Uğur Ergan
Mussolini’yi fırçalayan Türk kadın ressam
1917 yılı Ocak ayının ilk haftası…
Noel sonrası İsviçre’nin Cenevre kenti masallardaki gibi bir kışı yaşıyor. Keçi sakallı, gözleri hafif çekik, başında kasketi olan kısa boylu bir adam, müdavimi olduğu kafede dünyayı 70 yılı aşkın süre iki kutuplu hale getirecek “devrim” için son hazırlıklarını kaleme alıyor.
Her zamanki masasında, sütle yoğunluğu azaltılmış kahvesi ve birkaç kurabiye hazır…Kahvesini yudumlayıp masaya koyduktan kısa bir süre sonra kafede randevulaştığı, babası Osmanlı sarayından paşa unvanı almış güzelliği ile göz kamaştıran bir kadın karşısında duruyor. Kafedeki diğer müşteriler bile bu çelimsiz adamın, güzel ve kendinden emin kadınla buluşmasını çaktırmadan biraz şaşkınlıkla izliyor.
Kadın, akıcı Fransızcasıyla buluştuğu adama “Hangi dilde sohbet etmek isterseniz, Almanca mı, Fransızca mı” diye soruyor. “Fransızca” yanıtını aldıktan sonra “Devrimin vakti yaklaşıyor galiba” diyor. Adam Rusça aksanlı Fransızcasıyla, “Hata yapmazsak evet. Umarım her şey yolunda gider” yanıtını veriyor.
Buluşmada, Birinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’da yarattığı sosyal ve politik etkilerinin yanı sıra sanatın devrimci ruhu da konuşuluyor. Berlin Sanat Akademisi’nin (Kunstakademie) ilk kadın mezunu olan ve cebinde Osmanlı pasaportu taşıyan kadın, sohbette Almanya’da işçi sınıfının haraketliliğini ayrıntılı şekilde anlatıyor. Çelimsiz adam anlatılanların kendisine çok faydalı olduğunu söylüyor.
Buluşma kadın ve adamın, “yeniden görüşme” dileğiyle son bulsa da, ikili arasında bir başka buluşma gerçekleşmiyor. Kadın İsviçre’den ayrılıyor. Adam ileriki günlerde de aynı kafede yanından hiç ayırmadığı deftere sürekli notlar almaya devam ediyor. Notlar daha sonra adamın “Devlet ve Devrim” isimli kitabının taslağını oluşturacaktı.
Bu adam, 1917 Nisan'ın da Almanya üzerinden İskandinavya’ya oradan da Rusya’ya dönüp Bolşevik devrime öncelik eden Vladimir İlyiç Ulyanov, bilinen adıyla Lenin’den başkası değildi. Kim bilir belki de Lenin’in ortaya koyduğu “devrimci ruh”, kadının, Tevfik Fikret’in, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk portrelerini yapan Türk ressam olmasına öncülük etmişti.
Lenin’le 1917 başındaki bu buluşmadan yıllar sonra. 1920’li yılların sonu ya da 1930’lu yılların başı. Yer bu kez İtalya’nın başkenti Roma. Ancak kadının karşısındaki isim, Lenin’le dünya bakışı 180 derece zıt bir isim. Sonraki yıllarda Hitler’le birlikte dünyayı kana bulayan İtalyan faşistlerinin önderi “Il Duce”. Yani Benito Mussolini.
İkili arasındaki dostluk kısa sürse de, sofistike ve pervasız kadın bu sürede, sonraki yıllarda İtalya’yı “Korku imparatorluğu”na dönüştüren “Il Duce”ye aklından geçeni söylemekte hiç tereddüt etmedi.
Mussolini bir buluşmada kadına, düzenlediği partilere İtalyan aristokratların can atarak geldiğini ama yanlarında eşlerini neden getirmediklerini bir türlü anlayamadığını söyleyerek, kendisine yardımcı olmasını istedi.
Faşist liderden gelen bu rica üzerine, karşısındaki kim olursa olsun lafını hiç esirgemeyen kadının ağzından şu cümleler döküldü:
“Önce kendi görüntünü, hal ve tavırlarını değiştirmen lazım. Şu tırnaklarına bir bakar mısın lütfen, pislik içindeler. İşe tırnaklarını temizleyerek ve manikür yaptırarak başlayabilirsin…”
Denileni hemen yapan Mussolini, daha sonraki buluşmalarda da dış görüntüsüyle ilgili kadının nasihatlarını yerine getirmekte hiç tereddüt etmedi.
Gelelim, yukarıda anlattığım gibi sosyal ve siyasi yelpazenin zıt uçlarına mensup isimlerle ilişki kurmakta hiç tereddüt etmeyen bu kadının kim olduğuna…
Bu kişi Türkiye’nin ilk önemli kadın ressamlarından Mihri Müşfik’di.
II. Abdülhamit döneminde saray ressamı Zonaro’dan dersler alan, Lahey ve Berlin’de Hollanda ve Alman ekolü üzerine çalışan, İstanbul’da “Kız Sanayi-i Nefise Mektebi” kurulmasına öncülük eden Mihri Müşfik, Avrupa’dan sonra yerleştiği ABD’nin New York kentinde 1954 yılında lösemiden hayatını kaybettiğinde 68 yaşındaydı.
Peki bu bilgileri nereden derleyip, hikayeleştirdim? Onu da açıklayayım: Geçen hafta Amsterdam-Ankara arasında yaptığım uçak yolculuğu sırasında elimden düşüremediğim, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan II. Abdülhamid’in torunu Ertuğrul Osman’ın hatıralarını anlattığı “Şehzadenin Yüzyılı” isimli kitaptan. İlginç anılarla dolu, tavsiye edeceğim bir kitap.