
Bahattin Yücel
Rusya ve Batılı ülkelerin Ortadoğu ilgileri
Genelde masumların hayatlarını yitirdikleri savaşların nedenlerinin somut örnekleri, Ortadoğu’nun geçmişinde aranmalı. Bölgenin eski ve ABD gibi yeni aktörlerinin tutumları, Ortadoğu’nun öneminin azalmadığını, tersine arttığını bir kez daha gösteriyor.
Son siyasal ve askeri gelişmeler, ABD Başkanının açıklamaları, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren Osmanlı’ya karşı yürütülen baskıyı ve savaşları anımsatıyor. Saray o yıllarda bölgede eski müttefikleri ile birlikte olmak ya da onlara karşı -savaşmak dahil- mücadele vermek zorunda kalıyordu.
Aslında savaş nedeni bulmak Batılılar için hiç zor değildi. Musevi ve Hristiyanların kutsal saydıkları Kudüs’te, gayrimüslimlerin haklarını koruma amaçlı olduklarını öne süren devletlerin, içlerinden birinin bu konuda erken davranabileceği kaygısından oluşan yapay bir denge savaşı önlüyordu.
Fransızlar Katoliklerin haklarından söz ederlerken, Ruslar kendilerini Ortodoksların koruyucusu ilan ediyordu. İngilizler Protestanları koruma iddiasındaydılar. Almanlar ise bu ülkelerden ayrılarak, Osmanlı ile ittifak kurmuşlardı. Berlin-Bağdat Demiryolunun inşasına (1905) girişmişlerdi. Önemi yeni ortaya çıkan petrolden önce doğudan gelen ticaret yolu üzerinde etki alanı yaratacaklarını düşlüyorlardı.
ABD Başkanı Trump son çıkışıyla diplomatik görülmese de hayli pragmatik davrandığını gösterdi. Gazze Şeridini villalarla donatmak isteğini açıkladı. Suriye’nin Golan ve Akdeniz kıyılarındaki doğal gaz yataklarından henüz söz etmedi. Anlaşılan geçen yüzyılın kutsal Kudüs’ü kurtarma senaryosu, önümüzdeki günlerde Gazze’yi tatil beldesi yapma fantezisine evrilecekti.
Çin’in Batıya uzanan ticaret yolları üzerinden denetim altına alınmasından söz etmek yerine Gazze’de tatil beldesi oluşturma düşüncesi ortaya atıldı. Kadınlar ve çocukların çoğunlukta oldukları on binlerce masumun acımasızca öldürülmelerini, bu açıklamayla dünya kamuoyundan ne kadar gizleyecek, birlikte göreceğiz.
Rusya şimdilik bu acı oyunun izleyicisi kalmayı seçmişe benziyor. Gündeminde Ukrayna var. Yeni paylaşım sürecinde gerçek konumunu Suriye, Ortadoğu, Ukrayna ve Karadeniz’in kuzeyindeki gelişmelere göre belirleyebileceği öne sürülebilir.
Türkiye bu süreçte dış politikasını; kendi kamuoyuna yüzyıl öncesinin paradigmasıyla karmakarışık hale getiren bir yaklaşımla kabul ettirmeye çalıştığı izlenimi veriyor. Batı kamuoyunun tepkisini dengelemek amacıyla, kravat takılmış radikal dinci yönetim ile yakın ilişkilerini sürdürüyor. ABD’nin donatarak desteklediği, ihmal edilemeyecek ölçekte askeri güce kavuşan ayrılıkçı Kürt siyasal hareketinin bu iş birliği ile dengelenebileceği düşünülüyor olmalı. Ayrıca iç savaşın yıkımına uğrayan bu ülkede, ihaleler kazanılması da gündemde olabilir.
Cumhur İttifakı, ABD’deki iktidar değişikliğinin ardından, AB ülkelerinde yaşanan tedirginliğin etkisinin farkında; AB’nin yeni dünya düzenine uyum sağlamasının ancak Türkiye’nin tam üyeliği ile gerçekleşebileceği algısını yaratma çabasında. Ancak CHP’nin AB ile tam üyelik perspektifini açıkça ortaya koyması, AKP’nin tezlerinin kendi seçmen kitlesi dışında etkisini azaltacaktır.
Türkiye’nin savunma amaçlı toplantılara bir tür gözlemci kimliğiyle davet edilmesini, tam üyelik yaklaşımında köklü bir değişiklik olarak değerlendirmek ve ilişkilerde bahar havası izlenimi uyandırmak açısından henüz çok erken. Ancak AB ile uzunca bir aradan sonra yumuşamaya başlayan ilişkilerde, Rusya-Ukrayna savaşının gelinen son aşamada etkili olduğu da yadsınamaz.
Son dönemde yaşadıklarımıza bakarak, Avrupa ile ilişkiler konusunda geçmişten bir örnek vermek mümkün.
“Abdülmecid’in ardından tahta geçen Abdülaziz (1861-1876), Dışişleri Bakanı Fuat Paşa’nın etkisiyle uzun süren bir Avrupa seyahatine çıktı. Fransa’da 3.Napoleon’un ev sahipliği ile başlayan gezi, İngiltere Kraliçesi Victoria ve Avusturya -Macaristan imparatoru F. Joseph’in ülkelerine yapılan ziyaretlerle sürdü.
Tarihte bir Osmanlı Padişahı Avrupa ülkelerine ilk kez resmi gezi yapıyordu. Abdülaziz’in amacı; ziyaret ettiği ülkeleri, ticari ve askeri rakibi konumundaki Rusya’ya karşı Osmanlı Devleti’nin yanında konumlandırmaktı. Abdülaziz gezi sırasında büyük ilgi gördü. Daha sonra sırayla tahta çıkacak yeğenleri olan iki şehzade heyette yer almışlardı; V. Murad ve II. Abdülhamid.
Şehzadeler seyahat sırasında gidilen ülkelerdeki görkemli hayat tarzından hayli etkilendiler. Abdülaziz’in yeğenlerinin Avrupa’da gözledikleri ile kızlarının sürdürdükleri gösterişli yaşamları, giderek Avrupa’da gördüklerine benzeyecekti.
Süveyş’i kontrol altına almak için İskenderiye Körfezi’nin karşısındaki Kıbrıs’ı ele geçirmek isteyen İngiltere’ye, uygun ortamın hazırlanmasına yardım eden siyasal gelişmeler peş peşe geldi. Osmanlı dış politikasının güçsüzlükten kaynaklanan saf değiştirmeleri ise baş döndürücüydü. Ne var ki, Avusturya, Fransa, İngiltere, İspanya ve Portekiz ile karşı tarafın çıkarlarına göre oluşan safların, kurulup dağılmalarında sürekli kaybeden taraf Osmanlı oluyordu.”
Tarih kuşkusuz -tekerrür etmez- yinelenmez. Ancak İbni Haldun’un “coğrafya kaderdir” saptaması da belleğimizin bir yanında durmalı.