
Esin Sungur
Neolitik dünyanın merkezi, Urfa
Göbeklitepe’nin ziyarete açılmasından bu yana Şanlıurfa’ya gitmeyi arzu ediyordum, geçtiğimiz hafta kısmet oldu. Urfa, Bereketli Hilal dediğimiz ve Doğu Akdeniz’in Filistin topraklarından yukarı çıkıp Urfa’ya kadar geldikten sonra tekrar bir nevi U harfi gibi İran’a doğru aşağı inen, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki toprakları içeren bir bölge. Tarıma geçişin, tahıl ve bakliyat üretiminin anavatanı oluşuyla insanlık tarihinde zaten çok kritik bir alan. Ters U şekli nedeniyle hilali andırmasından ötürü de Bereketli Hilal olarak adlandırılıyor.
İşte Şanlıurfa’ya 15 kilometre uzaklıkta olan ve milattan önce 9.600 – 7.750 arasına tarihlenen Göbeklitepe, Bereketli Hilal’in tepe noktasında yer alıyor. 1960’lardan beri bilinmesine rağmen bugün ön planda olan T biçimli yapılar 1990’ların ortalarına kadar ortaya çıkmamış, ancak Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Harald Hauptmann ve Klaus Schmidt'in Şanlıurfa Müzesi ile birlikte yürüttüğü kazılarda tespit edilmiş. Kazı 2019 yılından bu yana İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Necmi Karul yönetiminde devam ediyor.
Göbeklitepe’nin 2018 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak kabul edilmesi de bölgeye büyük bir hareket getirmiş. Göbeklitepe bugünkü bulgulara göre, insanlık tarihinin en eski yerleşik yaşam ve tapınak alanı olarak görülüyor. “Tarihin sıfır noktası” sloganı da buradan yola çıkıyor. İnsan Göbeklitepe’yi ziyaret edince aslında gördüklerinden ziyade bu bilgiden ve 11 bin yıl kadar önceki avcı, toplayıcı, tarım yapmaya henüz girişmemiş insanın nasıl yaşadığını, hayatta kaldığını hayal edince etkileniyor bence.
Evrim Ağacı’nda kazı başkanlarından Klaus Schmidt’ten bir alıntıya rast geldim, bence çok güzel bir hayal kurduruyor bize:
“Tarih öncesi insanlar ceylan ve diğer vahşi hayvan sürüleriyle yaşıyordu; göç eden kaz ve ördekleri üzerine çeken, nazikçe akan nehirlerden su içiyorlardı; meyve ve fındık ağaçlarından besleniyorlardı ve ‘emmer’ ve ‘einkorn’ gibi yabani arpa ve yabani buğday çeşitlerini barındıran yabani tarlaların bir deniz gibi dalgalanmasını izliyorlardı. Burası, onlar için bir cennet gibiydi.”
Bundan güzel gözümüzde canlanamazdı…
Hem sadece Göbeklitepe de değil; bölge kazılmakta olan tepelerle dolu.
Karahantepe bunların son dönemde konuşulanlarının başında geliyor. Buranın Göbeklitepe’den bile daha erken olabileceği, yani sitenin dünyanın bilinen en eski Neolitik bölgesi olabileceği biliniyor.
Taş tepeler projesi
Bölgede sadece Göbeklitepe ve Karahantepe de yok; Çakmaktepe, Sayburç, Sefertepe gibi başka alanlarda da çalışmalar var.
Şanlıurfa Neolitik Çağ Araştırmaları Projesi, diğer adıyla “Taş Tepeler”, yerleşik yaşamın başlangıcından, yerleşik ve besin üretimine dayalı çiftçi yaşamın benimsendiği döneme odaklanan bir araştırma projesi, M.Ö. 10’uncu bin yıl ile 7’nci bin yıl arasına tarihlenen yerleşme, kamp yeri ve benzeri buluntu yerlerinin envanterini çıkarıp tarih öncesi toplumların yerleşik yaşama geçiş sürecini ortaya koyabilmeyi amaçlıyor.
Tüm bu kazıların bittiği, Taş Tepelerin tümünün ortaya çıkarıldığı ve yedi sekiz Neolitik alanı birbiriyle bağlantılı gezerek bilgi edinebildiğimiz bir geleceği hayal ediyorum da; Urfa’daki uzmanların da dediği gibi, kent gerçekten de Neolitik dönem araştırmalarının dünya başkenti olur…
Urfa’da elbette sadece arkeoloji yok; ama ana odağına arkeoloji ve inanç turizmini yerleştirmesi gereken bir kent. Balıklıgöl tek başına bir cazibe merkezi; üç semavi dinin de kutsal kabul ettiği, İbrahim Peygamber’in doğduğuna inanılan yer burası. Ama bunların yanı sıra, inanılmaz renkli, kozmopolit sosyolojisi, sokaklarında birçok dilin konuşulduğu cıvıl cıvıl çarşıları, sıra geceleri ve mutfağı da Urfa’nın güçlü yanları.
Beklentilerin ötesinde…
Bu gidişimde kaldığım sur içinde eski bir Urfa konağından butik otele çevrilmiş Stone House by Cevahir, bölgede yeni bir turizm anlayışının da geliştiğinin işaretçisi diye düşündüm. Marakeş’te medinanın içindeki küçük otelleri andıran, iç avlusunda küçük bir süs havuzu olmasıyla bu benzerliği perçinleyen otel, sur içinin daracık sokaklarında, kapalı kapılar ardında serin akşamüstlerine açılan avlularla dolu binalara örnek olur ve yerel yönetim de destek verirse, burada bambaşka bir turizm başlayabilir.
Cevahir Han ise epeydir bölgenin önde gelen restoranlarından. Adı üzerinde, zamanında kervanların gecelediği gerçek bir han, mimarisinden de bunu anlayabiliyorsunuz. 1600-1649 yılları arasında inşa edilmiş ve zamanla bölgenin önemli bir ticaret merkezi haline gelmiş. Bugün ise kentin lezzet merkezi konumunda. Geleneksel Urfa mutfağının tüm unsurlarını barındıran, sıra gecelerine ev sahipliği yapan Cevahir Han’da, geçtiğimiz günlerde bölgenin mutfak geleneğini yenilikçi bir perspektifle yarınlara taşımayı hedefleyen özel bir akşam yemeği sunuldu.
Beş şef; Cüneyt Asan, Hazer Amani, Doğa Çitçi, Yaren Çarpar ve Yalçın İnam mutfağa girerek Şanlıurfa’nın yöresel ürünlerinden aldıkları ilhamla kendi tabaklarını oluşturdular. Şef Doğa Çitçi’nin damak hoşluğu olarak hazırladığı ‘isotlu omaç’la başlayan menüde, Yalçın İnam ‘patlıcan söğürme bostanası’, Hazer Amani ‘kuzu tandırlı ekmek aşı’, Cüneyt Asan ve Doğa Çitçi ‘firik kebabı’ ve Yaren Çarpar klasik şıllık tatlısından yola çıkarak onu aşan ‘bi nevi şıllık tatlısı’nı sundular.
Özellikle patlıcan söğürme bostana ve kuzu tandırlı ekmek aşından bahsetmek isterim. İlki; odağına Birecik patlıcanının isli ve yoğun aroması olan bir başlangıç tabağıydı. Geleneksel patlıcan söğürme tarifinden yola çıkan Yalçın Şef, Urfa baharatlarıyla tatlandırılmış isot reçeli ile Suruç narı ve nar ekşisi sayesinde ferahlatıcı ama bir o kadar da güçlü tadı olan bu yemeğe Urfa’nın imzasını atmıştı.
Her gün önüme konulsa zevkle yiyeceğim Hazer Şef’in kuzu tandırlı ekmek aşına ise Urfa tiriti desek olur sanırım; altta pideler, nane yağı, Urfa’da tercih edildiği üzere bol sarımsaklı yoğurt, üstünde fırınlanmış isot salçalı yufka ve altı saat pişmiş bir parça kuzu tandır… Yemeğin üstüne doğranmış Urfa fıstığı bir yana ama bence biber reçeli altın vuruş olmuştu.
Bembeyaz keten örtülü masada tercih edilen mozaik desenli Bonna tabaklardan her biri kulaklığından servis şefinin yönlendirmesini takip ederek mükemmel bir uyum ve disiplin içinde servis yapan ekibe, Urfa’daki bu akşam yemeği her yönüyle beklentileri kesinlikle aştı.
Gerek insanlık tarihini değiştiren arkeolojik zenginliği, gerek tam bir inanç merkezi oluşu ve güzel bir ivme içindeki konaklama ve yeme-içme işletmelerinin yanı sıra, özellikle baharat alışverişinin gerçek adresi olan Gümrük Han civarındaki çarşılarıyla, Urfa bahar aylarında seyahat rotalarına eklenmeli.
Tiktok’u nasıl bilirsiniz?
Evet, nasıl bilirsiniz? Ben gençlerin – haydi kibarlık etmeyeyim, çoluk çocuğun – komik videolar yüklediği bir mecra diye düşünüyordum.
İlk duyduğumda hesap açtım, Tiktok’a girdim. Herhangi bir içerik koymadan bir süre neler olup bittiğine baktım, sonra da çok izlenen şeyler bana bir şey ifade etmeyince sıkılıp çıktım!
O gün bugün de tekrar girmek için bir motivasyonum olmadı. Ta ki geçenlerde Tiktok’çuların gençlere yönelik kaliteli içerikler üreten girişimleri desteklediğini öğrenene dek.
Düşünsenize, Şef Ömür Akkor bile TikTok’ta canlı yayında yemek tarifleri paylaşmaya başlamış. “Bile” diyorum çünkü Anadolu mutfak kültürüne hakim ve geleneksel mutfağı seven, korumayı önemseyen bir isim.
Nereden çıktı Tiktok deyince gençlere bir şeyler anlatmak için en iyi mecra olduğunu söyledi.
Aslında haklı; neden evde yemek yapmak yerine dışarıdan sipariş eden üniversite öğrencisi Ömür Şef’i takip edip güzel bir pilavı hızlıca yapmayı öğrenmesin? Videolarla milyonlarca izlemeye ulaşılabiliyor, o halde bu kanalı iyi şeyleri aktarmak için kullanmak lazım…
Yeni neslin artık tarif kitabı okumadığı, hatta Google’da bile arama yapmadığı – biz kabul etmek istemesek de – bir gerçek.
Aramaları Tiktok’ta yapan bir nesile mutfak kültürümüzü orada aktarabiliyorsak, ne alâ…
Ben de bu sayede Tiktok’a geri mi dönüyorum ne!