Serap Durusoy
Söylem Tatlı Gerçek Acı
Yeni ekonomi modeli bağlamında atılan maceracı adımların yarattığı ekonomik enkazdan çıkabilmek için, geçen yıl haziran ayından beri ekonomi gündemini rasyonelleşme politikaları meşgul etti.
Sayın Şimşek’in ekonomi yönetiminin direksiyonuna geçmesinin ardından majör değişiklikler beklendi. Bir yıllık süreç içerisinde ekonomi politikasında yapılanlar politika faizinde artış, KKM’den kurtulma çabaları, dış kaynak akışını artırma çabası ve son olarak da kamuda tasarrufun gerçekleşmesini sağlamak yönünde oldu.
Öte yandan kronik bir sorun olan enflasyonun birincil öncelik olduğu ve bu konudaki kararlılığı her fırsatta dile getiren ekonomi yönetimi, enflasyonist süreçten kurtulmak için geçiş dönemi, dezenflasyonist dönem ve enflasyonun düşüş dönemi olmak üzere üç aşamanın sonucunda enflasyon belasından kurtulacağımızı dillendirdi.
Haliyle sabır ve fedakârlık beklentisi de sık sık ifade edildi. Ancak uygulanmakta olan para politikası, özellikle ücretliler düzleminde aynı kararlılıkla sürdürülürken maliye politikası ile eşgüdüm konusundaki gecikmeye, ekonomik ve ideolojik söylemlerden duyulan memnuniyetsizliğin eklenmesi, yerel seçimde sandığa yansıdı.
Ekonomi yönetimi hem parasal sıkılaştırmanın krediler yoluyla ve hem de bütçe disiplininden ödün verilmemesi için ücretler üzerinden iç talebi baskılamaya çalışırken aslında düşük gelir gurubunun talebinin yüksek olmadığı göz ardı edildi.
Üstelik iş dünyası da iktidarın ücretler konusundaki görüşünü destekledi. Nitekim geçen hafta Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı Gültepe’nin asgari ücrete ilişkin ara zam olursa eski sarmala döneriz açıklaması bunun bir örneğini oluşturdu.
Sınıfsal tercih barındıran bu adımlar asgari giderleri karşılamakta zorlanan düşük gelir grubunu daha da yoksullaştırdı.
Türk-İş'in açıkladığı Açlık ve Yoksulluk Sınırı araştırmasına göre mayıs ayında Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 18 bin 969 TL’ye yoksulluk sınırının ise 61 bin 788 TL’ye yükseldiği görüldü.
Bu rakamlar enflasyon ve hayat pahalılığına rağmen kafe, restoran ve otelleri dolduranların açlık ve yoksulluk sınırının altında ücret alanlar olmadığını da ortaya koyuyor.
Yani yüksek gelir gurubunda talep düşüşü gerçekleşmiyor.
Talep, ücretliler üzerinden baskılanmaya çalışılırken mayıs ayında aylık bazda 5 milyar dolara yıllık bazda ise 51,7 milyar dolara ulaşan lüks tüketim malı ithalatının dizginlenememesi de bu gerçekliği gösterdi.
Bu nedenle lüks tüketime ilişkin vergiler artırılarak geniş halk kitlesinin taşıdığı yükün azaltılmasının büyük önem taşıdığını önceki yazımda da belirtmiştim.
Geçen hafta beklentilere paralel olarak açıklanan mayıs ayı enflasyon verisinin ardından Şimşek iç talepte ikinci yarıyıldan sonra daralma olacağı, Yılmaz dezenflasyon sürecine girildiği değerlendirmesinde bulundu. Sayın Erdoğan ise enflasyonda en zor dönemin geride kaldığı ve ekonomi programının ilk yılını başarı ile tamamladıklarını belirten açıklamalar yaptı.
Enflasyona ilişkin olarak gelen bu açıklamalarda umutların baz etkisine bağlı olduğu gayet açık. Ama önemli olan eylül ayından sonra yaşanılacak olanlar. Haziran ayının baz etkisi ile dezenflasyon sürecine girişi temsil etmesiyle birlikte ‘enflasyonun düşmeye başladığı’ yönündeki iyimserlik nedeniyle eylülden sonra eğer politika faizinde indirime gidilirse kurun ve enflasyonunun yükselişi sıcak paranın kaçışını hızlandırarak yeniden rezerv sorununu gündeme taşıyacaktır.
Üstelik bu hafta gelen diğer makro ekonomik veriler de iyimserliğin büyüsüne kapılmamak gerektiğini ortaya koydu.
Cari denge ile ilgili kaygılar azalmaya başlamışken TCMB’nin nisan ayına ilişkin ödemeler dengesi verilerine göre cari açık 5,3 milyar dolarla dokuz ayın en yüksek aylık açığına ulaşırken yıllıklandırılmış cari açığın da 31,5 milyar dolara çıktığı görüldü.
Net hata noksandaki açık serisinin nisan ayında da devam ettiği açıklandı.
TÜİK ise bu hafta nisan ayı sanayi üretimi ve mayıs ayı işsizlik rakamını paylaştı. Buna göre sanayi üretiminin yıllık yüzde 0,7 azaldığı görüldü. Sanayi üretimindeki azalma daha sonraki dönemlere ilişkin hem işsizlik hem de büyüme üzerinde olumsuz etki yaratacaktır.
Zaten her ne kadar TÜİK işsizliğin nisan ayında yüzde 8,5 olduğunu açıklasa da geniş tanımlı işsizliğin yüzde 27,2 olması endişe verici.
İşverenin nitelikli işgücü bulmakta zorlandığı, çalışanın ise istediği ücreti alamamaktan şikayetçi olduğu istihdam piyasasına ilişkin olarak yapısal reformların hayata geçirilmesi daha fazla ertelenmemeli.
Ayrıca göçmen politikalarının da istihdam sorununu artırdığı göz ardı edilmemeli.
Sonuç olarak tüm bu veriler ve gelişmeler gösteriyor ki söylemler tatlı ama maalesef gerçekler acı.