
Mehmet Yaşin
Sündürülmüş bayram tatili
Bugün bayram. Son yıllarda olduğu gibi “sündürülmüş” bir tatil olacak. Herkese kutlu olsun. Biliyorum ki pek çoğunuz bugün gazetelerden biraz uzak durmak isteyecek ama beceremeyeceksiniz! Gözünüz, kulağınız yine ekranlarda olacak. Bir bayrama içiniz cızz ederek gireceksiniz yine!
Onun için bugün içinizi karartmayacak bir yazı yazmak istiyorum.
Tatlı ve lezzetli.
Zaten yazacak pek yeni bir şey de yok bayram hakkında.
Yıllarca yazdım. Pişen yemekler, bayram ziyaretleri, bayram eğlenceleri, bayram tatlıları. Tekrara gerek var mı?
Hem bayramlar da eskisi gibi değil. Artık bayram demek, resmi tatili biraz sündürerek kent dışına kaçmak demek. Bayramlaşmalar ya FaceTime’dan ya da Skyp üzerinden. Görüntülü ve sesli. Dokunmak ve hissetmek yok.
Telefonlar bugün çın çın çınlayacak. Her çın sesi, bir WhatsApp mesajı demek. Akıllı telefonlar modern bayramların en büyük kurtarıcısı.
Sadece gençlerin değil. Büyüklerin de. Uzaktaki çocuklarla, torunlarla telefon aracılığı ile hasret gideren, bayramlaşan aile büyükleri o kadar çok ki!
Bazılarınız bugün ülkenin sıcak bir köşesinde, bir şezlongun üstünde, güneşin altında tatilin tadını çıkartıyorsunuzdur sanırım.
TATİLİN TADI NASIL ÇIKAR?
Bir tatil gününün tadı nasıl çıkar? Boşuna beklemeyin, bende bu sorunun yanıtı yok.
Sen ne yapardın diye sorarsanız: Önce güneş sızmayan (Tabii hava güneşliyse) koyu bir gölgelik köşe bulurdum. Şezlonga uzanıp kitap okumaya çalışırdım. Çalışırdım diyorum, çünkü gözümün önünden akıp giden satırları yakalayıp bir türlü beynime sokamam.
Tam cümleye başlamışken bir saka kuşu ötmeye başlar, onu dinlerim.
Veya üstümde pike yapan arıdan kurtulma yolları ararım.
Dikkatimi dağıtan sadece börtü böcek değildir. Dalgalar da dikkatime çarpıp dururlar. Veya uzaktaki bir tekne. Yattığım yerden tekneye biner giderim.
BAYRAMLARDA TATİLİ PEK SEVMEM
Bulutlar da suçsuz değildir. Küme küme gökyüzünde süzülürken kılıktan kılığa girerler. Kimi kedi, kimi köpek, kimi sevimli bir çocuk, kimi güleryüzlü tombul bir adam olur, dikkatimi alır götürürler.
Böcekler, dalgalar, tekneler, bulutlar derken bir de bakmışım, kitap yere düşmüş, uyuyakalmışım.
Tatilin tadı nasıl çıkar bir türlü öğrenemedim. Siz biliyorsanız bana da söyleyin!
Onun için bayramlarda tatile gitmeyi pek sevmem.
NEDEN Mİ?
Evin bir köşesinde yapabileceğim eylemleri gerçekleştirmek için, yüzlerce kilometre yol yapmayı, trafik tehlikesini göze almayı, gürültüye katlanmayı, lezzetsiz yemekler yemeyi, çocuk çığlıklarına katlanmayı, büyüklerin kaba naralarını dinlemeyi pek akıllıca bulmam.
Onun için tatile çıkıp kendimi yormak istemem!
Bu bayram ben ne yapacağım?
Tıpkı sizin gibi birçok kutlama maili atacağım eşe, dosta. Birkaç büyüğüm kaldı yaşayan, gidip ellerini öpeceğim, hayır dualarını alacağım.
ÖĞLE YEMEĞİNDE LÜTFİYE TEYZE’YE
Tabii bu ziyaretlerin bir sırası var. Öğle yemeğini Lütfiye Teyze’ye denk getirmeye çalışacağım. Yıllar önce, Ortaköy’de komşumuzdu! Kendisi müthiş bir aşçıdır. Ellerinden lezzet damlar.
Mutlaka zeytinyağlı biber dolması vardır. Yemeye doyum olmaz. Pilavı ise mis gibi tereyağı kokar. Pilav pişerken tencerenin başından bir saniye ayrılmaz. Pilav pişince, üstüne çiğden manda tereyağını koyar, karıştırıp demlenmeye bırakır.
Bu sanat eseri pilavın yanında mutlaka nar gibi kızarmış incik bulunur. Hani şu, kemiğinden tutup sallayınca tüm etlerin döküldüğü cinsten bir incik. Fırında kuzu kolunu da “şiir” gibi pişirir. Mısra mısra yenen lezzetli bir şiir gibi olur bu yemek.
AKŞAMA MAHMURE TEYZE’YE
Akşam yemeğine doğru Mahmure Teyze’nin elini öpmeye giderim. Lütfiye ve Mahmure… Unutulmuş romantik isimler.
Şimdiki anne-babalar, bu eski isimlere rağbet etmiyorlar artık.
Bilirim ki Mahmure Teyze, bir kızartma üstadıdır. Patates dilimlerinin üstünde patlıcan dilimleri, çekirdekleri ayıklanmış yeşil biberler, hepsinin üstünde bol sarmısaklı domates sosu.
Tabağın dibinde biriken bu sosa banılmış taze ekmeğin tadı, hiçbir üst düzey yemekte yoktur. Mahmure Teyze’nin kaymaklı Kemalpaşa tatlısı da dillere destandır. Bir, iki, üç, biraz ısrarla dört taneye kadar çıkabilirim.
Hele sakızlı muhallebi yapmışsa, bayram çifte kavrulmuş olur.
Diğer günler, yine evin serin bir köşesinde kitap okurum. Bu sefer satırlar kaçıp gitmez. Hepsini tek tek yakalarım. Çünkü çevrede onları kaçıracak pek hırsız yoktur.
Oltamı yüklenip Boğaz’a balık tutmaya giderim. Ama üçüncü atışımda kurşunu kayaya takıp oltayı koparttığım için pek başarılı olamam.
İstavriti balıkçıda yerim.
Yani bayramda yorulmak için yüzlerce kilometre yol kat etmem.
Bazen de İstanbul’un kısmen de olsa yalnızlaşan semtlerine sığınırım. Mesela Bebek Kahve’deki dutun serinliğinde oturup önümde akıp giden Boğaz’ın küçük dalgalarına binip uzaklaşırım.
Benim bayram özetim böyle.
BAYRAMDA KADINLARA SOKAK YASAĞI!
Yazımı geçmiş yüz yıllarda uygulanan bir kadın karşıtı anekdotla bitirmek istiyorum. Belki bayram ziyaretinizde konu açmak için işinize yarar.
Sultan Üçüncü Mustafa döneminde, bayramda kadınlara sokağa çıkma yasağı uygulanıyormuş. Bunun nedeni de bayramlaşma bahanesiyle sokak aralarına dağılan bekar erkeklerin sarkıntılık etme tehlikesiymiş. İstanbul kadısına hitaben yazılı Mart 1766 tarihli fermanda yasağın gerekçeleri şöyle sıralanmış:
"İstanbul kadısı faziletlu efendi,
Bayram günlerinde kadınların sokaklarda, pazarda ve mahalle aralarında dolaşmaları ferman ile yasak olduğundan, mahalle imamlarını şeriat meclisine çağırıp, önümüzdeki Ramazan bayramının ilk gününden, bayramın sonuna kadar kadınların sokaklara ve pazarlara çıkmayıp ve mahalle aralarında gezmeyip, evlerinde oturmaları hususunu tembih ederiz. Eğer bayram esnasında fermana aykırı harekete cesaret edip, sokak ve mahalleler arasında dolaşanlar olursa, muhakkak hadlerinin bildirileceğini imamlar mahalle ahalisine tehdit yolu ile ifade etsinler."
Kadınlara zorbalık, meğer her devirde varmış!