Serap Durusoy
Karmaşık Ritüel
Henüz yerel seçimin rehavetinden yeni çıkmışken uzun bayram tatilinin ardından hem içeride hem dışarıda yoğun gelişmelerin yaşandığı bir gündemle karşılaştık. Cumartesi gecesi İran’ın, ilk kez doğrudan İsrail topraklarına yönelik bir saldırı düzenlediği haberleri yayıldı. İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluklarını bombalamasının ardından İran 13 Nisan’da İsrail’e karşı saldırı başlattı.
Çok değil henüz iki yıl önce 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya lideri Putin’in Ukrayna’yı işgale başladıklarını televizyondan duyurmasının ardından gerek jeo-politik stratejistlerin gerekse de biz ekonomistlerin gözü kulağı Rusya-Ukrayna hattındaki gelişmelerde olmuştu. Rusya’nın küresel ekonomiden ve finansal piyasalardan dışlanmasına yönelik olarak getirilen kritik ve geniş çaplı yaptırımlar ve bu yaptırımlara Rusya’nın da karşı yaptırımlarla yanıt vermesi sıcak savaşın ekonomik savaşa evrilmesine yol açmıştı. Gerek Rusya’ya getirilen yaptırımlar, gerekse Rusya’nın karşı yaptırımları elbette ki sadece Rusya ekonomisini değil ticaret yaptığı diğer ülkelerde ve çevre ülkelerinde de orta ve uzun vadede domino etkisi yarattı. Özellikle Rusya ve Ukrayna ile olan girift ekonomik ilişkisi nedeniyle bu olumsuz konjonktürden Türkiye de pek çok açıdan etkilendi. Bu yükselen tansiyonda Türkiye’nin, kendisini nerede konumlandıracağını iyi analiz etmesi ve bu savaşta özne olmaması önemli bir gelişme olmuştu. Ekonomik kırılganlığı yüksek olan bir ülke olarak Türkiye nasıl ki Rusya -Ukrayna savaşı atmosferine tam da yeni ekonomi modelinin uygulandığı zamanda girdiyse şimdi de bu modelden uzaklaşıldığı, rasyonaliteye dönüldüğünün iddiasında olunduğu ve dış politikada farklı ilişkiler geliştirilmeye çalışıldığı dönemde Ortadoğu’da tansiyon yükseldi. Şüphesiz ki bu durum jeo politik konumundan dolayı (coğrafi olarak tam ortada yer alan bir ülke olmamız nedeniyle) hem Türk dış politikasını hem de ekonomi politikasını zorlayan bir ortam oluşturacak. Özellikle cari fazla yaratma iddiasından ödün vermeyen ekonomi yönetimini zorlayacak bir süreç yaşanacak. Çünkü savaş ortamının yarattığı belirsizlik ilk başlangıçta ciddi bir tedirginlik yaratacak. Bu durum haliyle bölgeden mal talebi ve sipariş ertelemelerine yol açma olasılığını yükseltecek ki bu da ihracatta sıkıntılar yaratacak. Diğer yandan sigorta ve gemi taşımacılığı maliyetindeki artışın da ihracat ve ihracatçı sanayiciler için önemli bir tehlike oluşturacağı göz ardı edilemez. Bölgeye giden malın neredeyse yüzde 90’nın gemi yoluyla gerçekleştiği düşünüldüğünde karşılaşılacak zorluk daha net ortaya çıkıyor. Diğer yandan ekonomi politikasının önemli bir ayağını oluşturan yabancı sermaye çekmeye ilişkin özellikle Ortadoğu’ya bağlanan umutlar da yaşanılan siyasi tansiyon nedeniyle olumsuz etkilenecek.
Şüphesiz bu tansiyon, yüksek enflasyon nedeniyle satın alma gücünü muhafaza etmeye çalışan ekonomik aktörlerin koruma reflekslerine de yansıyacak. Zaten KKM’den TL’ye dönüşü teşvik etmeye yönelik adımlara rağmen KKM’deki güçsüz düşüşün 5 Nisan haftasında da devam ettiği ve eylül ayından beri en yavaş düşüşün gerçekleştiği görüldü. KKM her ne kadar yabancı para mevduatını tercihini azaltmış olsa da aslında döviz talebini engelleyemedi. Ancak bu hafta Ortadoğu yaşanan sıcak gelişmeler yabancı paranın ve altının cazibesini daha da yükseltti.
Diğer yandan geçen yıl 818,2 milyar TL zarar eden TCMB’nin bu zararının, yüklenilen KKM ödemelerinden kaynaklanmış olması da başka bir boyutu oluşturuyor. Elbette ki TCMB’nin kar etme gibi bir sorumluğu yok. Buradaki asıl sorun bu zararın ekonomik bir fayda yaratmamasına rağmen ortaya çıkmış olması ve zararın yaratacağı sonuçlar ki özellikle vatandaşa ödetilecek bedel ilk sırada yer alıyor.
Üç aylık enflasyonun yüzde 15’e ulaştığı ve bütçede üç aylık açığın 500 milyar TL olduğu ve daha birçok karmaşık ekonomik ritüelin yaşandığı ülkemizde ekonomi yönetiminin denge arayışı sürüyor. Bu arayış içerisinde yabancı paranın geliş umudundan vazgeçmeyen ekonomi yönetimi olağan IMF ve WB toplantılarına katılmak için ABD’ye gitti. Ancak her ne kadar yatırımcı turları sürdürülse de yabancı yatırımcılara ekonomi politikasının anlatılmasının yatırımcı çekmek için tek başına yeterli olmadığının kabul edilmesi gerekiyor.