“KIZIMLA ARAMIZDAKİ BAĞ EDEBİYATLA OLSUN İSTEDİM”

Deli İbram Divanı kitabıyla çok konuşulan, kitabında anlattığı karakter Deli İbram’ın namı kulaktan kulağa yayılan Ahmet Büke çocuklar için yeni bir kitap yazdı. Daha önce ‘Neşeli Günler’, ‘Çayırın En Tuhaf Yuvası’, ‘Gökçe’nin Yolu’, ‘Eyvah, Babam Şiir Yazıyor’, ‘Kırlangıç Zamanı’, ‘Paspas Tepemde Kapiş Paçamda’, ‘Annemle Uzayda’ çocuk kitaplarını yazan Büke bu sefer okurlarına sıra dışı bir babaanneyle dokuz yaşındaki torununun hikâyesini anlatıyor.

Çocuk edebiyatı üzerine konuştuğumuz Ahmet Büke çok geç baba olduğunu, edebiyatın kızıyla arasında bir bağ oluşturması için yazdığını ifade ediyor. “Çocuklar için yazma fikrim yoktu. Baba oldum kızımla aramızda epey bir kuşak farkı var. Geç baba oldum, o farkı kapatabilmek için aramızda bir bağ olsun istedim. O bağ da edebiyatla olabilir diye düşündüm. Ona kendi çocukluğumu anlatmak istedim.” Edebiyata olan ilgisinin çok küçük yaşlarda başladığını dile getiren yazar; Kemal Tahir, Orhan Kemal ve Yaşar Kemal’in kitaplarını okuyarak büyüdüğünü, babasından yazarların yaşam hikâyelerini dinlediğini belirtiyor. “Soğuk kış gecelerinde sobanın etrafında büyükler masal dinlerdi. Büyüklere özgü masallar anlatılırdı. Bir masal nasıl anlatılır, bir hikâyenin kurgusu nasıl çatılır küçük yaşlardan itibaren öğrendim. Benim şansım özel bir babaya sahip olmam. Babam ortaokul mezunu eski bir esnaf, manifaturacı. Cumhuriyetin ilk kuşakları iyi yetişmiş kuşaklar, köy enstitüleri kuşağı. Babam iyi bir edebiyat okuruydu. Tezgâhının altında Rus klasikleri, Türk klasikleri, hatta Amerikan öykü kitapları bulunurdu. Küçük yaşlarda onları okuyarak büyüdüm. Edebiyata düşkün bir babam olmasaydı evdekiler gibi masal anlatan biri olurdum.”

Ahmet Büke ile Günışığı Yayınları’ndan çıkan ‘Babaannem, Kurbağalar ve Hayat’ kitabını, çok konuşulan ‘Deli İbram Divanı’nı’ ve edebiyat yolcuğunu konuştuk.

Yeni yayımlanan ‘Babaannem, Kurbağalar ve Hayat’ kitabınızda okuru unuttuğu ya da özlem duyduğu çocukluğuna götürüyorsunuz. Kitaplarınızı okuyan gençleri, çocukları da doğayla, çiçeklerle, hayvanlarla, denizle buluşturuyorsunuz. Anlattığınız öykülerde dayanışma, komşuluk ilişkileri var. Çocuklar için yazmak sizin için ne ifade ediyor? Anlattığınız kendi çocukluğunuz mu?

Çocuklar için yazma fikrim yoktu. Baba oldum kızımla aramızda epey bir kuşak farkı var. Geç baba oldum, o farkı kapatabilmek için aramızda bir bağ olsun istedim. O bağ da edebiyatla olabilir diye düşündüm. Ona kendi çocukluğumu anlatmak istedim. Benim çocukluğumla kızımın çocukluğu çok farklı. 1970 doğumluyum, küçük bir yerde büyüdüm. O zaman dünya çocuklar için daha güvenliydi. İstediğimiz gibi sokakta oynayabiliyorduk, bütün bahçeler bizimdi, her komşu anne baba olabiliyordu bize. Doğayla iç içe yaşamımız vardı. Bu hikâyeler kızıma kalsın istedim. Yazarken çocukluğumu da düşündüğüm için bir çocuk nasıl olunur onu da unutmuştum. Kızım büyürken onu da düşündüm. Yazmak aynı zamanda düşünmek anlamına da gelir.

“BENİM ŞANSIM BABAMDI”

Bir söyleşinizde “Hikâye anlatmak bizde aile geleneğidir” diyorsunuz. Babanızın edebiyata meraklı olmasının yaşamınızda etkisi olduğunu söylüyorsunuz. Size yazarlık yolunu açan bu muydu?

Çocukluğumun etkisi var. Küçük bir yerde; Manisa’nın Gördes ilçesinde büyüdüm. Gördes dağların arasında yoksul bir yerdir. Eski göçer Türklerinin yaşadığı bölgeler artık yerleşik hale gelmişler. Ben de o ailelerden birinin son kuşak üyesiyim. Dolayısıyla benim büyüdüğüm çevre sözlü edebiyatın gelişmiş olduğu bir bölgeydi. Ailem de öyleydi. Çok iyi masal ve hikâye anlatıcılarıydı. Sözlü edebiyata küçük yaşlardan itibaren kulak dolgunluğum oldu. Bizde masallar ve hikâyeler sadece çocuklara anlatılmazdı, yetişkinler de dinlerdi. Babamın dükkânına gelirlerdi. Soğuk kış gecelerinde sobanın etrafında büyükler masal dinlerdi. Büyüklere özgü masallar anlatılırdı. Bir masal nasıl anlatılır, bir hikâyenin kurgusu nasıl çatılır küçük yaşlardan itibaren öğrendim. Benim şansım babam. Özel bir babaya sahip olmam. Babam ortaokul mezunu eski bir esnaf manifaturacı. Cumhuriyetin ilk kuşakları iyi yetişmiş kuşaklar, köy enstitüleri kuşağı. Babam iyi bir edebiyat okuruydu. Tezgâhının altında Rus klasikleri, Türk klasikleri, hatta Amerikan öykü kitapları bulunurdu. Küçük yaşlarda onları okuyarak büyüdüm. Edebiyata düşkün bir babam olmasaydı evdekiler gibi masal anlatan biri olurdum.

Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal

“EDEBİYATLA YAŞAM ARASINDAKİ İLİŞKİYİ ONLARLA KAVRADIM”

Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal okumak edebiyatınızı nasıl etkiledi?

Onları küçük yaşlardan itibaren okuma şansına eriştim. Toplumcu gerçekçi edebiyatın çatısını çatarlar, kitaplarında bizden hikâyeler vardır. Onları küçük yaştan itibaren okumak oradaki kahramanların etrafında olduğunu görmek, anlatılan olayların bir şekilde benzerlerinin yaşandığını görmek edebiyatla yaşam arasındaki sarsılmaz, güçlü ilişkiyi küçük yaşlarda kavramamı sağladı. Hem onları sevdim hem de edebiyatı sevdim aslında.

“BENİM ŞANSIM İYİ BİR YAYINEVİYLE ÇALIŞMAK OLDU”

Yetişkin edebiyatı ile çocuk/gençlik edebiyatı arasında nasıl bir farklılık var? Yazar olarak bir ayrım gözetiyor musunuz?

Aslında hepsinin temelinde hikâye anlatmak var. Anlatmaya değer iyi hikâyeler bulmak onu da iyi bir Türkçe’yle, iyi bir edebiyatla anlatmak. Çocuklar için yazarken çocuk dünyasına yönelik olduğunu bilmek gerekiyor. Birçok zor konu bilinenin tersine çocuklara anlatılabilir. Anne baba kaybı, ayrılık gibi. Çocuk edebiyatının her şeyin mükemmel olduğunu anlatmak gibi bir görevi yok ama çocukların dünyasına uygun anlatmak gerekiyor. Çocuk edebiyatında uzmanlaşmış yayınevleriyle çalışmak kritik bir mesele. Dünya edebiyatına çok hâkimler ve konularında uzmanlar. Dolayısıyla bir hikâyeyi çocuklara anlatırken bir cümle hatta kelimenin yerini bile tartışıyoruz. Yazar iyi bir edebiyatçı olsa bile iyi ekiplerle, iyi yayıncılarla çalışmak önemli bir mesele. Benim de şansım o oldu.  

Kitabınızda dokuz yaşında anne babasını kaybetmiş ve babaannesiyle yaşayan bir çocuğun yaşadıklarını okuyoruz. “Ona sarılıp güneşe doğru boy atan bir sarmaşık gibi büyüdüm” diye anlatıyor babaannesine olan sevgisini. Sıra dışı bir babaanne. Kitabınızı da annenize adıyorsunuz.   Anlattığınız babaanne anneniz mi?

Parça parça annem var ama başka bir karakter.

Babaanne ve torunun hikâyesi bittiğinde anneniz okudu mu kitabı?

Henüz okumadı.

“MAHREMİYETİN SIKINTILI OLDUĞU BİR ÇAĞDA BÜYÜDÜM”

Babaanne, anne babasını kaybeden torununa bir defter hediye ediyor ve dileğinde yazmasını söylüyor. Bir yıl o defter bekliyor sonra bir gün yazmaya başlıyor. Siz de çocukken günlük tutar mıydınız?

Ben biraz mahremiyetin sıkıntılı olduğu bir çağda büyüdüm. Günlük de mahrem bir şey. Mahrem kalamayacağını düşündüğüm için vazgeçtim. Kızımın günlüğü olsa asla açıp bakmam. Eskiden anne babalar tahakküm kurardı. Kitap okumayı, okuduklarımı anlatmayı seven bir çocuktum. Babam hemen hemen her gece dünya edebiyatının, Türk Edebiyatı’nın yazarlarının hayatlarını anlatırdı. Onlar benim için yarı tanrısaldı. Yazarlığın erişilemez olduğunu düşünürdüm ama edebiyatı, okumayı çok severdim.

Kitaptan bazı notlar aldım. Onlardan söz etmek isterim. Örneğin Karsambaç tatlısı var. Karsambaç veya karlamaç, rendelenmiş buz veya temiz karın üzerine tatlı bir şurup eklenerek hazırlanan bir tatlı. Türkiye'nin güney illerinde daha çok hazırlan bir tatlıymış. Bir de 100 yıldır Muğla’da kutlanan bir bayram var. Kaddak Deve Bayramı. Çocukların bu tür kültürel değerleri, tatları öğrenmesi de kıymetli değil mi?

Bende saklı kalmasın istedim. Anadolu’nun birçok yöresinde yaşıyor bu âdetler. Kitapta geçen yemekler hâlâ aile büyüklerinin yaptığı börekler, yemekler. Bunlar geleceğe kalsın istedim.

“ÇOCUKLUĞUMDA DELİ İBRAM’DAN ÇOK VARDI”

Deli İbram Divanı kitabınız deniz edebiyatı üzerine yazılan önemli bir eser. Deli İbram’a ‘Kırlangıç Zamanı’ öykü kitabınızda da rastlamıştım. Deli İbram’ın sizin için tanıdık biri olduğunu düşündüm. Deli İbram kim ve yaşamınızda nasıl bir önemi var?

Gördes’te deli çoktur. Belki de Türkiye’de birkaç akıl hastanesinden birinin Manisa’da olmasının nedeni bu olabilir. Hemen hemen hepsiyle birlikte yaşardık. Yalnız sadece aklen deli olanlara deli denmez. Aynı zamanda düzenle sorunu olan, düzen dışı olan, mücadele eden, kurala bağlı kalmak istemeyen, toplumsal normların dışında yaşamak isteyen insanlara da deli denir. Deli İbram aslında biraz öyle. Zihinsel bir sorunu yok. Romandaki birçok insandan akıllı. Stratejiler kuruyor, düzen dışında ve düzeni tehdit eden birisi olduğu için Deli İbram. Benim çocukluğumda da bunlardan bolca vardı.

TEMEL MESELE MÜLKSÜZLEŞME

Kitabınızda Yaşar Kemal’in ‘Deniz Küstü’ kitabıyla da benzerlikler gördüm. Yaşar Kemal kitabında balıkçıları, dalyanlarda geçimini sağlayanları ve yunusları öldürenleri anlatır. Toplumcu gerçekçi bir roman. Bir kentte yaşanan yozlaşmayı, çürümeyi okuruz. Yunusların öldürülmesi, yağlarının satılması ve bölgede yaşanan değişim, çürüme sizin kitabınızda da var. Deli İbram’la Yaşar Kemal’ın kitabında anlattığı Selim Usta ve Zeynel arasında nasıl bir bağlantı var?

Yaşar Kemal in Deniz Küstü’sünü küçük yaşlarda, ilkokulda okudum. Romanı yazarken aklıma bile gelmedi. Sonra fark ettim romanı bitirdikten sonra. Yaşar Kemal de yunuslarla ilgili roman yazmıştı diye hatırladım. Unuttuğum bir romandı ama muhtemelen bilinçaltımda birçok şey kalmış. Yunus katliamı ortak bir mesele. Deli İbram da denizden öte sınıfsal bir mücadele ve mülksüzleşme anlatılıyor. Sonu da kendine özgü. Dalyancılar kendi namlarına çalışırken endüstriyel balıkçılık gelişiyor. Yunusların kitlesel avlanması için endüstriyel balıkçılık yapılması gerekiyor. Kendi hesaplarına balıkçılık yapanlar bir süre sonra Eczacı Süleyman’ın ücretli işçileri oluyor, dalyanlarını kaybediyorlar. Mülksüzleşme bu. Üretim süreci çöktüğünde herkesin işsiz kalması, mülksüz kalması. Bunu anlatıyor kitap. 

“BİR AKTÖRÜN ROLÜNE HAZIRLANMASI GİBİ DENİZ KÜLTÜRÜ ÜZERİNE ÇALIŞTIM”

Paylaşımlarınızdan gördüğüm kadarıyla siz de denizle ilgilisiniz. Balıkları, denizin dilini biliyorsunuz. Ailenizde denizci var mı? Sizin merakınız nereden geliyor? Bir de tabi denizi tanımak yaşamınızı nasıl etkiledi?

Ailemde denizci yok, kara çocuğuyum. Yaşamım boyunca balık tutmuş biri değilim. Denizi de geç yaşlarda tanıdım. Kitabı yazana kadar hemen hemen hiçbir şey bilmiyordum. Kitabı yazmak için epey çalıştım. Denizcilik kültürü üzerine bir buçuk yıl kuramsal ve edebiyat anlamında çalıştım. Hatta denizci arkadaşlar edindim, teknelerinde çalıştım. Bir aktörün rolüne hazırlanması gibi çalıştım. Yaşlı dalyancılarla günler süren mülakatlar yaptım, ses kayıtlarını aldım. Denizci olmadım tabi ama kitabı yazacak kadar bu kültürü edindim. Çok da sevdim ama ben kara çocuğuyum.

“TÜRKİYE’DE ÖNEMLİ BİR KADIN OKUR VAR”

Deli İbram’ın hikâyesinin bu kadar ilgi göreceğini bekliyor muydunuz? Bu başarıyı siz neye bağlıyorsunuz?

Ben hep öykü yazmışım. Öykünün sınırlı bir okuru var, romanın biraz daha fazla okunacağını tahmin ediyordum ama açıkçası tanıtımı için ekstra bir iş de yapılmadı. Okurların çabasıyla bilinir hale geldi. Türkiye’de önemli kadın okur var sanırım onlara işledi, geçti, kulaktan kulağa yayıldı. Okur çabası ve etkisiyle Deli İbram’ın bilinirliliği genişledi. Bunda ne etkili oldu? Bence toplumsal gerçekçi edebiyata duyulan özlem ve ihtiyaç etkili oldu. Dil oyunlarının ötesinde yazarın kendi iç sıkıntılarını boca ettiği metinlerin dışında, toplumsal meseleye dokunan ve içinde hikâye barından bir metin olduğu için ilgi gördüğünü düşünüyorum. Edebiyat bize hikâye anlatmak için var. Amacı hikâye anlatmak. Bu kitabın da insanlara dokunan bir hikâye olduğunu düşünüyorum.

Çok Satanlar

1. Seninle Başlamadı, Mark Wolynn

2. Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

3. Kaplanın Sırtında, Zülfü Livaneli

4. Atomik Alışkanlıklar, James Clear

5. Anne Beni İyileştir, M. Barış Muslu

Haftanın Kitapları

Her Şeyi Gören Adam

Deborah Levy

Çeviri: Eda İşler

Everest Yayınları

2019 Booker Ödülü adayı Her Şeyi Gören Adam, gördüklerimiz ve/veya göremediklerimiz, dikkatsizlik ve başkalarına verdiğimiz zararlar, tarihin ağırlığı ve onu görmezden gelmek için yaptığımız yıkıcı girişimler hakkında iddialı, eğlenceli ve heyecan verici bir roman. Deborah Levy’nin kaleme aldığı kitabı Türkçe’ye Eda İşler çevirdi.

Birkaç Küçük Sıyrık

Merve Tahran

Ornis Kitap

Ornis Kitap yayıncılığa ‘Birkaç Küçük Sıyrık’ kitabıyla merhaba diyor. Kitap yakınların uzak, uzakların yakın olduğu bir yerde, bizi yalnızlığımıza dair bir yolculuğa çıkarıyor. Yaşama tutunmak için devam etmenin gerekliliğini unutmadan.

Ütopya ve Masalbilim

Binbir Gece Masalları

Sadık Usta

Kafka Kitap

Yüzyıllar önce anlatılmış masalları bugün hâlâ sevmemizin, aynı şevkle okumamızın sebebi ne? Dünya çapında pek çok büyük yazara ilham olmuş, anlatıldığı günden bu yana etkileyici tonunu yitirmemiş Binbir Gece Masalları,

Sadık Usta’nın kaleminde bambaşka bir forma bürünüyor. Masalları ve ütopyaları yan yana getirip Batı’nın Doğu yaratıcılığına duyduğu ilginin temellerini öğrendikten sonra, yazarın kendi yaptığı çeviriyle masalları farklı bir gözle okumak mümkün.

Çocuk Kitapları

Düdüklü Tencere Orkestrası

Dilge Güney

Bilgi Yayınları

2021 Muzaffer İzgü Çocuk Romanı Yarışması’nda birincilik ödülüne layık görülen ve daha önce kitap sayfamızda yer verdiğimiz yazar Dilge Güney’in heyecanla beklenen kitabı ‘Düdüklü Tencere Orkestrası’ çıktı. Güney kitabında eğlenceli bir arkadaşlık hikâyesi anlatıyor, okuru önyargılarıyla yüzleştiriyor.

Kız Kardeşler

Louisa May Alcott

Çeviri: Şirin Etik

Can Yayınları

Alcott’un Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın ikinci yarısında yazdığı büyük eseri Küçük Kadınlar’dan derlenen Kız Kardeşler, savaş nedeniyle maddi sıkıntılara düşen ve savaşa katılan babalarından ayrı kalan March ailesi kızlarının dünyasına konuk eder okuru. Eser aynı zamanda üç kız kardeşiyle geçim zorlukları içinde büyüyen Alcott’un yaşamından da izler taşır. Yoksulluk, kalp kırıklıkları, cinsiyet bunalımları, hastalıklar ve ayrılıklar yaşansa da ailenin evinde değişmeyen tek şey dört kızın susmayan kahkahalarıdır.

Güneşten Sonra

Gabriele Clima

Genç Timaş Yayınları

On altı yaşındaki Dario'nun başa çıkması çok zor bir insan olduğu konusunda öğretmenleri hemfikirdir. Dario, kendisiyle kısıtlı iletişim kuran annesiyle yaşar ve babasının o daha çocukken aileyi terk etmesinin nedenin de kendisi olduğunu düşünür. Okulda, yine bir olaydan sonra, dekan ona örnek bir ceza vermeye karar verir ve onu engelli bir öğrenciye yardım etmekle görevlendirir. Dario, tekerlekli sandalyede hareketsiz olan ve dış dünyayla iletişim kuramayan Andy ile böyle tanışır. Güneşten Sonra kitabında bu iki arkadaşın hikâyesini okuyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi