Tane limon 15 lira olursa…

İki hafta önce semt pazarında yeşillikleri, salata malzemelerini aldığım tezgahın önünde pazarcıya limonun fiyatını sorup da “15 lira” yanıtını alınca ucuz bulup “bir kilosu mu?” demiştim şaşkınlıkla. Pazarcı gülmeye başladı ve “ne kilosu, tanesi abla” dedi. Artık insanlar taneyle almaya başladığı için tane fiyatı vermeye başlamışlar!

Peki ama; tanesini İstanbul’da lüks bir markette filan değil, semt pazarında 15 liraya alabildiğimiz limon yetiştiren çiftçi acaba bir adet limonu kaça satabiliyordu? Yoksa satamayıp bahçedeki limonları toplamaya bile zahmet etmeyip, eşine dostuna köylüsüne, “girin toplayın bedavaya, çürümesin” mi diyordu?

limon-yerde.jpg

Ülkenin her yanında çiftçiler bas bas bağırmaya başladı. Traktörlerle yolları kapatanlar mı dersiniz, tarlasındaki hasadı kaldırmadan sürenler mi, domatesini kasa kasa yollara dökenler mi… Gerçi şaşırmamak gerekiyor, hatta geç bile kalmış tepkiler. Aylardır yazıp çiziyoruz; düşünsenize, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, haziran ayında tarımsal girdi fiyatları yıllık bazda yüzde 47,56 artmışken, çiftçi, köylü ürününü geçtiğimiz iki üç yıldır ancak aynı fiyata satabiliyor. Hangi iş sahibinden zararına satış yapmasını bekleyebiliriz ki? (Bir parantez açalım; tüketici olarak da burada sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum. Bir şişe şarabın üreticisinden çıktığındaki fiyatının 10 katına satılmasına verdiğimiz tepkinin onda birini bir kilo domatesin üreticisinden çıktığı fiyatın 10 katına satılmasına veriyor muyuz, bir düşünelim derim…)

Sözleşmeli tarım yapan ve büyük şirketlere üretim yapan küçük üreticilerin bir yerden sonra eli kolu bağlanıyor. Yeterli planlama ve destek olmayınca, çiftçi yok pahasına üretim yaptığıyla kalıyor. Bu işin sonunda tarımda sendikalaşma ve kooperatifleşme artarsa, bu şerden de bir hayır çıktı diyebiliriz. Yoksa yurtdışından ithal etmek, devamlı tarımın başındaki yöneticileri değiştirip durmak ve her defasında Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmak, ekilmeyen arazileri başkaları eksin diye kiraya vermek gibi çözüm arayışlarıyla işimiz çok zor, gıda krizi artık kapıda değil, eve girmiş durumda!

Orman yangınları ile mücadele

Sıcaklığın 30 derecelerin üzerine çıktığı nemin ise yüzde 30’ların altına düştüğü yerlerde, Bolu’dan İzmir’e, Çanakkale’den Antalya’ya ülkenin batı kesimlerinde birçok yangın haberi aldık geçtiğimiz haftalarda. Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı (ÇEKÜL) da, Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ünal Akkemik vasıtasıyla orman yangınları ile mücadele için kamuoyu ile bir öneriler listesi paylaştı. Akkemik, artan orman yangınlarının toplum tarafından kanıksanmaya başlandığını belirterek “Ormanlarımız yanarken ve bu yangınlar yerleşim alanlarına sıçrarken, toplumsal olarak sanki bir kanıksama da yaşamaya başlıyoruz. 2021 yılındaki büyük yangından sonra yükselen toplumsal duyarlılık, görece de olsa önlem alınmasında yetkililere baskı uygulanmasını sağlamıştı” şeklinde bir açıklama yaparak özellikle batıdaki sahil kentlerine göçün artması ile büyüyen yerleşim alanlarının ormanların içine doğru yayılmasının orman yangınlarının boyutunu ve niteliğini değiştirdiğini belirtti.

Orman yangınlarının yüzde 95’inin insan etkisiyle, yüzde %5’nin ise doğal sebeplerden oluştuğunu hatırlatan Akkemik ekosistemin doğal döngüsünün sekteye uğratılmasının da yangınla mücadeleyi zorlaştırdığına değindi. Akdeniz Havzası’nda yer alan ülkemizdeki yangınla mücadeledeki yetersizlikler, değişen ormancılık mevzuatı, ormandan yararlanma biçimleri ve rant tehdidi gibi etkenler devam ettiği sürece orman yangınlarının bütün hızıyla devam edeceğini de ekledi.

orman-yanginn.jpeg

Hatırlarsanız, önceki yıl yanan ağaçların büyük kısmının kızılçam olması nedeniyle adeta kolay yanıyor diye ağaçları suçlamıştık! Oysa burada ciddi bir toplumsal ve kişisel duyarlılık, çocuk yaşlardan doğa eğitimi gerekiyor. Ünal Akkemik’in de belirttiği üzere, ormanlardaki insan eylemlerinin azaltılması da şart. Bunun yanı sıra bilimsel yöntemleri dışlayan yaklaşımlarla bir yere varılamayacağını acı tecrübelerle öğrenmiş bir milletiz. Tüm paydaşların desteklediği ve parçası olduğu, iş birliği içinde hızla hayata geçebilecek, uygulanabilir, kırsal mirası, arkeolojik mirası, doğal mirası koruyacak acil eylem planlarımız da olması gerekiyor. ÇEKÜL Vakfı’nın orman yangınlarının önlenmesi için hazırladığı önerileri ise özetle şöyle:

  • Var olan orman alanlarının “orman” vasfı devam etmeli. İnsan eylemi içeren imar izinleri verilmemeli. (Madencilik, dinlenme-konaklama tesisleri, enerji tesisleri gibi)
  • Enerji nakil hatları ormanlardan geçirilmemeli, mutlaka geçirilmek zorundaysa düzenli bakımları yapılmalı.
  • Orman yangını risklerini gösteren teknolojik donanımlarla bilimsel verileri kullanarak stratejik planlar hazırlanmalı ve ilgili kesimlerle paylaşılmalı.
  • İlgili bakanlıklarda ve alt birimlerinde işin ehli, uzman kadrolar görev almalı.
  • İklim değişikliği nedeniyle yaz aylarının uzaması, sıcaklığın artması ve nemin düşmesiyle yangın riski taşıyan bölgelerde ormanlık alanlara girişler yasaklanmalı, yasağın uygulanması denetlenmeli.
  • Ormanların koruyucusu olan orman köylüleri desteklenmeli, yaşam kültürleri korunmalı.
  • Büyük kentler ve ormanlar arasında tampon bölgeler yaratılmalı.
  • Yerel yönetimler ve orman bölge müdürlükleri iş birliği geliştirmeli, eylem planı hazırlamalı.
  • Toplumda, doğayı koruma bilincinin geliştirilmesi için eğitim seferberliği başlatılmalı. Bilim insanları, uzmanlar ve ilgili sivil örgütlerle iş birliği yapılmalı.
  • Yerel ve merkezi yönetimlerin alanda çalışan birimleri güçlendirilmeli, yetkinlik kazanmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esin Sungur Arşivi