SPORDA SİYASET OLUR MU?

Geçen cuma günü bu sayfada ülkemizde yaşanan spor-siyaset yol arkadaşlığını, en iyi bildiğim spor olan futbol üzerinden anlatmıştım. Bu hafta ise spor ile siyasetin iç içe geçmesini yine futbol üzerinden, başka ülkelerdeki örnekleriyle anlatmaya çalışacağım.

İTALYA: 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Avrupa’da futbolun siyasal, toplumsal ve ekonomik anlamda önemli bir aktöre dönüşmesinin ilk belirgin örneklerine, I. Dünya Savaşı sonrasında İtalya ve Almanya’da rastlanır. İtalya’da Benito Mussolini liderliğindeki Faşist Parti ile Almanya’da Adolf Hitler’in yönetimindeki Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (Nazi Partisi), futbolun önemli bir ideolojik aygıta dönüşebileceğini ilk keşfeden kurumlar içerisindedir.


İtalya’da spor bürokrasisini tamamen kendi kontrolü altına almak isteyen Faşist Parti, İtalya Milli Olimpiyat Komitesi’nin (Comitato Olimpico Nazionale Italiano - CONI) başına, kendi üyelerinden Landro Ferretti’nin gelmesiyle bu doğrultuda önemli bir adım atar. Bunun ardından, İtalyan futbolu üzerine, özellikle de ulusal şampiyonayla ilgili bir düzenleme yapılması adına, Ferretti tarafından üç kişilik bir heyet görevlendirilmiş, heyetteki üyelerden biri de önde gelen faşist bürokratlardan birisi olmuştur. Söz konusu heyet, 1926 yılında Viareggio kentinde yapılan bir toplantı sonrası yayınladıkları “Viareggio Beyannamesi” ile İtalyan futbolunun yeni şeklini belirlemeye başlamıştır. Buna göre öncelikle profesyonellik yasal hale getirilmiş, daha sonra da yabancı uyruklu futbolcuların İtalyan şampiyonasında oynamaları yasaklanmıştır.

ALMANYA: Faşizmin 1930’ların Avrupası’nda İtalya’dan sonra hüküm sürdüğü bir diğer adres de Almanya’dır.

Nazilerin futbolu kendi ideolojilerini yansıtabilecekleri bir araç olarak kullanma girişimlerinden birisi de resmen Almanya’nın bir parçası olan Avusturya’yı, bir bakıma takım olarak topyekûn bir jübile maçı yapmaları anlamına gelecek son bir maçla, Almanya karşısına çıkartmak olur.



Almanya ile Avusturya arasında bahsi geçen maç, 3 Nisan 1938’de, Viyana’da oynandı. Avusturya takımı, sahaya o yılların Avrupa’daki en büyük futbolcularından biri olarak kabul edilen ancak artık futbol kariyerinin sonlarına gelmekte olan Matthias Sindelar’ın kaptanlığında çıkmıştı:
“Maçtan önce Sindelar ve takımı, maçı kazanmayı akıllarından geçirmeyi bırakın, gol atmayı denemelerinin bile kendileri için tavsiye edilemeyeceği yönündeki sözlerle uyarılmıştı. 60 bin kişinin önünde, 35 yaşında olsa dahi Sindelar açık ara sahadaki en iyi oyuncuydu. Sürekli Alman savunmasının arasından kendine has bir biçimde sıyrılıyor ama daha sonra neredeyse komik bir halde kasten fırsat üstüne fırsat kaçırıyordu.

Söz konusu Nazi karşıtı hareket, özellikle maçın ikinci yarısında, tribünlerde kendini göstermiştir. İkinci yarının başlamasıyla birlikte sanki sahadaki Avusturyalılar Sindelar önderliğinde, daha fazla mizansene alet olmak istemezler ve ciddi oynamaya başlarlar. İlk gol, Sindelar’ın ayağından gelir. Sindelar attığı golü, Nazi yetkililerinin bulunduğu protokol tribünü önünde ufak bir dans gösterisiyle kutlar. Kısa bir süre sonra Avusturya Karl Sesta’nın attığı golle skoru 2-0’a getirir ve maç öncesi planlanın tamamen tersi bir manzara ortaya çıkar.”

SOVYETLER BİRLİĞİ: Sovyetler Birliği’nde; sporun devlet eliyle yapılandırılmaya çalışılmasının sonuçları, kısa süre içinde spor kulüplerinin devletle arasında oluşan organik bağlarla kendini belli etmeye başlar. S.S.C.B’nin kuruluşunu izleyen birkaç ay içinde Olls, Kor, Proleterskkaja Kuznica (daha sonra alacakları adlarıyla CSKA, Lokomotiv ve Torpedo) ve Dinamo Moskova kulüpleri kuruldu. CSKA’nın ordunun; Dinamo’nun önce elektrik işleri sendikasının, sonra da KGB’nin; Lokomotiv’in Sovyet demiryollarının ve Torpedo’nun da ZIL otomobil fabrikasının işçilerinin takımı olarak yapılanması, yeni ülkede futbolun hangi eksende şekillenmekte olduğunu da gözler önüne seriyordu.



Özetle; spor ve siyaset, hem dünyada hem de ülkemizde, iç içe geçmiş durumda. Yönetici erk; mesaj vermek istediğinde halka en kolay ulaşabileceği yerle yani sporla bunu yapıyor. Kuşkusuz, futbol haricinde, diğer spor dallarıyla siyaset iç içe geçmiştir. Ancak bu köşenin hikâyesi futbol üzerine…
Uğur’lu Futbol’a hoş geldiniz.

KONYASPOR - GALATASARAY ( CUMA 20.00)
Konyaspor, Aleksandar Stanojević göreve başladığından bu yana bırakın galip gelmeyi, gol dahi atamıyor. ( Geçen hafta hükmen kazandığı maç sayılmaz.) Konyaspor, tıpkı mirasyedi gibi, İlhan Palut döneminde kazandığı puanlarla idare ediyor. Bu gol orucunu Galatasaray karşısında bozma ihtimallerinin duran toptan olabileceğini düşünüyorum. Galatasaray, geriden oyun kuran takımları, ön alan baskısıyla boğuyor. Konyaspor’un oyunu kendi ikinci bölgesinde kabul etmesi gerekir. Mertens’in sakatlığı Galatasaray’a pozisyon açısından kayıp verdirmiş. Bu da skora yansıyor. Eğer, Mertens iyileşir ya da Zaniolo o bölgede oynarsa, gollü maç olur.


KASIMPAŞA- ÜMRANİYE ( CUMARTESİ 13.30)
Haftanın ateş çemberi maçlarından ilki… İki takımın da şiddetle puana ihtiyacı var. Kasımpaşa, Galatasaray’a karşı boş alan bırakmayarak iyi kapandı. Oyunu ikinci bölgesinde kurdu. Yedikleri golden sonra da bu taktiğini bozmadı. Ümraniye karşısında daha ofansif oynayacaklardır. Ligin dibine demir atan Ümraniyespor, oyun anlamında değil, skor anlamında sorun yaşıyor. Oynadıkları oyunun hakkı, bulundukları yer değil. Ümraniye, talihsiz yenilen gollere veda ederek seri galibiyetler almak zorunda.

ADANA DEMİRSPOR - ANTALYASPOR ( CUMARTESİ 16.00)
Mavi şimşekler Trabzonspor karşısında, bir kişi eksik oynamalarına rağmen, 70. Dakikaya kadar oyunu domine ettiler. Bu dakikadan sonra gerek yorgunluk gerekse oyuna dahil olan Trabzonspor’un usta ayaklarına mağlup oldular. Antalyaspor ise, Kayserispor karşısında, uzun zamandan bu yana, çok iyi oynadı. Karşılığını da net bir skorla aldı. Bu maçın tempolu ve gollü geçeceğini düşünüyorum.


BEŞİKTAŞ- İSTANBULSPOR (CUMARTESİ 19.00)
Sivas deplasmanında kaybettiği üç puan sonrası çıktığı üç maçı da kazandı Beşiktaş. Bu üç galibiyette de oyunun son bölümlerinde, maçtan tempo olarak düştüler. Kartal, bireysel olarak uçuyor. İstanbulspor, eğer oyunu ilk bölgeden kurmaya kalkarsa, Beşiktaş maçı farklı kazanır.

SİVASSPOR - ANKARAGÜCÜ (PAZAR 16.00)
Haftanın, altı puanlık maçı. Sivasspor, Konferans Ligi dönüşü, İstanbul deplasmanında veteran takımı gibiydi. Ne hücum yapabildi ne de defans… Bu maç öncesi de yine Konferans Ligi maçı oynayacaklar. Ancak bu maçta, Rıza Hoca’nın, takımla çok fazla oynayacağı düşünmüyorum. Ankaragücü’nün oyunu iki maçtır yükseliş içerinde. Bu çıkışı bu maçta da sürdürüp, tehlike bölgesinden bir nebze olsun uzaklaşmak isteyeceklerdir. Maçın kaderini, Rıza Hoca’nın tercihleri belirler…

KARAGÜMRÜK- BAŞAKŞEHİR ( PAZAR 16.00)
Karagümrük, geçen hafta deplasmanda, iki farklı mağlubiyetten gelip beraberliği yakalamıştı. Kırmızı Siyahlı takım, oyunun her iki yönünü, hem savunma hem de hücum, oynamaya başladı. Pirlo’nun, Diagne gibi kaprisli oyunculara, dokunabilmesi takımın performansını arttıran etkenlerden.  Başakşehir, Konferans Liginden de elenmesiyle, tekrardan lige dönmeye çalışacak. Treni ne kadar yakalarlar bilemem…


ALANYASPOR- FENERBAHÇE ( PAZAR 19.00)
Farioli’nin hayaleti, halen Alanyaspor teknik direktörü olarak, takımın başında sahaya çıkıyor galiba… Geçen hafta, Ankara deplasmanındaki maçı seyrederken bunu düşündüm. Ersun Yanal’ın gelişi hiçbir şeyi değiştirmemiş. Aynı tas aynı hamam. Fenerbahçe›ye karşı da böyle oynamaya kalkarlarsa sağlam fark yerler. Sarı Lacivertli takımda, el freni İrfancan›ın oynamasını anlayamıyorum. ‹Profesör› Jesus, halen yanlış taktik ve yanlış onbir ile başlıyor. Bu taktiği çözebilen her takım Fenerbahçe›ye zor anlar yaşatır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Uğur Temel Arşivi