YERLİ HOCA FETİŞİ NEREYE KADAR?

UEFA son beş yıla bakarak bizi küme düşürdü. Önümüzdeki yıldan itibaren şampiyonumuz bile ön eleme oynayacak. Bu beş yılda ise liglerimizde ezici bir “yerli teknik adam” hegemonyası vardı. “Canımız ciğerimiz, camialarımızın çocuğu yerli hocaların” geldiğimiz noktada vebali büyük.

Hırvat Teknik adam Otto Bariç’i, koronadan kaybettik. Gençler hatırlamaz, Bariç 1997 Temmuz’unda Fenerbahçe Başkan Ali Şen tarafından getirildi, lig ikincisi olunca daha bir yılı dolmadan yeni Başkan Aziz Yıldırım tarafından gönderildi. Bir kupa maçında Trabzon tribünlerinden atılan taş beline gelince rahmetli “kurşun yemiş gibi” yatıp kalmıştı da pek inanan olmamıştı. Günahı boynuna. Yerini Joachim Löw almıştı. O da ligin ikinci yarısında liderlikten uzaklaşınca sezonu tamamlayamadan gönderilmişti.
Yabancı hocaların peş peşe gelip gittiği yıllardı. Henüz “yerli hoca” fetişi başlamamıştı.
Bu yerli hoca merakı sanki Mustafa Denizli ile başladı. Türk futbolunda zihniyet değişimine imza atan Jupp Derwall’in rahle-i tedrisinden geçen Denizli, cesur ve kendine güvenen futbolun yerli mimarı olmakla kalmadı, “Türk teknik direktörlerin de en az yabancı hocalar kadar başarılı olabileceğini” ispat etti.
Eline sağlık iyi de etti. Açtığı yoldan daha sonra Fatih Terim, Şenol Güneş, Ersun Yanal, Aykut Kocaman, Ünal Karaman gibi isimler de yürüdü.
Lakin durmayı bilmiyoruz ki. Yavaş yavaş futbolumuza “yerli” hocaların tahakkümü başladı. Hikmet Karaman, Ziya Doğan, Samet Aybaba, Yılmaz Vural gibi isimler hemen hiçbir takımda ikinci yılı göremiyorlardı, ama her yıl en az 2 sözleşmeye imza atmayı başarıyorlardı.
İster "yönetimlerin beceriksizliği" deyin, ister "kulüp başkanlarının kötü niyeti…" İster "Türk hocaların daha ucuza çalışması" deyin, ister daha kolay “kovulabilmeleri”… Bu gerekçelerin tümünün geçerli olduğunu da söyleyebiliriz. Ortada bir futbol başarısı yoktu; ama ne hikmetse o takımdan bu takıma o kadar hızlı geçiyorlardı ki, takip bile edemiyorduk.
Ne kendilerini geliştirebildiler teknik adam olarak ne de genç futbolcuların gelişimine katkıda bulunabildiler.
Sonra “genç kuşak yerli hocalar” çıktı ortaya.
İlk dalgada Ertuğrul Sağlam, Rıza Çalımbay, Bülent Uygun, Turan Sofuoğlu, Bülent Korkmaz, Mehmet Özdilek, Tolunay Kafkas, Abdullah Avcı, Fuat Çapa ve diğerleri… Güya genç kuşaktılar, bir öncekilerden daha “modern” futbol oynatıyorlardı kağıt üstünde; ama kalıcı başarıyı yakalayan çıkmadı aralarında. Ertuğrul Sağlam’ın Bursa ile yakaladığı şampiyonluk da istisna olarak kaldı.
Bu grubun ardından “En genç kuşak yerli hocalar” sökün etti.
Daha gençtiler, daha sırtlarında formalarının teri duruyordu neredeyse. Çoğu mesela İsmail Kartal gibi, İbrahim Üzülmez gibi, Okan Buruk gibi “camianın çocuğuydu”, “bu takımın ekmeğini yemiş, suyunu içmiş, formasını terletmişti”.
Yeter miydi bu özellikler, galiba pek düşünen olmadı. Mert Nobre, Stepjhan Thomas gibi futbolu yakın zamanda bırakan kimi yabancı isimler de “camianın çocuğu” kontenjanından yararlanarak araya kaynadılar ama asıl saltanat, “En genç kuşak yerli hocalardaydı.”
Son üç sezona bakmak bile yeterli.
Ligde 2018-2019 sezonu başında 16 Türk, 2 yabancı teknik adam yer alıyordu. Ancak 13 kulüp teknik adamını değiştirdi. Beş kulübün teknik adam değişikliğine gitmediği sezonda toplam 37 teknik direktör görev yaptı.
2019-2020 Cemil Usta sezonunda ise 18 takımın 17'sinde teknik direktörlük koltuğuna Türkler otururken, sadece bir ekip, Gaziantep, sezona Rumen teknik adam Sumudica yönetiminde girmişti.
Enteresan olan bu yerli hocaların büyük bölümü, “Camianın çocuğuydu.” Futbolculuklarında, "Dört büyükler"de forma giymişlerdi; Fatih Terim ve Bülent Korkmaz (Galatasaray), Rıza Çalımbay (Beşiktaş), Aykut Kocaman ve İsmail Kartal (Fenerbahçe), Ünal Karaman (Trabzonspor), Tamer Tuna (Beşiktaş ve Trabzonspor), Erol Bulut (Fenerbahçe ve Trabzonspor), Okan Buruk (Galatasaray ve Beşiktaş) Sergen Yalçın (Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzonspor) forması altında top koşturmuştu.
2020-2021 Sezonunda da takımların tercihi Türk teknik adamlardan yana oldu. 21 Süper Lig ekibinin 16’sı Türk, 5’i de yabancı teknik direktörle sezona girdi. Trabzonspor’da Eddie Newton, Denizlispor’da Robert Prosinecki, Gençlerbirliği’nde Mert Nobre daha yeni yılı görmeden “yerli hoca” ile değiştirildiler. Çaykur Rizespor’da Stjepan Tomas ve Gaziantep’de Sumudica şimdilik dayanıyor.
Daha detay vermeme gerek var mı? Asıl şu soruları cevaplamalıyız;
Bu camianın çocuğu yerli hocalar, ne kadar başarılı ya da yerli olmak, kulübün formasını terletmek başarılı olmaya yetiyor mu?
Kimse çıkıp da son yıllarda şampiyonluğa uzananların yerli hocalar olduğunu söylemesin. Ligde yabancı hoca yoktu ki şampiyon olabilsin.
Varolan yabancılar da ya Nobre, Thomas gibi yakın dönemlerde Türkiye’de futbolu bırakmış genç ve tecrübesiz isimler ya da Sumudica gibi başka ülkede iş bulabilme imkanı pek kalmamış isimler.
Peki bu canımız ciğerimiz, herşeyimiz, camiamızın çocukları, aslan genç hocalarımız bizi nereye taşıdılar? Türk futbolu Avrupa’da nereye yükseldi?
2022’de gruplara hiçbir takımımız direkt giremeyecek, tüm temsilcilerimiz ön eleme oynayacak. İşte bizi taşıdıkları yer.
Başarılı isimler yok mu? Olmaz mı var tabii. Çağdaş Atan şimdilik başarılı, Okan Buruk müthiş bir grupta mücadele verdi, falan filan.
Tamam da kardeşim 2022-23’te Avrupa’daki beş temsilcimizin hepsi ön eleme oynayacak. Şampiyonumuz ve kupa galibimiz ikişer; lig ikincimiz, üçüncümüz ve dördüncümüzse tam üçer ön eleme oynayacak.
Başka bir şey söylememe gerek var mı? UEFA ülkeler sıralaması, son beş yıllık performanslara göre yapılıyor ve bu son beş sezonda da Türkiye’de ezici bir yerli teknik adam hegemonyası var.
Yıllarca “yerli oyuncu mu iyi, yabancı oyuncu mu?” tartışması yaptık, hala yapıyoruz. Derdim şimdi de “yerli hoca mı iyi yabancı hoca mı?” tartışması başlatmak değil.
Cevabım belli; “hocanın yerlisi, yabancısı yoktur, hocanın iyisi vardır, kötüsü vardır.”
Mesela İngiliz Arsenal kulübünü 22 yıl çalıştıran Arsene Wenger bir Fransızdır ve kimse onun yabancılığına takılmamıştır.
Bizde olmaz demeyin. Beşiktaşlılara sorun, size Beşiktaş’ı 6,5 yıl çalıştırıp, 3 Süper Lig, 2 Türkiye Kupası, 2 Süper Kupa, 1 Başbakanlık Kupası ve 4 TSYD Kupası kazandıran Gordon Milne’i anlatsınlar.
Galatasaraylılar da 1970-73 yıllarında üst üste üç yıl şampiyonluk yaşatan Brian Birch’ün bir İngiliz olduğunu bilir.
Fenerbahçelilerin de geriye gitmesine gerek yok, Zico’lu yıllar yeter.
Bizde de olur. Yeter ki yerli yabancı demeden iyi teknik adamı bulup, ona sabırla destek verecek yönetimler, Başkanlar olsun.
Başkanların vebali mi? “Himmete muhtaç olan dede başkasına nerede himmet ede?” Bu da başka bir yazı konusu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Sezgin Arşivi