Mert Yılmaz
Rabbena hep bana
31 Mart tarihinde yapılan yerel seçimlerin ardından yabancı yatırımcıların TL’ye olan ilgisinde ciddi bir artış ve buna bağlı olarak da ülkemize döviz girişi var. 31 Mart’tan bu yana Türkiye’ye gelen yabancı kaynak 9,3 milyar USD’lik kısmı tahvil-bono piyasasına olmak üzere toplamda 13,2 milyar USD.
Yerel seçimlerin resmi sonuçları henüz Yüksek Seçim Kurulu tarafından açıklanmadan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut programın devam edeceğine ilişkin piyasalara güven veren mesajları TL’ye olan bu ilginin ve para girişinin en önemli adımlarından biri, belki de en önemlisi.
Para girişi aslında Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine atanması ile başlamış olsa da yerel seçim belirsizliği ve seçime giderken Merkez Başkanlığı görevinde yapılan değişiklik yabancı yatırımcıları biraz daha bekle-gör moduna itmişti.
Dışarıdan döviz gelirken, içeride de gerek bireysel gerekse kurumsal yatırımcıların döviz satarak TL’ye geçtiklerini gördük. Özellikle yerel seçimlerin öncesinde “seçimlerden sonra döviz fırlayacak” söylentilerine kendilerini kaptırıp döviz bürolarının önünde döviz almak için sıraya giren vatandaşın bu sefer satmak için sıraya girdiğini gördük.
Tüm bu yaşananlar en çok Merkez Bankası’nı mutlu etti. Swap hariç net rezervleri yerel seçim öncesinde ve ikinci kez yaklaşık 70 milyar USD eksiye düşen Merkez Bankası, döviz alarak ve swap’ları azaltarak geçtiğimiz günler 1,5 milyar USD artıya geçti. Ortaya çıkan bu sonuç ile ne kadar mutlu olmamız gerekiyorsa böylesine bir eksiye nasıl düştük diye de sormalı, üzülmeli hatta kızmalıyız.
Döviz kurlarında ciddi bir stabilizasyon var. Talep yok denecek kadar az. Doğru, gelen para sıcak para ama bize önemli bir nefes aldırdı. Merkez Bankası’nın rezervlerinde ciddi bir toparlanma kaydedildi. Şunu da ekleyeyim; Merkez Bankası dövize alım yönünde müdahale etmese 30 TL’nin altında hatta 25 TL’ye yaklaşan dolar kuru görebilirdik.
Düşünebiliyor musunuz, yıllardır dövizi tutmak için piyasada satıcı olan Merkez Bankası bugünlerde alıcı, sevgili okurlar.
Şükürler olsun, bugünleri de gördük.
Dolar kuru 7 TL olmasın diye çıkılan bu macera, dolar kuru 30 TL olduğunda sona erdi.
Bu arada %17 olan politika faizini %19’a yükseltmesinin ardından görevden alınan Naci Ağbal döneminde enflasyon %17 seviyesinde idi.
Demem o ki; kur 7’den 30’a giderken, faiz de (vazgeçtim %8,50’den) %17’den %50’ye geldi.
Yalnız şunu unutmamak lazım;
Türkiye’de bu saatten sonra döviz kurlarının düşmesinin ülkeye de vatandaşımıza da bir faydası olmaz hatta zararı olur. Döviz düştü diye, yükseldiğinde anında yapılan zamların hiçbiri geri alınmaz, zaten alınamaz da.
Yani ‘döviz düşerse enflasyon da düşer vatandaş rahat eder’ yaklaşımı yanlış. Zaten enflasyonun düşmesi fiyatların düşmesi demek değil ki.
İkinci olarak; şu anda TL rekabet açısından zorlanıyor. İhracatçı ve turizmciler için süreç zorlu ve daha da zorlaşacak. Bizim ihracatçımızın ortak özelliği her kur seviyesinde “TL değerli, rekabet edemiyoruz” diye ağlayıp sızlanmaktır. Bugün bu sızlanmada, sitemde haklılar ama her gün aynı şeyleri söyleyince doğru zamanda söylediğinin de bir önemi kalmıyor.
Diyelim ki yol açıldı ve döviz kurları ciddi oranda geriledi. Bu ithalatın patlaması demek. Üretmek yerine ithalata yönelmek demek ki bunun bir sonraki adımı işsizlik. Dış ticaret açığı ve cari açık demek.
O nedenle; stabil ve olabildiğince uzun vadede öngörülebilir döviz kurları bizim için en iyisi.
‘Tamam... da ihracatçı zorlanıyor’ diyenleri duyar gibiyim. Tamam... da ihracatçı yıllardır gayet güzel para kazanırken deneysel ekonomi modelinin sonucu olarak emekli, dar gelirli ve sabit ücretli de (bu ifadeyi kullandığım için samimiyetle özür dilerim ama tam karşılığı bu durumun) sürünüyor.
Şimdi biraz toplumun sosyoekonomik açıdan alt tabakalarının yaralarını sarma zamanı.
‘Rabbena hep bana’ ile olmaz.