Boray Acar
Gezi Düşü Görenlere…
“Futbol, sadece futbol değildir.” gibi içeriğin derinliğine ve arka planına işaret eden bir cümle Gezi’ye de yakışıyor. Ve yıldönümlerinde, yazılan yazıların o günlerin hatırlanması için ayrı bir anlamlı oluyor. 31 Mayıs’ta 11. yaşını dolduran Gezi, bütünüyle bilinçli bir eylem olduğu için değil adım adım politikadan uzaklaştırılan, nemelazımcı bir duyarsızlıkla sessizleştirilen toplumun tabiri caizse hâlen daha “eylem koyabildiğini/koyabileceğini” göstermesi açısından çok kıymetliydi. Katılımcılarını dahi şaşırtan bir heyecan taşıyordu içinde. Çevre duyarlılığıyla başlayan hareket, birkaç gün içerisinde yönetenlere ve onların düzenine karşı esaslı bir isyana dönüştü. Kabına sığmadı, yurt sathına yayıldı ve ciddileşti. Ciddileşmesiyle birlikte düzenin bekçileri de ciddileştiler ve itiraz etmenin cezasız kalmayacağı yeni bir düzenin, rejimin, devlet anlayışının inşasına giriştiler.
Gezi’nin en büyük şanssızlığı, AKP-Gülen kavgasının başladığı günlere denk gelmiş olmasıydı. Tabii bu, hükümet için bir şansa dönüştü. Birbiriyle herhangi bir bağı olmayan iki unsur, aynı suç torbasının içine atılmak suretiyle ilişkilendirildi, birinin pisliğinin diğerini de kirletmesi sağlandı. İki dudağın arasından çıkacak sözlerle sonlandırılabilecek eylemler ölümlerle, yaralanmalarla, çadır yakmalara varan polis şiddetiyle neticelendi. Daha sonra polis müdüründen valisine varıncaya kadar devlet adına bu provokasyonu yapanların FETÖ mensubu oldukları anlaşılmasına rağmen bu algı değişmedi. Çünkü yeni düzende gerçeği ortaya çıkarmak değil, propaganda gücüyle algıyı yönetmek önemliydi. Burada sadece hükümeti suçlayamayız. Zira AKP ile yaşadığı ekonomik baharların etkisinden çıkamayan, işin bugünlere varabileceğini öngöremeyen ve dönemin başbakanına neredeyse ruhani manalar yükleyen toplum vasatı da Gezi’nin düşmanlaştırılmasını kolaylaştırmıştır. Hani “Evinde zor tutuyoruz” diye bahsedilen yüzde 50’den söz ediyoruz.
Gezi eylemleri, başarısızlık, istikrarsızlık ve rantçı politikalar karşısında ortaya çıkabilecek olası ve haklı tepkilerin nereye varacağını göstermesi açısından yeni düzenin mimarlarına ilham verdi. Böylece demokrasi gibi bir derdi olmayan, dinlemeye değil susturmaya motive yeni rejim, güvenlik duvarı ile kendini koruma stratejisiyle kuruldu. Bu döneme özgü olmayan iç/dış tehlike kavramlarının bu denli dillere dolanmasında, şiddetin normalleştirilmesinde ve “önü alınmaz ise bunlar memleketi yakarlar” algısının pekişmesinde Gezi’nin etkisi büyüktür. İşi bu noktaya getiren sebeplerden birisi de ayakkabı numaralarına kadar bildikleri(!) yasadışı örgüt militanlarının da eylemlere dâhil olarak suyu bulandırmalarıydı. Bu da zaman içinde ülkeyi yönetenlerce dibine kadar kullanıldı.
Gezi sonrasında Cumartesi Anneleri de, Boğaziçi eylemcileri de aynı muameleyi gördü. Haklı veya haksız, kimse yeni bir “Gezi Düşü” görmemeliydi artık. Malum; birileri Gezi düşü gördükçe, yönetenler bunun kâbusunu görmekteydi. Gezi günlerinde eylemleri, “Çevre hassasiyetinin tetiklediği, yeşili ve doğayı koruma kararlılığının uyandırdığı kişisel özgürlük arayışları, kimlik ve kişilik izharları elbette değerli elbette muteber bir insani tutumdur.” sözleriyle kutsayan Devlet Bahçeli, pozisyon değiştirip iktidar saflarına geçince bilumum hak arayışını güvenliğimizi tehdit eden kalkışmalar olarak değerlendirmiş, hak arayanları “Gezi Düşü görmemeleri” noktasında uyarmıştır. Onun nezdinde Fransa’daki Sarı Yelekliler Eylemi, Akbelen’deki orman katliamı direnişi, Kazakistan’da patlak veren hadiseler, aynı şer yuvasının marifetiydi, kimse bunlardan ilham almamalı, Gezi Düşü görmemeliydi. Saf değişikliğinin fikir değişikliği üstündeki dayanılmaz etkisinin anlaşılması için Bahçeli, iyi bir örnektir.
Velhasıl Gezi, yeni düzen inşasının tohumlarını atmıştır. Suçsuzlukları herkesçe bilinen Kavala’nın, Atalay’ın, Özerden’in, Mater’in, Kahraman’ın üfürükten gerekçelerle hapsedilmeleri, itiraz etmeye kalkanlara/kalkacaklara ibret olması içindir. “Bir nedamet hâli yok, bir özür bile dilemiyorlar.” diyen Erdoğan’ın bu sözleri, davanın siyasiliğinin ispatıdır. Erdoğan’ın meydanlarda yuhalattığı, eski Ankara Belediye Başkanı’nın oğlu olmak dışında bir vasfı olmayan şahsın da iftiralar attığı Berkin’in ruhu bile onlar için yeterince korkutucudur. İnanıyoruz ki, korkacak bir şeyi olmayanlar yönetimi devraldıklarında dava ve tutukluluklar son bulacak, yuhalatılan el kadar çocuklardan geç de olsa özür dilenecektir. Bunlar olana kadar da inadına Gezi Düşü görmeye devam edeceğiz…