, merkez nüfusu 85.000 olan bir kent. Yerli Ermeni nüfusu 11.246. Tüm nüfusu Türklerden oluşan Ayaş, Ankara’ya bağlı. Çankırı ise Kastamonu vilayetine bağlı olmasına karşılık, Ankara üzerinden ulaşılabilen bir yola sahip. Özetle, Çankırı ve Ayaş’ta alınacak kararlar, İstanbul merkezi yönetiminin talimatlarıyla Ankara Valisi tarafından uygulamaya konulacaktır.
Millet-i sadıka olarak isimlendirilen Ermeniler ne oluyor da vatan haini ilan ediliyor?
Daha önce, Osmanlı yönetimiyle yakın ilişkisi olan Rumlar, Yunanistan’ın bağımsız devlet olmasıyla, devletin güvendiği millet olma statüsünü kaybetmiş ve yerini Ermeni Milleti almıştı. 19. Yüzyıl Osmanlı yönetimi altındaki milletlerin, kendi bağımsızlıkları için ayağa kalkması ve ulusal devletlerini kurması özellikle Balkanlarda peşpeşe gerçekleşti.
Osmanlı Devleti yönetimi, bu gelişmeyi durduracak çözümü üretemedi. Ermeni, Kürt, Arap toplumları da bu çağın milli bağımsızlık rüzgarından etkilenmişlerdi. Bu dalga Ermeni toplumunun siyasileşmesini ve kendi haklarının iyileştirilmesi yönünde isteklerini güçlendirdi. Avrupa devletleri ve Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhtarı bu gelişmelerden yararlanma girişimleriyle, Ermeni toplumunun hak taleplerine destek vermesi, Ermeni toplumunu Osmanlı yönetimi aleyhinde güvenilmez konumuna getirince, Millet-i Sadıka Ermenileri vatana ihanet eden millet konumuna dönüştürdü.
Sürgün edilen 250 kişi içinde eğitimcilerin ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Neden aydınlar hedefte?
Bütün toplumlarda her zaman hak taleplerinin sözcüleri ve takipçileri aydınlar olmuştur. Batıdaki gelişmeleri en fazla takip eden, demokrasi ve özgürlük taleplerini ilk olarak ve en fazla dile getiren, toplumun geniş kesimlerini aydınlatan ve en önde yürüyenler, bu yolda bedeller ödeyenler, toplumların aydın kesimi olmuştur.
Ermeni toplumuna ihanet eden kendi içlerinden insanlar da var. Onlardan biri Harutyun Mıgırdıçyan. Kitabınızdan 24 Nisan’daki tutuklamalarının listesini onun hazırladığını öğreniyoruz. Listeyi sizce neye göre hazırlamış olabilir?
Liste İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanıyor. Emniyetin içinde Türk polisler olduğu gibi, Ermenice bilen Ermeni sivil polisler de var. Bu Ermeni sivil polisler elbette, Ermeni toplumu üzerinde Türk polisinin sopasını taşıyor ve kullanıyorlardı. 24 Nisan listesini, Ermeni toplumu içindeki muhalifler, aydınlar, eğitimli kişilerden, toplum içinde sözü geçen gazeteci, doktor, mühendis, devlet memuru, öğretmen, esnaf ve benzeri kişilerden, kendilerine öğretilen sınırlar dahiline giren Ermenilerden oluşturmuşlardı. Polisin eğitim yetersizliği, tutuklanacak Ermenilerin seçiminde çok sayıda yanlışlıklar olmasını getirdi. Toplumda tanınan, buna karşılık devrimci Ermeni partilerine karşıtlığıyla bilinen Ermeniler, isim benzerliği olan ve işinden gücünden başka bir sorunu düşünmeyen kişiler de aynı sepete konuldular. 24 Nisan 1915’te tutuklanan 250 Ermeni aydını içinde, devrimci partilere mensup veya yakın Ermenilerin sayısı bu rakamın beşte birinden azdı.
Ermenilerle ilgili emniyet bürokrasisi ve polis içinde isim yapmış ve toplumun da bildiği isimlerden, Harun (Harutyun Mıgırdıçyan) (1869-1919), Hidayet (Himayag Aramyants) (1878-1919), Arşavir Sahagyan (…-1920), Vahe İhsan (…-1920) gibi isimleri sayabiliriz. Bunlar, Ermeni toplumu ile ilgili her türlü tutuklama, yakalama, İstanbul dışına götürme veya getirme, baskın ve istihbarat işlerini üsteleniyorlardı. Dolayısıyla Ermeni devrimci siyasilerin nefret odağındaydılar. Dikkat ederseniz, bazıları Ermeni isimlerini terk etmiş, Müslümanlığı seçmiş ve Türk isimleri almışlardı ve hepsinin ölüm tarihleri 1919 ve 1920’dir. Yani savaş sona erince, hepsi de suikastlarla öldürülmüştü.
“İstanbul Ermenileri toplam Ermeni nüfusunun can damarıydı”
Ermeni nüfusu içinde İstanbul Ermenileri’nin bir farklılığı var mıydı?
İstanbul dışındaki Ermeniler ile İstanbul’dakiler arasında niteliksel olarak fark vardı. İstanbul, Osmanlı Devleti’nin başkentiydi. Osmanlı resmi rakamlarına göre 1.250.000 Ermeni var idiyse, İstanbul’da 80 binden biraz fazla Ermeni yaşıyordu. Özetle, İstanbul’da Ermeni nüfusunun yüzde beşi bulunuyordu. Ama, İstanbul Ermenileri toplam Ermeni nüfusun can damarıydı. Batı ile ilişkiler, ticaret, eğitim, devlet görevleri, siyasal partiler, patrikhane ve daha birçok bakımdan Ermeni milletinin merkeziydi ve Ermeni toplumu adına karar verenler buradaydı. Bütün Ermeni mebuslar meclisin bulunduğu başkent İstanbul’da yaşıyorlardı. 1914 seçimlerinde 15 Ermeni mebus seçilmiş ve meclise girmişti. Anadolu’dan seçilen mebuslar da bu nedenle İstanbul’a taşınıp, burada yaşamak zorundaydı.
Ermeni milletvekillerinin tutuklanması
Talat Paşa’yla çok yakın dost olan Ermeniler var. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Ermeni mebuslar var. Örneğin Krikor Zohrab ve Vartkes Serengülyan. Onlar başta tutuklanmıyor. Daha sonra sürgün edilip yolda öldürülüyorlar. Neden başta tutuklanmıyorlar?
İttihatçı yönetim, Ermenilerin yaşadıkları yerlerden uzaklaştırılmalarını, tehcir edilmelerini tasarlarken, bunun detaylı organizasyonunu yapmamışlardı. “Kervan yolda dizilir” mantığıyla uygulama kararlarını her adımda yeniden belirliyor ve icra ediyorlardı. Milletvekillerinin tutuklanması ve ortadan kaldırılması, İttihatçı hükümetin ilk başta göze alamadıkları bir konuydu. Zohrab ve Vartkes gibi meclisin en aktif Ermeni milletvekillerini ortadan kaldırmanın İstanbul gibi bir yerde kolay olmayacağını düşünüyorlardı. Ancak yakın dostlukları da olan Zohrab ve Vartkes’in baskılarıyla sıkışan İttihatçı yönetim sonunda bu kararı verme noktasına geldi. Diyarbakır valisi Dr. Reşid, “sen onları gönder bana, ben onların işini görürüm” anlayışıyla Talat’a güvence verince, Zohrab ve Vartkes Divan-ı Harb’da yargılanmak üzere İstanbul’dan Diyarbakır’a gönderildiler. İstanbul’da Divan-ı Harb olmasına rağmen, Diyarbakır’daki askeri mahkemede yargılama kararının ne kadar gerçekçi olmadığı, iki mebusun yanında koruma ve kollama görevlileri olmasına rağmen, onların gözü önünde yolda saldıran ve Diyarbakır Valisi ile iş birliği içinde olan çete mensupları tarafından öldürüldüler. Yollarda tehcire gönderilen Ermenilere saldırmak, soymak ve öldürmek 1915 yılının temel belirleyici icraatıydı.
Peki İstanbullu Ermeniler neden başta yaşananlara inanamıyorlar? İşlerin bu kadar ileriye gideceğini mi öngöremiyorlar? Örneğin Talat Paşa Vartkes’e “Git” diyor, gitmiyor. Neden?
Abdülhamid’e karşı mücadeleyi birlikte yürüten İttihatçılar ve Ermeni siyasiler, Ermeni toplumunda Talat, Enver, Cemal gibi İttihad’ın liderlerine güven ve beğeni atmosferi oluşturmuştu. Sonraki yıllarda bu iş birliği azalmışsa da mesela 1908, 1912 ve 1914 yıllarında yapılan seçimlerde, Ermeni mebuslar İttihad’ın listelerinden seçilmişti. 1914 seçimlerinde değişik siyasi görüşlerden 15 Ermeni mebus İttihad listesinden meclise girmişti. Abdülhamid’in İslamcı politikasına karşılık, İttihad’ın seküler duruşu, Ermeni toplumunda olumlu bir intiba bırakmıştı. Özetle, sadece Ermeni toplumu değil, aynı zamanda Ermeni siyasileri de her şeye rağmen İttihat’tan bu derece sert bir darbe beklemiyorlardı. 24 Nisan 1915’te tutuklanan ve Çankırı-Ayaş’a götürülen Ermeni siyasiler bile “Talat’ın bundan haberi var mı” diye şaşkınlık içinde sormaları, onların da bu gelişmeyi öngöremediklerinin açık göstergesidir. Talat Paşa, dostu Vartkes’e “Durma git, paran yoksa ben vereyim” demesi karşısında Vartkes’in de gevşemesini çok görmemek gerekir.
İsmail Canpolat ve Doktor Boğosyan arasında geçen bir diyaloga yer veriyorsunuz. Boğosyan “Beni ve tüm Ermeni halkını öldürebilirsiniz. Ancak başka yönden siz Türkiye’yi öldüreceksiniz” diyor. O dönem ve sonrasında yaşananları siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Boğosyan’ın söylediklerine katılıyor musunuz?
Çok önemli bir soru sordunuz. Her şeye rağmen Osmanlı toplumu bir bütündü. Türkler, Kürtler, Müslim olmayan Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve diğerlerinden oluşan bu bütünün bir bölümünün ortadan kaldırılması, Türkiye’ye ne kadar büyük zarar verdiğinin Boğosyan tarafından ifadesidir bu söz. Elleri, kolları kesilmiş bir beden haline dönüşen ülkenin, üretici güçlerinin yok edilmesini anlatmaya çalışmış Boğosyan. Ermenilerin tasfiye edilmesiyle Cumhuriyet Türkiyesi sıfırdan başlamak zorunda kalmıştır. Kültürde, eğitimde, ekonomide, tarımda, ihracatta, kalkınmada birikimleri sıfırlanan toplum, yeni Türkiye efsanesi adı altında her şeye baştan başlamak durumunda kalmıştır. “Ermeni halkını öldürebilirsiniz, ama başka bir yönden Türkiye’yi öldüreceksiniz” ifadesinin doğruluğunu gelişmeler doğrulamıştır.
Ermeni şiirinde iki büyük şairin ölümü
Sürülenler arasında iki şair arkadaş var. Rupen Sevag ve Taniel Varujan. Sevag’ın eşi Alman. Helen her gün karakola gidiyor, eşinin tutuklanmasına, sürgün edilmesine isyan ediyor fakat sonuç alamıyor. Siz Rupen Sevag’ın eşiyle mektuplaşmalarından söz etmiştiniz. Neler yaşıyorlar? Bu iki şair nasıl kader ortaklığı yapıyor?
Rupen ve Helen, tutuklanma olayına, ayrı kalmalarına isyan ediyorlar. Rupen Sevag’ın öldürülebileceğine ihtimal veremiyorlar. Mektuplarında birbirlerine olan hasret var, aşk var, günlük hayat var. Başta, adaletin kısa zamanda ortaya çıkacağına dair inanç var. Rupen Sevag ile karısı arasında gidip gelen mektuplarda, bir ailenin olağan sorunları da yer alır. Örneğin, Pangaltı’da oturdukları evin sahibi Mavropulos kira artışı talep etmekte, aksi takdirde evin boşaltılmasını istemekteydi. Sevag, Çankırı’dan karısına bu konudaki düşüncelerini 15 Ağustos tarihli mektubunda yazar: “Bulunduğunuz evden çıkmayınız. Çünkü ben subay olduğumdan, ev sahibi sizi evden çıkaramaz. Evin kirasını da arttırmayınız ve fazla ödemeyiniz.”
Helen ve Almanya’dan kızına destek olmak için gelen annesi, birlikte sürekli olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Alman Konsolosluğu’nun kapısına gidiyor, baskı oluşturmaya çalışıyorlar. Nitekim, sonunda Talat Bey imzalı 25 Ağustos tarihli telgrafı ile Rupen Sevag ve Taniel Varujan’la birlikte beş Ermeni’nin İstanbul’a dönmeme şartıyla serbest bırakılmalarını bildiren telgrafı Çankırı’ya gönderilir. 26 Ağustos 1915 sabahı beş Ermeni erkenden arabayla Ayaş’a götürülmek üzere yola çıkarlar. Aynı gün öğlen saatlerine doğru, Çankırı-Ankara yolunda Tüney Köyü’nün olduğu yerde bekleyen bir çetenin saldırısına uğrarlar ve onları kaçmasınlar diye korumakla görevli bir polis, bir jandarma ve iki arabacının gözleri önünde öldürülürler. İstanbul’dan gönderilen telgraf her nedense 27 Ağustos günü Çankırı’ya ulaşır. Bu öldürme organizasyonu İttihad’ın Çankırı sorumlusu Cemal Oğuz ve Jandarma komutanı Nurettin tarafından gerçekleştiği, savaş sonrasında yapılan yargılamalarla kesinleşir.
Taniel Varujan 31, Rupen Sevag 30yaşında, İstanbul Pangaltı’da Yeni Nalbant Sokağının 14 ve 16 numaralı evlerinde oturan komşulardı ve Ermeni şiirinin iki büyük şairi olarak şiirlerini paylaşan, edebiyat çevrelerinde de tanınan iki dosttu. 26 Ağustos 1915 günü Tüney Köyü yakınında arkadaşlarıyla birlikte öldürülmüşlerdi.
Ermeni klasik müziğinin kurucusu Gomidas
Ermeni halk ezgilerini toplayan müzikolog Gomidas da sürgün edilenlerden daha sonra bırakılıyor. Ancak Gomidas İstanbul’a dönmesine rağmen kendini toparlayamıyor, yaşamını akıl hastanelerinde geçiriyor. Hayatının son 18 yılını hiç piyano çalmadan, beste yapmadan, şarkı söylemeden ve konuşmadan geçiriyor. Araştırmanız sırasında Gomidas’a ilişkin ne tür ayrıntılar elde ettiniz?
Gomidas için din adamı, besteci, koro şefi, şarkıcı, etnomüzikolog, müzik pedagogu sıfatları kullanılır. Hayatının ilk döneminde dini eğitim aldıktan sonra Vartabed (Papaz) unvanını almış Gomidas. Ancak sonradan Avrupa’da aldığı eğitimin de katkısıyla Gomidas yaşamına müzik insanı olarak devam etmiştir. Paris, Berlin, Viyana, Lozan ve daha birçok Avrupa şehirlerinde Ermeni müziği üzerine konferanslar ve konserler vermiş Gomidas, Anadolu’da köy köy dolaşarak Ermenice, Türkçe, Kürtçe halk şarkılarından 3.000 tanesini nota ile kaydederek Türkiye coğrafyasına müzik alanında çok önemli katkıları olmuş ve Ermeni Klasik Müziğinin kurucusu olarak kabul edilmiştir. O nedenle, benim görüşüme göre bir yerden sonra papazlık yapmaktan mutlu olmayan, aksine müzik ile meşgul olmaktan mutlu olan Gomidas’ın papaz kıyafetleri ile değil sivil kıyafetleriyle çekilmiş fotoğraflarıyla tanıtılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.
“Yüzlerce Osmanlı Ermenisi’nin hayatını kaybetmesinde Almanların payı var”
Almanların tüm bu yaşananlarda nasıl bir payı var?
Dünya Savaşı yıllarında yüzbinlerce Osmanlı Ermeni’sinin hayatını kaybetmesine neden olan uygulamaların, dost ve müttefik ülke Almanya’nın bilgisi ve desteği ile gerçekleştirilebildiğini düşünüyorum. Almanya’nın parasal yardımları, silah ve mühimmat desteği olmadan, hasta ve kasası boşalmış Osmanlı Devleti’nin dört yıl devam eden savaşı cephelerde ve içerde Ermeni toplumuna karşı uygulamaları sürdürebilmesi mümkün olamazdı. Hele “müttefiklerimiz kaybedince biz de kaybetmiş sayıldık” tezi hiçbir şekilde doğru değildir. Ülke içinde Ermenilere karşı yapılanlar Alman konsolosları ve Alman komutanlarının gözleri önünde cereyan etmiştir. “Gördüler ama müdahale etmediler” tezi de inandırıcı değildir.
“Ermeni memurlar görevlerinden alındı”
Osmanlı bürokrasisi içinde her alanda ve her seviyede görevli Ermeni memurlar var. O Ermeni memurlara ne oldu?
Dünya Savaşı’nın başlamasından itibaren hepsi görevden alındı. Şubat 1915’te Harbiye Nezareti “Silah altında bulunan Ermeni efradının gerek seyyar ordularda ve gerekse sabit ve seyyar jandarmalarda istihdam edilmemesi, silahsızlandırılması, karargahlarda bulundurulmaması” kararını aldı ve uyguladı. Ermeni komitelerine mensup olduklarından şüphe edilen maliye memurları, hakimler azledildi ve icap edenleri Ermeni bulunmayan illere sürüldü. Ermeni ve tüm gayrimüslim posta taşıyıcılığı yapan müteahhitlere ait mukavelenameler feshedildi, bu görev emin ve Müslim kimselere verildi, sözleşmenin feshedilememesi hallerinde Ermeni müteahhitlerin Müslim sürücü istihdam etmeleri zorunlu hale getirildi. Böylece, kamuda çalışan ve görev yapan Ermeniler tamamen tasfiye dildi. O gün bugün hala kamuda Ermeni görmek mümkün değildir.
250 kişinin İstanbul’dan Çankırı ve Ayaş’a sürgün edilmesinin ardından Anadolu’nun farklı yerlerinde ölümler, tutuklamalar gerçekleşiyor. 24 Nisan 1915 tüm bunların bir başlangıcı mı?
24 Nisan 1915 tarihi bütün olayların bir başlangıcı olarak kabul edilir. Ermeni toplumuna en ağır ve vurucu darbe İstanbul’da olduğu için, Ermeni trajedisinin sembol başlangıç noktası bu tarihtir. Daha önce başlayan bazı uygulamalar da vardır. Ama İttihatçı hükümetin kararlı bir şekilde adımlarını atmaya başladığı tarih 24 Nisan 1915’tir. İstanbul’daki uygulama Osmanlı topraklarının her tarafına örnek olmuştur.
1915’te Ermenilere bunlar yapılırken Türklerden bu duruma tepki gösterenler var fakat görevden alınıyorlar.
Mesela Şubat 1914’den beri Ankara Valiliği görevini yürüten ve Ermeni kıyımına karşı çıkan Hasan Mazhar Bey Temmuz 1915’in ikinci yarısında görevden alınmış yerine, İstanbul’un emirlerini harfiyen uygulayacak vali vekili olarak 32 yaşında Mustafa Atıf Bayındır getirilmiştir. Vali vekili Atıf Bey, 24 Nisan 1915’ten beri Çankırı ve Ayaş’ta bekleyen İstanbul’un 250 Ermeni aydınından 174’ünü öldürülmesini ağustos ayı içinde gerçekleştirdiği gibi Ankara’nın 44.661 yerli Ermenilerinden 27.335’ini sürgün yollarına göndererek telef olmalarını sağlamıştır. Atıf Bey’in Ankara’daki vali vekili olarak görevi 3 ayda tamamlanmıştır.
Hasan Mazhar Bey gibi, Halep Valisi Celal Bey, Kütahya Valisi Faik Ali Ozansoy Bey ve başka Türk bürokratların Ermeni sürgünlerine iyi davrandıkları, İstanbul’un talimatlarına karşı direniş gösterdiklerine dair örnekler vardır.
Nesim Ovadya İzrail Kimdir?
1952’de Kudüs’te doğdu. Bir yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a döndü. Atatürk Lisesi’nden sonra, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden İnşaat Mühendisi olarak 1973’te mezun oldu. Aynı okulda lisansüstü eğitimini tamamladı. 1978’de başladığı mühendislik ve inşaat kariyerini 2008’e kadar devam ettirdi. Bu tarihten sonra, eskiden beri ilgi alanında olan yakın dönem tarihiyle ilgili araştırmalara yoğunlaştı, kitaplar ve makaleler kaleme aldı. Halen Osmanlı ve Türkiye Ermeni tiyatro tarihi üzerine araştırmalarına devam ediyor. Vedat Günyol Deneme Ödülü Yürütme Kurulu üyesi. 1915 Bir Ölüm Yolculuğu – Krikor Zohrab, Tanzimat, İstibdat ve Meşrutiyet Tiyatrosunda Mardiros Mınakyan: Türk Devlet Tiyatrosu Darülbedayi, Osmanlı ve Türkiye Tiyatrosunda Şahinyanlar, Düşler Sahnesinde: Rejisör Aşod Madatyan ve Kozmopolitizmden Milliyetçiliğe Türkiye'de Tiyatro 1902-1962 isimli kitapları yayımlandı.