Boray Acar
Türkiye, bu kafayla “İzmir” olmaz!
Sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; “İzmir konseri dalga dalga gelen bir değişimin habercisi falan değildir.”
Aksine yirmi yıllık hikâyeden ders alınmadığının ve AKP’yi yaratan sosyolojik etkenlerin iyi analiz edilmediğinin, keza buna göre politika da üretilmediğinin açık bir göstergesidir. Hatta bu tek taraflı coşku, Cumhuriyet elitizmi tarafından senelerce hiçe sayılan bugünün kararsız muhafazakârlarını kararlı hâle getirecek düzeyde de kışkırtıcıdır.
Şunu da söylemezsem yarım kalacak; İzmir’in kurtuluşu nasıl kutlanırsa kutlansın; İzmir’i kurtaranlarla bugünün siyasi iktidarı arasındaki derin çelişki gereği tartışma meselesi hâline gelecekti. Ancak; mesajlarından demeçlerine kadar bu denli “iktidarın değirmenine su taşıyan” bir organizasyona dönüşmeyebilir, özenli ve kapsayıcı bir çerçevesi olabilirdi.
Bir yerde bir tuhaflık var. Kılıçdaroğlu, CHP’yi resmi devlet ideolojisini benimseyen Ortodoks kalıplarının dışına çıkarmaya yönelik bir siyaset izliyor. Zaten bakıldığında “Helalleşme” mottosu da bu yeni anlayışın bir parçası. Etnik ayrımcılığa maruz kalanından, eşit eğitim hakkı elinden alınmış olanına, fikrini ifade ettiği için zulüm göreninden, yargı mağdurlarına kadar toplumun genelini kapsamayı taahhüt eden bir anlayıştan söz ediyoruz. Ayrıca; yaşayan mağdurların rızasından öte, tarihsel bir özeleştiri ve iç hesaplaşma da vadediyor. Özellikle de AKP gibi; iktidarda kalabilmek için her yolu deneyen, tarihi gerçekleri dahi işine geldiği gibi eğip bükerek manipülasyon aracı olarak kullanan bir iktidar deneyiminin üstüne bu bir tercih değil, ihtiyaçtır.
İşte, bahsettiğim tuhaflık tam da burada nüksediyor. Bu ihtiyacı tespit eden ve helalleşmeyi stratejik ve politik bir gereklilik olarak ortaya koyan ana muhalefet partisinin belediyesinin öncüsü olduğu bir organizasyon yapılıyor. Partili belediye başkanı da aşılmaya çalışılan resmi devlet ideolojisinin bir ezberi ile binlerce kişiye diskur çekiyor. Bunu “Nutuk”tan alıntı yapılmış olmasıyla falan açıklayamazlar. Zira “Nutuk”; o günün şartlarında, -altını çizerek söylüyorum- gerekli olan, bugün için o dönemi anlamak açısından aydınlatıcı olsa da, o dönem için bir “siyasi hesaplaşma” metnidir. Objektif bir tarihi perspektif ile ele alındığında, “kutsal metin” muamelesi yapılamaz. Bazı şeyler, o gün öyle söylenmesi gerektiği için söylenmiştir. İçinden tartışmalı bir pasajı alıp, -objektif tarih adamları tersini söylüyor olmasına rağmen- bugünün siyasi atmosferinde dolaşıma sokmak anakronizme düşmektir ve hâlihazırda orada toplanan kitleyi coşturmak dışında da bir işe yaramaz. Nitekim öyle de olmuş, hafta boyunca “Ecdadımıza küfür edildi!” ambalajı ile topluma servis edilmiş ve toplumda da karşılık bulmuştur.
Birçok konuda aynı fikirde olmamamıza rağmen, bu konuyu doğru analiz edenlerden birisi Soner Yalçın’dı. Bakın ne diyor; “… ‘Bizim Mahalle’ gündeminde hâlâ Tarkan konseri varken, Erdoğan dün 250 bin konut, 100 bin arsa, 10 bin dükkân satış projesini açıkladı. Sizce sandık için hangisi etkili?” Tabii Erdoğan tüm bunları yaparken, Tarkan konserinde söylenenlerden de beslendi ve bilinen öfkeli üslubu ile birilerine ağzının payını vermekten(!) geri kalmadı. Hain yaftası yemenin bu denli ucuzladığı bir dönemde, İngiliz gemisine binerek kaçan Vahdettin’e hain denmesine içerlemeleri de ayrıca bir ironidir ya neyse…
Aydın sorumluluğu, Soner Yalçın örneğinde olduğu gibi, kendisini hangi mahallede gördüğüne aldırmaksızın topluma doğruları söylemeyi gerektiriyor. Maalesef; herkes aynı hassasiyette değil. Yılmaz Özdil’e göre, “O mahşeri kalabalıkta bir kişinin burnu kanamadı, taşkınlık, sarkıntılık olmadı, bir tane çiçek zarar görmedi…” Bakın, bu söylemler toplumun diğer kesiminde “Biz de onlar gibi olalım, ülke İzmir gibi olsun…” duygusu uyandırmıyor. Aksine aşağılandıklarını hissediyorlar. Siyasi iktidarı cezalandırma düşüncesinden de hızla uzaklaşıyorlar.
Başladığımız yere dönecek olursak; Cumhuriyet mitingleri sonrasında da deneyimlendiği üzere, çeşitli vesilelerle aynı eğilimden insanları toplayarak, ortaya çıkan tablodan ülke siyasetine dair sonuç çıkarmak mümkün değildir. Bu öz tatmin seremonilerini siyasi şova dönüştürmek de bilakis kışkırtıcı olabilmektedir.
Son olarak; muhalefet unsurları arasındaki politik çelişkiler, dile getirilmese de sırıtıyor. Bir de bunun üstüne Tunç Soyer, Gürsel Tekin veya ırkçı Tanju Özcan gibi birilerinin çıkıp partinin önüne geçen ve parti politikası ile bağdaşmayan işler yapmaları “parti içi demokrasi” ile açıklanabilecek bir durum değildir. Olsa olsa tutarsızlık ve otorite boşluğu göstergesidir. Toplum da bunu görüyor.