Mehmet Şandır
Türkiye ne yapmalı...
BENCE; “Bağ yanarken dağdaki yangına gidilmez”
Sözün özü; Küresel gerilim ve tehditler mutfaktaki yangını unutturmamalı.
Sefalet ile safahatın aynı sokakta birlikte yaşandığını, gelir dağılımı makasının daha da açıldığını; adalet açığının toplumsal çözülmeyi/çürümeyi derinleştirdiğini, bunun bir beka sorununa dönüştüğünü unutturmamalıyız.
Bir sonuç olarak; dış gündemin sıcak gelişmeleri, insanımızın her geçen gün yükselen ‘onurlu yaşam’ taleplerini öteliyor. AKP İktidarının yanlış kararları ile azgınlaşan hayat pahalılığı konusu, toplumun çok büyük bir kısmının açlık sınırı altında bir gelirle yaşamaya mecbur bırakılması bir ‘insanlık sorunu’ olarak ortada duruyor ve bunun iyileşeceği yönünde hiçbir umut da ufukta görünmüyor.
Özellikle üretici kesimde; çiftçilerde ve çalışanlarda umut her geçen gün tükeniyor. Geçen hafta, Kocaeli’nden Trabzon’a kadar Karadeniz sahilinde yaşayan insanlarımızın ürettiği fındıkta taban fiyatları açıklandı; üreticiler çaydan sonra yeniden hayal kırıklığı ve hüsran yaşadılar. Daha önce de hemen her üründe ilan edilen düşük taban fiyatlar karşısında çiftçiler, “gelirlerimiz üretim giderlerimize yetmiyor; açız!” ve “Bir daha ekim yapmayız!” diyerek feryat ve isyan etmişlerdi.
Elinin emeği ile aile geçindiren, çocuk okutan, büyüten çalışanlarımızın asgari ücreti yıl sonuna kadar 17.002 lirada donduruldu; açlık sınırının 20 bin TL’yi geçtiği bu dönemde bu ücretle iş bulabildiğine sevinen, şükreden, sabreden milyonlarca vatandaşımızın tek meselesi akşama eve ekmek götürmektir. İsrail’in saldırganlığını öncelikli ve sürekli konuşmak bu insanlara saygısızlıktır.
Asayiş sorunu boyutunu çoktan aşan sokak çatışmaları, artan mafyatik yapılanmalar, özellikle kadına dönük şiddet, uyuşturucu suçlarının artması, bize yakışmaz aile içi cinnet ve cinayetler; çocuklarını öldürüp intihar eden babalar, evini terk eden anneler kısacası bir toplumsal cinnet halinin yaşanması ekonomik yaşamdaki bu tablonun eseridir.
Toplumdaki bu çözülmeye paralel olarak Devlet kurumunda gelişen yapısal sorunlar da artık kronikleşmektedir. Hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı ve anayasanın bağlayıcı olduğu konularında yaşanan tartışmaların ve İktidar uygulamalarının yarattığı ‘yaşamsal sorunlar’ hızla rejim krizine dönüşmektedir. Devlet kurumları arasında yaşanan tartışmalar; “Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymak zorunda değilsiniz” diyebilen hukuk adamları ve yöneticiler; Cumhuriyetimizin kurucu temellerini ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez niteliklerini tartışılır hale getirmektedir. Hukuk devleti vatandaşı olmak ve demokrasi ile yönetilmek güvenci ve övüncü içinde “birlikte yaşamak” ideali yani en değerli ortak paydalarımız ayağımızın altından hızla kaymaktadır.
Türkiye’nin değişmez gündemi yukarıdaki tablodur!
Halbuki İktidar partileri yöneticileri dış politika gündemini ısrarla öne çıkarıyor; “bir gece ansızın gelebiliriz” iddiası ile komşu ülkelere “hoş mesajlar” gönderirken vatandaşın sorunlarını yok saymakta, sabır ve şükür tavsiye etmektedir.
Muhalefet partileri ise umut olmaktan çok uzakta; iktidarın oluşturduğu gündemin peşinde savrulurken ürkek/mahcup bir ses tonu ile gündeme getirilen erken seçim talebi asla inandırıcı olamamaktadır.
Her türlü etkiye, bozulmaya açık tehlikeli bir süreçten geçiyoruz; çok dikkatli olmalıyız.
Böyle bir durumdayken yani bağda yangın büyürken karşı dağdaki(!) yangının yanağımızı ısıtmaya başlayan alevlerini de yok sayamayız.
Geçen hafta, Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye Tahran’da ve Hizbullah’ın en ileri düzeydeki komutanı Fuad Şükür de Beyrut’ta İsrail tarafından öldürüldü. Sırada kim var, belli değil...
Bu iki olayla ilgili her şey söylendi, tartışıldı ancak birçok soru cevapsız kaldı.
Biz, lafı çoğaltmayalım; İsrail öldürmeyi çok iyi bilir; bildiği işi yaptı, bundan sonra da yapacak. Allah, İsrail’in şerrinden ülkemiz yöneticilerini korusun, bizden uzak olsunlar!
Dua tamam da...
İsrail’i kim durduracak ve nasıl durduracak?
Şimdi İran’la gölge oyunu oynuyorlar. Rejisör aynı; ABD...
Hamas’ı el birliği ile bitirecekler!
Hamas’ın üzerinden Ortadoğu’da varlıklarını geliştiriyorlar.
Biz ne yapacağız, ne yapmalıyız?
İsrail’in İran’la birlikte üzerimize sıçramasını nasıl önleyeceğiz?
Sayın Fidan, “Ne zaman uluslararası sistem bir duvara toslar, büyük bir kriz yaşar ondan sonra veya bölge ülkeleri bir bölge güvenlik paktı/platformu oluşturdukları zaman İsrail durur, durdurulur” diyor.
Yani “balık kavağa çıktığı zaman…”
Bir başka konuşmasında üçüncü dünya savaşı çıkması ihtimalinin arttığını söylemişti.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü de İsrail’e akıl veriyor; “"Müzakerecileri öldürerek, diplomatları tehdit ederek barışa ulaşamazsınız." Sanki İsrail ve müttefikleri barış arıyorlarmış da bulamıyorlarmış!
Kısacası bu yaklaşımlar yanlış, eksik; Türkiye’yi korumaya yetmez!
Sözün sonu; Türkiye, Ortadoğu bataklığından uzak durmalı, savunma açığını “yerli ve milli” imkanlarla hızla kapatmalı daha da önemlisi iç cepheyi tahkim etmeli; hukukun üstünlüğü güvencesinde toplumu ile barışmalıdır.
Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinin yolundan ayrılmamalı!