Kaya Türkmen
Haberleri kaçırmak
Antonin Dvořák (Dvorjak okunuyor) (1841-1904). Çek. Klasik müziğin geç romantik döneminin en büyük isimlerinden. En popüler eserleri “Yeni Dünyadan” adını verdiği 9. senfonisi, “Rusalka” operası ve kuşkusuz ki si minör viyolonsel konçertosu.
Bu muhteşem konçertoyu 1968 yılında Çekoslovakya’nın Sovyet ordusu tarafından işgali üzerine Daniel Barenboim yönetimindeki Londra Senfoni Orkestrası “Royal Albert Hall”da özel bir konserde seslendirdi. Çekoslovakya halkıyla dayanışmaydı amaç. Konserin solisti yakın tarihin en heyecan verici viyolonsel sanatçılarından Jacqueline du Pré’ydi.
Daniel Barenboim. Bugün 82 yaşında. Konseri yönettiği tarihte 26 yaşındaydı. Muhteşem bir piyanisttir. Asıl şefliğinden önce piyanistliği gelir. Ortadoğu’da barış çabalarına katkı amacıyla, farklı ülkelerden genç müzisyenleri bir araya getiren Batı-Doğu Divanı Orkestrasını kurdu Filistinli düşünür Edward Said’le birlikte.
Jacqueline du Pré. Çağının en büyüleyici viyolonsel virtüözüydü. Derin bir duygusal ifade gücü vardı. Elgar’ın viyolonsel konçertosunu kimse onun gibi yorumlayamadı. 1968’deki konserde 23 yaşındaydı. Daniel Barenboim’le bir yıl önce evlenmişlerdi. MS hastalığına yakalandı sonra. Önce müzik yaşamı, sonra tüm yaşamı çok erken yaşta (42) son buldu. Ben teknik ustalığı ve sahneyi dolduruşu bakımından değerli viyolonselcimiz Nil Kocamangil’i dinlerken du Pré’yi hatırlatırım hep.
Youtube’da buldum ve dinledim o konseri geçen akşam. Gözlerimi, kulaklarımı bir an olsun ayırmadım.
Dvořák’ın konçertosu ruhunun en derinlerine kadar nüfuz ediyor insanın. Bir nehir gibi akıyor. Sarsıcı bir melankoli rüzgarına kapılıyorsunuz. Dvořák’ın Amerika’da geçirdiği yılların izlerini, ülkesine duyduğu özlemi yansıtıyor konçerto denildiğine göre.
Daha bir sürü şeyi yansıttığını söylüyor uzmanlar. Ben dinlerim, severim veya sevmem. “Besteci ne demek istemiş” sorusunu sormam. Ben ne hissediyorsam onu demiştir.
Ne kadar doğrudur bilinmez, şöyle bir hikâye anlatırlar: Beethoven sarayda bir konser veriyormuş. Çaldığı eser bitince dinleyicilerden biri yaklaşmış ve sormuş: Üstat, bu eserde ne demek istediniz? “Şunu demek istedim” demiş Beethoven ve eseri bir kez daha çalmış.
Siz ne hissediyorsanız odur işte.
Klasik müziği siyasi emelleri için kullananlar da oldu tarihte. Nazi Almanya’sı, ideolojisine uygun olarak Wagner, Bruckner, hatta Beethoven gibi bestecileri öne çıkardı, onları sahiplendi ve Nazi ideolojisinin bir parçası olarak kullandı.
Bunları düşünürken son dönem Osmanlı padişahlarının klasik Batı müziğine duydukları ilgi geldi aklıma.
İkinci Mahmut’un Mehteran Bölüğünü lağvedip yerine Muzıka-i Hümayun’u kurdurması, Abdülmecit’in bu kurumu Paşa rütbesi verdiği Giuseppe Donizetti’ye emanet etmesi, Abdülaziz’in piyano ve keman çalması ve besteler yapması, Abdülhamit’in sarayı düzenli konserler verilen bir yere dönüştürmesi. Bunlar geldi aklıma.
Sonra Cumhuriyet kuruldu kafamda birden. Büyük Atatürk’ün, ardından İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na ilgilerini, desteklerini düşündüm.
Konçerto devam ediyordu bir yandan. Son bölümünün hemen başında Jacqueline du Pré’nin viyolonselinin tellerinden biri koptu. “Bana iki dakika müsaade” dedi. “Kopan teli değiştirene kadar burada uslu uslu oturun”.
Gitti teli değiştirdi. Ve muhteşem bir üçüncü bölüm çaldı Jacqueline...
Bir saatten fazla kopup gitmişim bu dünyadan.
Televizyonu açtım ki haberleri kaçırmışım. Haberleri daha sık kaçırma sözü verdim kendime. Siz de kaçırın haberleri ara sıra. İyi geliyor.