“TANRI ÖLMEDİ BİZİ TERK ETTİ!”

Hastanelerde en çok terk edilen hastaların, nöroloji bölümlerinde olduklarını gördüm. Sabaha karşı, bir tetkik için uzun bir kuyrukta beklerken altı yaşlarında bir çocuk gördüm. Dakikalarca kaldığı tomografi cihazından tek başına dışarı çıktı. Kimsesi yoktu. Saçları, kaşları dökülmüştü. Ağır bir hastalıkla mücadele ediyormuş. İlaçlara zor dayanıyormuş. İşte o an Lazarus’un ilk notunu kaleme aldım”.

Kültür platformu Think House İstanbul’un kurucusu Fırat Devecioğlu ‘Lazarus’ isimli bir kitap kaleme aldı. Ölen kişinin yeniden dirilmesi anlamına gelen, tıpta ‘lazarus etkisi’ olarak bilinen, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabında da karşımıza çıkan Lazarus, artık bir kitap karakteri olarak okuyucuyla buluşuyor. Hastane koridorlarında dolaşan, bakıma muhtaç hastalara refakatçilik yapan

sevgisiz, yaşamındaki yoksunluğun öcünü öldürerek almaya çalışan, iyilikle kötülük arasında giden, arafta bir karakter Lazarus. Fırat Devecioğlu ile Lazarus için bir araya geldik, hem kitabına ilham kaynağı olan karakteri hem de Lazarus’un psikolojik ve felsefi altyapısını konuştuk.

Kitabınızın adından başlayalım. Lazarusla ilk kez tanışacaklar için Lazarus kimdir, nedir? Neden kitabınızın adını Lazarus olarak seçtiniz?

Tıpta geçen Lazarus etkisi, ölen kişinin yerinden doğrulurcasına hareketlenişini ifade eder. Beyin ölümü gerçekleşen kişilerde görülür. Bir refleks çeşidi. Böylece vücut, ölüm sonrası hareket eder. Bir yanıyla ürkütücüdür. Ölü, diriliyormuş gibi görünür. Kişi birine sarılır şekilde hareket edebilir. Mısır’da firavunların, kollarının göğüste tutarak mumyalanasının nedeni de en son bu hareketi (kolları göğüste çapraz halde tutma) yaparken görüldükleri içindir. Tabi bu durum, öncesinde çok daha korkutucu bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bugün Lazarus refleksinin, beyne ulaşamadan refleks merkezine (medulla spinalis) geri dönen sinirsel iletilerden kaynaklandığı yönünde görüş birliği söz konusu. Lazarus sendromu ise daha farklı bir kavram. Zaman zaman, öldü sanılan insanların yaşama geri döndüklerini duyarız. Mesela, The Guardian’da, Bella Montoya adlı kişinin, cenaze töreninde tabutundan sesler duyulduğu haberi çıkmıştı. Mezar açıldığında Montoya nefes nefese halde bulunmuştu. Bu ve benzeri pek çok haberle karşılaşabiliriz. Lazarus sendromu, hiçbir müdahale yapılmaksızın kişinin canlanmasını ifade eder. Solunum ve dolaşım sistemi kendiliğinden tekrar çalışır, kişi hayata döner. Lazarus, adını, İsa tarafından diriltilen Lazarus'tan alır. Kaynağı İncil’dir. Aziz Lazarus adlı bir ölü, dört gün sonra, İsa Peygamber tarafından yaşama döndürülür. Yaşama dönen hastaların yaşadıklarına verilen isim olarak tıpta kullanılır.

DOSTOYEVSKI’DEN LAZARUS’A ATIF

Neyi sembolize ediyor?

Lazarus, bahsettiğimiz kökleri nedeniyle, tarihsel anlatıda inanç, umut ve dönüşümün sembolü olarak yer alır. Mesela Dostoyevksi’nin Suç ve Ceza adlı kitabında Lazarus’a atıf vardır. Kitapta, Raskolnikov vicdan azabı çektiği sırada, sevgilisi ona Lazarus’u hatırlatır. Bunun anlamı; insanın her zor durumda, hayatını yeniden inşa edebilmesidir. Kitaptaki Lazarus ise metaforik bir diriliş yaşayarak kendi içindeki karanlıklarla yüzleşir ve değişir. Kitabın ismini seçmemde bir diğer etkili olan da kahramanımızın, tam bir Lazarus evreninde yaşıyor olması. Etrafındaki insanların bilinci yok. Hepsi arafta kalmış birer Lazarus aslında. Elbette bir David Bowie hayranı olarak, sanatçının son albümü olan Blackstar’da yer alan Lazarus adlı parçası da bu seçimde etkili oldu.

Hikâye ailenizin başından geçen bir hastalığa ve hastane sürecine dayanıyor. Peki yazmaya nasıl başladınız?

Bu kitabın ilk notunu bir hastanenin nöroloji bölümünde kaleme aldım. Bir hastalık nedeniyle, üç farklı hastanede bir süre yaşamak zorunda kalmıştık. Bu nedenle hikâyede karşılaştığınız, Lazarus hariç, tüm karakterler gerçek. Hastane koridorlarında başka bir hayatın varlığına şahit oldum. Kendine özgü yaşantısı, rutinleri, iletişim biçimleriyle, dünya içinde başka bir dünya. Hastanelerde en çok terk edilen hastaların, nöroloji bölümlerinde olduklarını gördüm. Bilinçleri olmaması, bu duruma neden oluyor. İnsanlar, onu hatırlamayan kişiler karşısında, daha az sorumluluk hissediyor. Başında refakatçisi olmayan, bilinçsiz kişiler beni derinden etkiledi. Özellikle de yemek saatlerinde, bu hastaların yanı başına bırakılan tabldottaki yemekleri yiyemiyor olmaları en sarsıcı şeydi. Ayrıca bir gün, sabaha karşı, bir tetkik için uzun bir kuyrukta beklerken altı yaşlarında bir çocuk gördüm. Dakikalarca kaldığı tomografi cihazından tek başına dışarı çıktı. Kimsesi yoktu. Saçları, kaşları dökülmüştü. Ağır bir hastalıkla mücadele ediyormuş. İlaçlara zor dayanıyormuş. İşte o an

Lazarus’un ilk notunu kaleme aldım. Şöyle yazmışım: Tanrı ölmedi, bizi terk etti! Onun adına kitaplar yazıldı. İnsanlar öldürüldü. O mucizesini yarattı ve gitti. Artık bize, dualarımıza duyarsız. İnsana verilebilecek en büyük ceza bu değil mi? Duyarsız kalmak. Tanrı ölmedi, bizi terk etti. O, sahibi olduğu dünyanın, kendi yarattığı insanlarca yiyip bitirilmesini izliyor, tüm uyarılarını söylemiş, müdahalesiz, sessizce… Zamanla, hastane koridorlarına baktıkça, oralarda dolaşan bir karakter belirdi zihnimde. Terk edilmiş hastaların yanında duran, refakatçi kartı sayesinde yeni bir varoluş yaşayan biri. Burası bir dünyaydı ve elbette burada dünyaya fırlatılan biri olabilirdi. Eksikliğini hissettiği, aile, âşık olma arzusu, Tanrı, mutlu bir çocukluk hayali ile kucaklaşan Lazarus’u, böylece yazmaya başladım.

Kitabınıza Lacan’ın bir sözüyle başlıyorsunuz. Lacan Usulüne göre gömülmeyen her

şey sonradan hortlar” diyor. Bunu biraz açıklar mısınız? Burada kast edilen sadece

yas süreci mi?

Tamamlanmamış yas süreci, Lazarus karakterinin var oluş probleminin odağındaki bir unsur. Annesinin ölümü sonrası, tamamlanmamış yas sürecini yaşıyor. Annesiyle benzer hastalıklarla sahip insanların arasında yaşamaktan haz duymasının nedeni, bu keskin gerçeği, ölümü, kabul edememesinden kaynaklanıyor. Onu zihninde yaşatıyor. Ölmek üzere olan hastaların, annesinden beklediği ama şahit olamadığı son hareketleri yapması nedeniyle, insanları öldürme, ölüm anı sonrası onları izleme gibi arzulara sürükleniyor. Kendine Tanrısal anlamlar yükleyerek (üst benlik oluşturarak), öldürme arzusunu gerekçelendiriyor. Bu yaşantı, Lacan’ın “Usulüne göre gömülmeyen her şey hortlar” düşüncesini hatırlatır. Kültürümüzde yer alan ve ölmek üzere olan insanların sevdiklerine söylenen ‘onu son kez gör’ yönlendirmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Yasın tamamlanması bir gereklilik meselesi. Duygusal dayanaklılıkta ihtiyacımız olan bir dengelenme süreci.

Lacan’ın bu sözünün gölgesini, metinde yas sürecinin dışında da görmek mümkün. Lazarus karakterinin baba özlemine, sevgi yoksunluğu yaşadığı çocukluğuna, mesleki varoluşunda hissettiği değersizliğe yakından baktığımızda, her birini, eline ayağına dolanan, hortlayan unsurlar olarak değerlendirebiliriz. Lazarus’un yaşadığı yoğun suçluluk duygusu, onu ceza çekme ihtiyacına sürüklüyor. Suç varsa, ceza da olmalıdır sonuçta. İnsan kendi ceza yöntemini belirleyebilir. Kimi bağımlı olur, kimi sağlığına dikkat etmez, kimi başka bir yöntem bulur. Özünde bu durum acıya yönelen kişiyi karşımıza getirir. Karakterin suçluluk duygusundan kaynaklı acıya yönelmesi, kendine uyguladığı bir ceza yöntemi. Benim hayatım, benim yolculuğum diyemeyen insanı, ensesinden yakalamış eski, tozlu bir yaşantı olabilir. Lazarus’da olduğu gibi. Onun etrafı hortlaklarla çevrili. Bu başta bize uzak gelebilir. Ancak ruhundan geçen renkte neşe olmayan herkes, etrafını saran bu hortlakların gözlerinin içine bakabilmeli.

“YOK EDEREK HAYATTAN İNTİKAM ALIYOR”

Metnin felsefi ve psikolojik alt yapısını oluştururken hangi düşünürlerden, yazarlardan etkilendiniz?

Baş aktörler Lacan ve Freud. Çünkü Lazarus’un yaşadığı baba eksikliği (Tanrı, ağabey, yol gösterici vs. kural koyucunun olmaması) davranışlarını kontrol eden bir boşluk. Bu durum, süper egosunun (denetleyici-yargılayıcı benlik) gelişmemesine neden oluyor. Bu açığı kapatamadığı için (birey olma sorumluluğunu almama), kahramanımızın utanma, çekinme, rezil olma korkusu gibi duyguları gelişemiyor. Lazarus, zayıf süper egonun ve tamamlanmamış yas sürecinin bir yansımasıdır. Böylece karşımıza, bir seri katilin oluşma evresi çıkıyor.

Lazarus, Freud’un, ‘ilkel benlik’ olarak belirttiği görüşünü temsil eder. Freud’a göre, kişi, keşfetme heyecanından yoksun kalırsa, beynin orta katmanında bulunan ilkel benlik büyümeye başlar. Böyle biri - tıpkı Lazarus gibi - talepkâr, bencil, takıntılı, yeniliğe kapalıdır, tekrarı sever ve çabuk inanır. İlkel benliğin, çalışma prensibi reklamlarda bolca kullanılır. Satın alma davranışımızı etkiler. Kimi düşünere göre, dünyayı ilkel benlik yönetmektedir. Günümüz pazarlama anlayışı, ilkel benlik üzerinen kurulur. Bir diğer Freud etkisi ise, Lazarus’un babası yerine koyduğu kişinin (ihtiyar komşu) ölümüne neden olduktan sonra, kendini bir katil gibi hissetmemesidir. Hatta ince bir haz duygusunun varlığından söz edebiliriz. Benim özellikle dikkat çekmek istediğim nokta da Lazarus karakterinin, bir insanın ölümüne neden olduktan sonra, hastanenin bir başka katında yılbaşı partisi düzenliyor olması. Dans ediyor, eğleniyor. Kendine yüklediği kahramanlık rollerinden (üst benlikten) sıyrılıyor. Ancak sevgiden uzaklaştığında, karanlık düşüncelerine geri dönüyor. Kendine olmadık anlamlar yükleyerek, sevgi yoksunu kalmış halinin üstünü kapamaya çalışıyor. Bu durumu Erich Fromm'un ‘‘yaratmayan insan yok etmek ister’’ ya da sevgi insanın varoluş sorununun yanıtıdır düşünceleriyle de açıklayabiliriz. Lazarus, yok ederek hayattan intikam alıyor.

Kitabınızda Stefan Zweiga sıkça gönderme yapıyorsunuz. Zweig’ın metinleri sizi

nasıl etkiledi?

Zweig’ın bendeki yeri çok özel. Bildiğiniz gibi karakterlerinde intiharlar önemli yer tutar. Kitabın girişinde intihar düşüncesini ele alırken, Stefan Zweig’a selam vermek istedim. Lazarus, suçluluk duygusunun getirdiği ceza ihtiyacıyla, intihar düşüncesine tutunur. Sonuçta insan dünyaya ölüm içgüdüsüyle gelir. Aynen cinsellik içgüdüsünde olduğu gibi, yetişkin olduğunda, ölmeden ölümü tatmak ister. Bu da ancak acı çekmekle mümkün olur. Bazen bize çok uzak gelen bu düşünce, hiç olmadık bir zamanda, olmadık bir şekilde yakamızdan yapışabilir. Metinde, bir de Lazarus’un bir hastaya kitap okuduğu anlar var. Elinde Zweig’ın Amok Koşucusu adlı eseri bulunuyor. Burada ölmek üzere olan bir insanın vücut hareketlerini tasvir eder. Tam da karakterimizin, görmekten keyif aldığı hareketler bunlar. Sonuçta benzer davranışlarda (Lazarus refleksi) bulunan insanlar, ona, annesini zihninde yaşatma imkânı vermektedir. Hastanede yaşama fikrini ona dolaylı da olsa ilk Zweig fısıldıyor. İçinde cinayetin, merhametin, sevginin, korkunun olduğu soluksuz bir yolculuğa davet ediyor.

KİTAP LİSTELERİ

Haftanın Kitapları

Anne Çiçekleri

Özlem Çetinkaya

Düşbaz Yayınları

Özlem Çetinkaya’nın kaleme aldığı ‘Anne Çiçekleri’ bir anne ile kızının yolculuğunu, ilişkilerinin çıkmaz sokaklarını anlatıyor. Çok sıradan gibi görünen ama hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı bir yaşamın perdelerini aralıyor. Kitap Düşbaz Kitaplar etiketiyle raflarda.

Muhafazakâr Edebiyat Kanonu

Tuğba Çelik

Alfa Yayınları

Edebiyat kanonu nedir? Nasıl oluşur? Türk edebiyatında kanonlar politik atmosferden nasıl etkilendi? Akademisyen Tuğba Çelik ‘Muhafazakâr Edebiyat Kanonu’ kitabında dil ve edebiyat algımızın nasıl şekillendiğini, ders kitaplarında hangi yazarların ve şairlerin yer aldığını masaya yatırıyor.

Franz K. Aşıkları

Burhan Sönmez

İletişim Yayınları

Burhan Sönmez yeni kitabı Franz K. Aşıkları ile okurlarıyla buluşuyor. Eski Nazi suçlularını cezalandıran gizli bir direniş grubundaki gençler, ölmüş yazarları da savunmanın ve onların intikamını almanın değerine inanmaktadır. Kadim çağlar, gelenekler, ihanetler… Franz K. Aşıkları Avrupa’nın Doğu ve Batı olarak ikiye bölündüğü Soğuk Savaş zamanında, Paris-İstanbul-Batı Berlin haritasında geçen bir edebi gerilim ve aşk romanı.

Çocuk ve Gençlik Kitapları

Hazine Dedektifleri

Bilgin Adalı

Can Çocuk

Bilgin Adalı’nın kaleminden yine sürükleyici bir kitap. Can ve arkadaşları, İstanbul’un fethini işledikleri tarih dersinde Kariye hazinesinin gizemli öyküsünü duyunca, bu hazinenin izini sürmeye karar verirler. Tarih öğretmenleri Erdal Bey’in de desteğini alırlar ve macera başlar. Macera sadece Kariye Müzesi’yle de sınırlı kalmaz, hiç tahmin etmedikleri dönemlerin kapılarını aralarlar.

Kırlangıç Bayırı Çocukları

Julia Green

Çeviren: Azade Aslan

Günışığı Yayınları

İngiliz yazar Julia Green, Türkçe yayımlanan ilk romanında, yaşamı savaşla altüst olan kentli bir çocuğa odaklanıyor. Modern yaşamın konforundan ve alışkanlıklarından çok uzak yeni bir coğrafyada yaşama tutunmaya çalışan bir çocuğun hayatını resmediyor.

Kendi Yolunda

Bengüsu Özcan, Burak Almaç, Cansu Özkan, Fatma Burçak, Gökçe Yavaş, İklim Keleşoğlu

Kelime Yayınları

Kendi inandığı yolda giden yedi farklı çocuk… Meslek seçimlerindeki kalıplaşmış düşüncelere, önyargılara, cinsiyet ayrımlarına inat hayallerinin peşinden giden çocukların hikayelerini Bengüsu Özcan, Burak Almaç, Cansu Özkan, Fatma Burçak, Gökçe Yavaş kaleme aldı. Kendi Yolunda Kelime Yayınları etkiletiyle raflarda.

Çok Satanlar

  1. İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai
  2. Kızıl Karma, Jean-Christophe Grange
  3. Acı Yoruldu, Serhan Asker
  4. Söyleme Bilmesinler, Sermin Yaşar
  5. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig
  6. Atomik Alışkanlıklar, James Clear

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi