Serap Durusoy
Salgının Karşıt Gücü: Aşı Milliyetçiliği
Toplumsal kesimlerin ve ideolojik yapılanmaların kendilerini tanımlamada kullandıkları temel kavramlar arasında yer alan milliyetçiliğin, küresel kriz sonrasında uluslararası olarak kabul edilen sınır ve kurumları sorgulatır bir hale getirdiği söylenebilir. Bu çerçeveden değerlendirildiğinde kapitalizmin, sadece krizler üretmediği aynı zamanda kendi karşıt güçlerini de ürettiği değerlendirmesi yapılabilir. Yani kapitalizminin çoklu krizleri alternatif arayışları için baskı da üretti. Bu süreçte, mevcut sistemi kurtarmak, istenmeyen sonuçlardan kaçınmak ya da daha iyi bir sistem oluşturmak üzere gelişigüzel ve koordine edilmemiş arayışlar söz konusu oldu. Bu arayış sürecinde belirginleşen birçok eğilimden, bir başka deyişle post-neoliberal stratejiden söz edilebilir ki bu stratejiler içerisinde milliyetçi ve korumacı politikaların yükselmesi dikkat çekti. Yükselen milliyetçiliğin dinamikleri ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte neoliberal politikaların egemenliğini meşrulaştıran bir süreç olarak küreselleşmeyi savunan ABD’de ve serbest ticaret yanlısı olan Avrupa ülkelerinde yükselen ekonomik milliyetçiliğin ticaret savaşlarını da beraberinde getirdiğine şahit olundu.
Bu bağlamda ülkelerin korumacılığa yönelik attığı adımlar ve birbirlerine yaptığı misillemeler küreselleşmenin işleyişine gölge düşürerek küresel riskleri de artırdı. 2016 yılının Haziran ayında İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması yönündeki referandum kararı ( Brexit) ve ABD’de başkan seçilen Trump’ın küresel ticareti aşındırıcı yöndeki (ikili ticaret anlaşmasını sonlandırması vb) uygulamaları, uluslararası ticaretin içinde bulunduğu belirsizlik ortamını artıran önemli örnekleri oluşturmuştu. Bu değişimler yaşanırken küresel ittifaklarda da kırılmaların aynı zaman dilimi içinde gerçekleşmesi, küresel ticaret kurallarının doğal olarak yeniden yazılmasına yol açtı.
Öte yandan benzeri bir örnek küresel salgın sonrasında da yaşandı. Küresel kapitalizmde güç değerlendirmesi askeri ve ekonomik düzlemde yapılırken salgın sonrasında sağlık alanını da kapsayan bir yapıya bürünmesi, kapitalizmin karakterinde ekonomik krizde olduğu gibi bir değişim yarattı ve ülkelerin salgınla mücadelede ulusal seviyede önlem almaları ve korumacı politikaları artırmaları söz konusu oldu. Ama aslında küresel salgının açığa çıkardığı önemli olgulardan bir tanesi, küresel işbirliği ve dayanışmanın bu krizi aşmak için kritik bir rol oynamasıydı. Nitekim salgının tüm dünyayı etkilemesi, DSÖ’nün bu krizi yönetmedeki başarısızlığı ve ülkelerin ulusal politikalarla krizi yenemeyeceklerini anlamaları, salgınla mücadelede kesin çözüm olan aşı üretiminin küresel işbirliğiyle sağlanması gerekliliğini ortaya koydu.
Bu bağlamda küresel salgına küresel yanıtlar verme zorunluluğunun küreselleşme yandaşlarının başat söylemi olan küresel entegrasyon ve işbirliğini daha da güçlendirdiği görüşü sıklıkla dillendirildi. Ancak Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, her ne kadar aşı milliyetçiliği iddialarını ret etse de AB ülkelerinde üretilen aşı dozlarının ihracatını kontrol etmek için uygulanan sistemi savunarak, “Hedefimiz aşı siparişi verdiğimiz ve önceden finanse ettiğimiz şirketlerin söz verileni bize teslim etmeleri ve diğer gelişmiş ülkelere ihraç etmelerini önlemek” yönündeki açıklamaları, benzeri olarak İtalya hükümetinin mart ayında Oxford-AstraZeneca tarafından Covid-19’a karşı geliştirilen aşının Avustralya’ya yapılacak olan 250 bin dozluk ihracatını engelleme kararı aşı milliyetçiliğine ilişkin önemli örnekleri oluşturdu.
Ayrıca geçen yıl nisan ayında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), GAVI ve Salgın Hastalıklara Hazırlık İçin Yenilik Koalisyonunca (CEPI) yürütülen ortaklıkla COVAX uluslararası girişimini başlatmıştı. Bu girişimle 92 ülkeye 1.8 milyar doz aşı sağlamak hedeflenmişti. Ancak bu hedef başta ABD olmak üzere aşı üreticileri ile ikili ticaret anlaşması yapan birçok ülke tarafından da destek bulmadı. İki gün önce DSÖ Genel Direktörü Ghebreyesus, “Devam eden aşı krizinin salgını kalıcı hale getiren skandal bir eşitsizliktir” sözlerine ilave olarak Fransa Başbakanı Macron ve Almanya Başbakanı Merkel’in de desteklediği DSÖ’nün finansal olarak güçlendirilmesi, gelecekteki salgınları önlemek için salgın anlaşması yapılması fikrine destek vermeleri, uluslararası iş birliğinin gerekliliğini görmeleri açısından elbette ki önemli. Ancak bu anlaşmanın hangi ülkelerle yapılacağı ve içeriği de bir o kadar önemli. Zira dünya genelindeki aşı stokunun yüzde 75’inin 10 ülke tarafından satın alındığı göz önüne alındığında küresel salgının aşı savaşını da güçlendirerek dünyayı başka bir sorunla mücadele etmeye yönelttiği görülüyor. Nitekim ilk vakaların merkez konumundaki ülkelerde görülmesi ve yine en yüksek vaka sayısının uluslararası sistemin güçlü aktörleri arasında yer alan ülkelerde yaşanmasına rağmen normal hayata en erken bu ülkelerin dönmesi, bu savaşın galibi olduklarının açık göstergesi. Ülkemizde ise haziranda gelecek 30 milyon aşı ile nüfusumuzun yaklaşık olarak ancak 16 milyonunun aşısının tamamlanacağı göz önüne alındığında pandemi gündemimizden çıkar mı ve normal hayata dönüş ile reel ekonomi kapanmaların acısını dindirebilir mi bu soruları daha sonraki yazılarımda yanıtlamak dileğiyle …