Küresel salgın kadına yönelik ekonomik şiddeti artırıyor

Son yıllarda kadın cinayetlerinde görülen artış ve buna yönelik kamuoyunda oluşan tepkinin bir uzantısı olarak şiddet haberleri manşetlerde daha sık yer almaktadır. Basına en fazla yansıyan bu sorunlar, yaşanan gerçeği ifade etmesine rağmen kalkınma paradigması içinde kadın yoksulluğu ve kadına yönelik ekonomik şiddet de önemli bir sosyo-ekonomik sorun olarak kendini göstermektedir.
Avrupa Konseyi’nin Mart 2006’da oluşturduğu 2006-2010 yılları arasını kapsayan Roadmap for Equality Between Women and Men’de kadın erkek eşitliğini sağlamak için belirlenen 6 öncelikli alan içinde, kadının ekonomik bağımsızlığının dikkate alınması ve yine 2010 yılında kabul edilen Women’s Charter’da belirlenen 5 öncelikli alan içinde de eşit ekonomik bağımsızlık ve eşit değerde eşit ücret unsurlarına değinilmesi ekonomik şiddetin, dünya kamuoyunda görünür kılınmaya çalışıldığının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesinin 3. maddesinde de yer bulan ekonomik şiddeti anlayabilmek için kadınların sınıfsal konumu ve yer aldıkları üretim ilişkilerinin incelenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda ekonomik şiddet, mikro ve makro düzlemde olmak üzere iki şekilde tanımlanmaktadır. Mikro düzlemde ekonomik şiddet, kadının emeğine ve yarattığı değere el konulması, ekonomik kaynakların yaptırım olarak kullanılması, ortak mirasa ilişkin ayrımcı davranışlar sergilenmesi, kadının çalışmasının engellenmesi veya gelirinin izni dışında harcanması gibi durumları içermektedir. Makro düzlemde ise kapitalizmin piyasa mantığı içerisinde neo-liberal politikaların beslenme kaynağı olarak kendine hedef seçtiği kadın emeğine yönelik ekonomik şiddet, üretim ilişkileri ve kamusal uygulamalar bağlamında kendini göstermektedir.
Günümüzde ataerkil yapıyı erozyona uğratmasına rağmen küreselleşme ve neo-liberal süreçlerle birlikte esnek üretim biçimlerinin yaygınlaşması ve enformal sektörlerdeki ucuz kadın emeğine yönelim, kadınların işgücü piyasasına katılımlarını hızlandırırken; diğer yandan işgücü piyasasının ücret ve sosyal haklar bakımından çeşitlilik göstermesi ve kadınların genel olarak niteliksiz ve önemsiz işlerin oluşturduğu ikincil işgücü pazarında varlık göstermesine yol açmaktadır. Üstelik kadının emek piyasasında karşılaştığı ekonomik şiddet ve geçirdiği sancılı süreç, kriz dönemlerinde ve olağan üstü durumlarda daha belirgin bir hal almaktadır.
Nitekim son aylarda tüm dünyanın karşı karşıya kaldığı olağan dışı bir durum olan yeni tip koronavirüs (Kovid 19) salgını da bunlardan biridir. Salgının yarattığı değişimin küresel dinamikler üzerindeki etkilerinin kalıcı olup olamayacağını kuşkusuz önümüzdeki günler belirleyecektir. Ancak olağandışı bu durum cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı sorunların görünürlüğünü artırarak sınıfsal eşitsizlikleri daha da belirgin hale getirmektedir.
Salgın, ataerkil toplumsal cinsiyet kodları gereği kadınların doğal görevi olarak görülen ev ve karşılıksız bakım hizmetlerinde cinsiyetler arasındaki eşitsizliği daha belirgin hale getirerek ücreti ödenmeyen kadın emeğinin iyice değersizleşmesine yol açmıştır.
“EVDE KAL” ÇAĞRISI, KADININ EV İÇİ GÖRÜNMEYEN EMEĞİNİ DAHA DA GÖRÜNMEZ HALE GETİRMİŞTİR.
Birleşmiş Milletler’in 9 Nisan 2020 tarihli “Kovid-19’un Kadınlar Üzerine Etkisi” raporuna göre, ücretsiz bakım ve ev işleri için kadınların günlük ortalama 4,1 saatini, erkeklerin ise 1,7 saatini ayırdığı tespit edilmiştir. Ayrıca kadınların evde sundukları sağlık bakım hizmetlerinin karşılığı, küresel gayrisafi hasılanın yüzde 2,35’ine yani 1,5 trilyon Amerikan dolarına eşittir. Küresel ölçekte, çalışma çağındaki kadınların yüzde 42’si üstlendikleri ücretsiz bakım sorumlulukları yüzünden ücretli emek gücüne dahil değil; bu rakam erkeklerde sadece yüzde 6.
Raporda ayrıca ciddi miktarda ücretsiz bakım emeği sarf eden kız çocuklarının eğitime daha az zaman ayırdıkları görülmektedir. Öte yandan ekonomik kriz dönemlerinde kadınların işçi olarak kaybeden durumunda oldukları ve kariyer planlarından ve işlerinden vazgeçen kadınların sayısının ne yazık ki erkeklere oranla daha fazla olduğu gözönüne alındığında, küresel salgının zaten var olan kadın-erkekler arasındaki finansal eşitsizliği daha da şiddetlendireceğini ve salgın sonrası için öngörülen ekonomik kriz esnasında kadınların işlerini kaybetme olasılığının genellikle tam zamanlı çalışan erkeklere oranla daha çok olacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) “Cinsiyete Duyarlı İstihdamı İyileştirme: Daha Adil Bir Şekilde Yeniden Oluşturma” başlıklı raporunda, salgının istihdam alanında var olan cinsiyet eşitsizliğini derinleştireceği, bu nedenle cinsiyet eşitliğinin temel alınarak kadın işçileri gözeten politikalar geliştirmenin önemi vurgulanmıştır.
ÇALIŞAN KADIN
SAYISI SON BİR YILDA %21 AZALDI
Ayrıca DİSK-AR’ın pandemi döneminde “Kadın İşgücünün Görünümü” raporunda da belirtildiği üzere Türkiye’de işbaşında olan kadınların sayısının son bir yılda yüzde 21 azaldığı ve salgın döneminde kısa çalışma ve ücretsiz izin uygulamalarının yoğunlaşmasıyla birlikte işbaşında olanların sayısında ciddi düşüşler meydana geldiği gözlemlenmiştir.
Kuşkusuz istihdam yapısı da kadınların işsiz kalmasında önemli bir belirleyicidir. Bu bağlamda salgının en ağır şekilde etkilediği sanayi ve hizmet sektöründe çalışanların büyük bir çoğunluğunun kadın olması önem taşımaktadır. ILO’nun Covid-19 Çalışma Yaşamı Raporu, 2020’ye göre iş tanımlamalarının oldukça geniş olduğu ve ücretli kadın emeğinin yüzde 56. 6’sının yoğunlaştığı hizmetler sektöründe salgının yol açtığı daralma önce kadınları etkilemektedir. Diğer yandan salgın nedeniyle önemli hale gelen sağlık sektörünün ve sosyal hizmet faaliyetlerinin yüzde 70’inin kadınlardan oluşması ve bu kadınların artan çalışma saatleri ile birlikte koruyucu ekipmanlara erişimdeki yetersizlikler karşılaştıkları ekonomik şiddetin bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Lean In ve McKinsey & Company’nin bu yıl yayımladığı “İşyerinde Kadınlar” raporuna göre, bu ağır koşullardan ve karşılaştıkları ekonomik şiddetten dolayı işten ayrılan veya işten ayrılmayı düşünen kadınların sayısında artış olduğu gözlemlenmiştir. Öte yandan çift gelirli ailelerde ise daha az kazananın kadınlar olmasından ötürü çocuk bakımı için kadınların işten ayrılması daha olağan karşılanmaktadır
Görüldüğü üzere hangi çerçeveden bakarsak bakalım salgının bir cinsiyeti olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda kamu otoritelerinin salgının neden olduğu ekonomik krizi önleme politikalarına, kadınlara sosyal ve ekonomik açıdan fayda sağlayan ve onları güçlendirmeye öncelik verecek politikaları da eklemesi önem taşımaktadır.

Türkiye’de Mart 2019’da 8 milyon 663 bin olan işbaşındaki kadınların sayısının Mart 2020’de 1 milyon 818 bin azalarak 6 milyon 845 bine düşmesi işbaşında olan kadınların sayısının bir yılda yüzde 21 oranında azalmasına yol açmıştır. Öte yandan TÜİK’in Haziran 2020 İşgücü Raporuna göre işten çıkarmaların yasak olduğu Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarını kapsayan raporda Türkiye’de kadın istihdamının 8 milyon 312 bin olarak gerçekleştiği, geçen yılın aynı döneminde bu sayının 9 milyon 107 bin olduğu tespit edilmiştir. Buna göre 795 bin kişilik bir kayıp söz konusu olmuştur.

Birleşmiş Milletler Kadın Birimi ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hayata geçirilen Kovid-19 Küresel Toplumsal Cinsiyet Müdahalesi İzleme Aracı, 206 ülkede kadınların ekonomik güvenliğinin güçlenmesinin izlendiği çalışmanın sonuçlarına göre ülkelerin beşte birinin yani 42 ülkenin toplumsal cinsiyete duyarlı hiçbir tedbire yer vermediği tespit edilmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi