Bir Küçük Ada Yolculuğu

İnsanlar ikiye ayrılır; yaz tatilini yazın yapanlar ve yaz tatilini yaz bitip de okullar açılınca yapanlar! Ben de ikinci grupta olanlardanım. Hem sıcak hem de kalabalık sevmediğim için Eylül ortasından sonra, duruma göre Ekim ortasına kadar en güzel “sarı yaz”, tatil yapmanın ideal zamanıdır benim için.

Bu yılki rotalardan biri de en son yirmi küsur yıl önce gördüğüm İmroz oldu. Önce Bozcaada’ya bir selam verdik, sonra ver elini asıl adıyla İmroz, bizim koyduğumuz adıyla ise Gökçeada. Yirmi yıl önce iki günlüğüne adanın bağlarını ve şarapçılık potansiyelini yerinde görmek üzere geldiğim adada, bugün anlıyorum ki hiçbir şey görmemişim.

ada-1.jpeg

Bu defa birkaç günü adada geçirip köylerine, plajlarına, çarşılarına girip çıkma fırsatı buldum. Gerçekten de gerek oldukça büyük olması ve dağlık ovalık coğrafyasıyla, gerek Rum kültürünü inatla yaşatan köyleriyle İmroz bambaşka… Türkiye’nin bu en Batı noktası – laf olsun diye de değil; adanın batısındaki İnce Burun ülkemizin en batı ucunu oluşturuyor – olan bu adanın birçok yerinde gerçekten de kendimizi gerçek bir medeniyet beşiğinde hissettik.

Gökçeada’ya geleceklerin öncelikle farklı köyler olduğunu ve köylerin birbirine pek de yakın olmadığını bilmesi gerekiyor. Adı daima Bozcaada ile birlikte anılan bu adanın aslında Bozcaada ile en küçük benzerliği yok desem yeri… Esasen bir Rum adası olan Gökçeada’da köyler genellikle tepelerde; Eski Bademli, Tepeköy, Kaleköy genellikle yüksekte kurulu. Zaten ada o kadar büyük ki, bir ucundan bir ucuna yarım saat kırk dakika kadar araba kullanıyorsunuz.

Adaya karakterini veren de bu zaten ; köylerin her birinin farklı bir karakterde olması… Mesela daracık sokaklarda oturacak kafeler için Zeytinli en ideal köyken, oteller açısından Yukarı Kaleköy tercih edilesi… Tepeköy turistik bir köy değil, köyde Rum halk az da olsa yaşamını devam ettiriyor. Ağustos ortasındaki Meryem Ana bayramında köy meydanında topluca yemek yenilen köy de burası. Son olarak Zeytinli’deki Rum İlkokulu bir tadilat nedeniyle kapanınca öğrencilerin taşındığı okul da yine Tepeköy’de. Adı üzerinde, burası oldukça yüksek bir köy. Diğer bir ilginç ve hüzünlü nokta ise Dereköy. Burası tamamen terk edilmiş bir Rum köyü görünümünde. Nedenleri çok ve hikaye hem bildik, hem de üzücü… Mübadeleden muaf tutulan Bozcaada ve Gökçeada halkı, her türlü siyasi hareketlilikten etkilenmişler; varlık vergisi, 6-7 Eylül olayları, derken Kıbrıs… 1964’te güvenlik kaygılarıyla ada giderek daha sıkı kurallarla yönetilmeye başlanmış; askeri bölgeler, tarım arazilerinin kamulaştırılması, adaya bir cezaevi açılması gibi birçok uygulama sonrasında, adalılardan kalanlar da Yunanistan’a geçmiş, geçmek zorunda kalmış.

Yine de İmrozlular adalarını seviyorlar belli ki; Eski Bademli’de (Gliki) Stenada’da kahvenizi yudumlayıp bademli kurabiyenizi yerken Rumca konuşmaları dinleyebiliyor, Zeytinli’de galaktoböreko yerken sohbet ettiğiniz kafe sahibinden yılın büyük kısmını atalarının köyü olan Zeytinli’de (Agio Theodoroi) geçirdiğini öğrenebiliyorsunuz. Tepeköy’de (Agridia) tenefüse çıkan çocuklar keyifle cicirya yiyorlar hala.

ada-2.jpeg

Ada, 2011’de aldığı cittaslow ünvanı ile, dünyanın ilk yavaş adası olmuş. Bir yanda takdir edilesi olan bu durum, adanın tarihini bilenler açısından biraz da hüzün verici. Ama her şerde bir hayra çevrilebilir mi bu? Adanın en değerli tarım arazilerinin vakti zamanında istimlak edilmesi, büyük alanların askeriyeye devredilmesi, neredeyse adanın yarısının sit alanı olması, adayı aşırı turizmden ve betonlaşmadan da kurtarmış olabilir mi? Bozcaada’dan çok farklı olarak tarımla beraber ve daha çok hayvancılığın ön planda olduğu bu adada, sadece turizmle geçinilmemesi günlük yaşama çok iyi bir denge getiriyor. Yollarda 34 ve Yunanistan plakalı araçlar kadar çok traktör de var. Küçükbaş hayvancılık, özellikle keçi ve koyun adanın alameti farikalarından. Büyükbaş hayvancılık da devam ediyor. Özellikle oğlak eti, adada denenmesi gereken özel lezzetlerden.

İmroz, gerek tarihi, gerek uçsuz bucaksız plajları ve gizli saklı koyları, gerekse birbirinden nefis yemekleri ve nefes kesici manzaralar sunan restoranları ile mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Biraz okuyup gider ve adayı hakkını vererek Tuz Gölü’nden Gizli Limanı’na, Türkiye’de tek olan su altı milli parkından merkezde yer alan Kent Müzesi’ne kadar gezerseniz buraya tekrar tekrar gelmek isteyeceğinizi garanti ediyorum…

ada-genel.jpeg

Nerede yenir?

  • Kaleköy civarında çok güzel birkaç restoran var. İlk seçenek, eğer hava çok rüzgarlı değilse, kesinlikle Poseidon. Köyün en tepesinde, kayalıklar üzerine kondurulmuş platformlarda yiyorsunuz ve tepeden karşıdaki Samothraki’ye (Semadirek) bakan akıl almaz manzara ile zaten baştan sarhoş oluyorsunuz! Mezelerin hepsi çok iyi. Adalarda genellikle olduğu gibi üzücü bir durum; ada şaraplarının pek parlak olmaması. Bozcaada’da da, Gökçeada’da da restoranlar bu bölgenin şaraplarını menülerine almışlar, ki bu çok iyi bir şey ama sadece ada şaraplarına denk gelirseniz seçenek fazla değil. Denediklerim arasında Talay'ın Kuntrası zarif ama karakterli yapısı ile en iyi ada şarabı oldu. Rakı alternatifleri ise bol. Balık mevsimi açıldıktan sonra küçük büyük tüm balıklar bulunuyor. Biz Poseidon’da palamut ızgarayı çok beğendik. Kılıç balığı gibi seçenekler de var. Lakerdaları, patlıcan salatası tam da olması gerektiği gibiydi. Servis de iyiydi, daha ne olsun… Beş yıldız!
  • Yine Yukarı Kaleköy’de Mustafa’nın Kayfesi; lezzet açısından çok birşey beklemeyin ama köpüklü bir Türk kahvesi içip ulu ağaçlar altında oturarak bu defa denize değil, adanın verimli tarım arazilerine, karşı tepelere bakıp dalıp gitmek için uğranası bir nokta.
  • Stenada ise daracık sokakları, tek katlı evlerinin şirinliği ile en cazip ve en yüksek köylerden biri olan, Kaleköy’e de yakın olan Bademli’de. Her yerde bademli kurabiye yedik ama buranınki enfesti; bol tereyağlı, kıyır kıyır ve çok taze. Mekanın sempatikliğini ise anlatmak zor; manzarası filan yok. Sokak arasında, 1985’e kadar bakkal olarak işletilen bir dükkanmış. Yerli sahipleri bu dükkanın açık kalması geleneğini iyi ki devam ettirmişler. Bir tatlı ve kahveye uğrayın.
  • Zeytinli çıkışında Son Vapur da et yemeklerinin de olduğu menüsüyle biraz daha farklı bir menü sunuyor.
  • Oğlak yahni, kuzu kapama, kuzu pirzola deneyebilirsiniz. Balıklardan ve mezelerden zaten şaşmayın. Peynirli, naneli sütle yapılan cicirya da adanın yerel tatlarından. Tatlı börekler de merkezde denk gelirseniz tadabileceğiniz ada lezzetleri.

ne-yenir-kutu.jpeg

Ne yapılır?

  • Denize girilir! Adada en önemli konu rüzgarları takip etmek. Hem Kabatepe feribotuna binerken ve adadan dönerken hem de nereden denize gireceğinize karar verirken… Biz sonbaharda geldiğimiz için kuzey rüzgarları biraz fazlaydı; güneyde Laz Koyu harika bir sığınak oldu. Burası küçük ama ılıman suyuyla büyüleyici bir plaj. Yine aynı tarafta, ülkenin en batı ucu olan Gizli Liman da çok daha geniş plajı, berrak ve engin sularıyla baştan çıkarıcı…
  • Köylerdeki kafelerde oturulup kahve içilir, boş sokaklara, taş evlerin güzelliğine bakılır, dükkan sahipleriyle bol bol sohbet edilir. Bir kahve sahibi şöyle dedi: “Yaz bitip kalabalıklar çekilince insan gibi çalışıyoruz. Zaten kafecilik de o değil mi; gelen gidenle iki çift laf edebilmek, sohbet edebilmek gerek”. Ne güzel anlatıyor aslında adalılığın özünü; niceliğe değil niteliğe bakmak, aç gözlü olmadan zeytinden, Ege’den, batan her güneşten; hülasa yaşamdan tat almaya bakmak…
turkiyenin-en-batisi-ince-burun-ne-yapilir-kismina-olabilir.jpeg
İnce Burun

Önceki ve Sonraki Yazılar
Esin Sungur Arşivi