Serap Durusoy
Para Politikasıyla Nereye Kadar
İktisat politikası bir ya da birden çok iktisadi amacın optimal biçimde gerçekleştirilmesi için en uygun iktisadi aracın hangisi olduğunun belirlenmesi ile ilgilenir. İktisat politikaları para, maliye, dış ticaret ve alternatif temel politikalar olmak üzere dört genel başlık altında toplanmaktadır. İktisat politikası karar alıcıları, bu alternatif politikaları bir ya da birden çok iktisadi sorunu çözmek ya da iktisadi bir amacı gerçekleştirmek için kullanır. Küresel kriz sonrasında iktisat politikasında yeni uygulamalara gidilse de aslında birçoğunun eski uygulamaların şekil değiştirmesi sonucunda oluştuğu söylenebilir. Uygulanacak iktisat politikasında amaç uyumu, araç uyumu ve amaç-araç uyumu ile politikanın belirlenmesi ve uygulanmasında yaşanılacak gecikme, politikanın etkinliği açısından oldukça önemlidir.
Küreselleşme sürecinin ülkeleri organik bir bütün haline getirmesi ve borç krizi sonrası uluslararası finansal kurumların dayatmaları nedeniyle çevre ülkelerin bağımsız ekonomi politikası uygulaması zorlaştı. IMF ve WB’nın ülkelerin özgül şartlarını dikkate almadan uygulanması konusunda ısrar ettiği şablon politikalar pek çok ülkeyi daha büyük açmaza soktu. Öyle ki neo-liberal iktisat politikası anlayışının şekillendirdiği dünya ekonomisinin kurumsal olarak da tartışılması noktasına gelindi. Bu politikalara tepkiler 90’lı yılların sonunda yaşanan Doğu Asya krizi ve Latin Amerika krizleri ile birlikte başladı ve mortgage krizi sonrasında artış gösterdi. Mortgage krizinin ardından pek çok ülke krizin yol açtığı durgunluğu ortadan kaldırabilmek için genişletici para ve politikaları uygulanırken ardından pandeminin de gelmesi ile bu politikalara devam edildi. Ancak Türkiye, uzun yıllardır yaşamakta olduğu yüksek enflasyondan ötürü uyguladığı ekonomi politikası ile bu ülkelerden ayrıştı. Pek çok ülkede negatif faiz politikası uygulanırken Türkiye, enflasyonu baskılamak için yüksek faiz politikası uygulamak zorunda kaldı. Böylece MB sıkı para politikası uygulayarak kredibilite kazandı ve yüzde 17 faizi gören yabancı sermayenin ülkede kalmasına da olanak sağlandı.
Daha önceki yazımda da belirttiğim üzere geçen hafta MB’sı her ne kadar faiz artışını pas geçse de sıkı para politikasındaki duruşun devam edeceği yönündeki açıklaması ile yabancı yatırımcılarda önümüzdeki günlerde faizlerin düşmeyeceği ve yüksek faizin uzun süre devam edeceği yönünde bir eğilim oluşturmak içindi. Yani yabancı paranın gitmemesi ve kur fiyatlarının yükselmemesi için bu bir zorunluluktu. Ancak bu politikanın Türkiye’deki bireysel tasarrufların TL’ye dönmesi yani ters dolarizasyonun gerçekleşmesi üzerindeki etkisi çok kolay olmayacak gibi görünüyor. Zira yüksek faize ve kurlardaki düşüşe rağmen yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatı geçen hafta 2 milyar 702 milyon artış gösterdi. Bunun nedeni tasarrufların uzun süredir yabancı para cinsinden yapılması ve ekonomi politikalarına duyulan güven eksikliği. Ayrıca faizler artırılarak para politikasındaki sıkılaşmaya rağmen uzun süredir Türkiye ekonomisi için kırılganlık unsuru olan cari açığın da kontrol altına alınamadığı görülüyor.
İşte MB’nin iki defadır üst üste faiz artışını pas geçmesi ve sıkı duruşun devam edileceğine dair ifade ile yetinmesi bir anlamda düşük kur yüksek faiz politikasının daha fazla sürdürülemeyeceğine de işaret ediyor. Bu nedenle düşük kur yüksek faiz politikasının seyrine dair riskleri azaltmak için bütünleşik politikaların uygulanmasının önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Her ne kadar 4651 sayılı kanunda 2001 yılında MB’nin temel amacının fiyat istikrarını sağlaması olduğu belirtilse de fiyat istikrarı tek başına MB politikaları ile gerçekleştirilemez. Bunun için yalnızca para politikası ile değil özellikle maliye politikası yoluyla kamunun fiyat ayarlamalarıyla ( otoyol zamları ve köprü geçişleri gibi) yardımcı olması gerekiyor. Yani uygulanmakta olan ekonomi politikasında araç–araç uyumsuzluğunun düzeltilmesi önemli.