Boray Acar
"Kılıçdaroğlu batırdı memleketi!"
Başlıktaki cümle, bir sokak röportajı esnasında kendisine mikrofon uzatılan yurdum insanı yaşlı bir teyze tarafından sarf ediliyor. Arkasından da hem röportajı yapanlar, hem de çevredeki insanlar kahkahalara boğuluyorlar. Böyle bir toplum vasatı olduğunun zaten farkındayız da, bu vasata yaslanan iktidar mensubu siyasilerin de bu yaşlı teyze gibi konuşmaya başlamış olmalarından ötürü kaygı duyabiliriz.
Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta yaşanan KPSS skandalı konusunda uçağa topladığı “saray gazetecileri”ne “FETÖ’cü grup mu desek; 6’lı masa mı desek; bir de masanın altı var 7…” diye bir açıklama yapıyor. Biz şu an masanın üstünü görüyoruz, ancak altı hakkında bir bilgiye henüz sahip değiliz. Şayet bu konuda bildikleri bir şey var ise kamuoyunu aydınlatsalar da biz de bu vesile ile memleketin karşı karşıya olduğu şu büyük tehlikeyi öğrensek iyi olacak. Yirmi yıldır ülkeyi yöneten, üstelik sistemi değiştirerek ülke adına alınacak tüm kararları iradesi altında toplayan, Meclis’i kadük hâle getiren “şahsım devletinin mimarı” mı konuşuyor, yoksa arkasından kahkahalarla güldüğümüz teyze mi konuşuyor ayırt edebilene aşk olsun.
Gülenci Yapı’nın “ne istediyse aldığı” makbul dönemlerinde de sınav soruları çalınmış ve cemaat mensuplarına servis edilmişti. Amaçları devlet kurumlarındaki önemli pozisyonlara kendi adamlarını yerleştirmek ve bu yolla bürokrasiyi ele geçirmekti. Şimdi yine benzer bir vakıa ile karşı karşıya olduğumuzu düşünmemizi gerektirecek önemli bir karine var elimizde.
Sınav sonrası yapılan itirazlara karşılık ÖSYM yönetimi önce iddiaları reddediyor, asılsız olduğunu söylüyor. Olay harcıâlem olduktan sonra da toplumdan özür diliyor. Sınava katılan insanların emeklerinin zayi edildiği, hiçe sayıldığı, belki geleceklerinin çalındığı böylesi bir skandal, elbette kuru bir özür ile geçiştirilemez. Birilerinin günah keçisi ilan edilmesi, suçun ve sorumluluğun o birilerine yüklenmesi de devleti yönetenleri sorumluluktan kurtarmaz. Gerçek bir şeyler yapılmak isteniyorsa; kurumun bağlı olduğu bakanlıktan başlanmak üzere radikal görev değişiklikleri yanında, yapısal ve teknolojik revizyonlara gidilmesi ve tüm bunların topluma anlatılması gerekir. Ancak böylece hakkının yendiğini düşünen ve otoriteye olan güvenini kaybeden insanlar için bir şey yapıldığına veya en azından yapılmak istendiğine ikna olabiliriz.
Devam edelim. İvedi olarak Kılıçdaroğlu’nun atamadığı (!) ÖSYM Başkanı görevden alındı ve yerine yenisi atandı. Yeni başkanın silmeye yetişemediği sosyal medya mesajlarında, yakın tarihte hayatını kaybeden bir tarikat liderinden “Gül yüzlü efendimiz” diye bahsettiğini öğrendik. Bu hitap şeklinin, tarikat liderinin cenazesinde boy göstermek gibi, nispeten daha masumane bir tutum olmadığı ve bir mensubiyeti vurgulamak adına söylendiği açık. Böyle olmasaydı silme zahmetine katlanmaz, bunda bir art niyet aranmaması gerektiğini söyleyerek işin içinden çıkabilirdi. Mensubiyette değil, ifşaatta sakınca gördükleri anlaşılıyor.
Bu atamanın liyakat esaslarına dayanarak yapıldığına toplumun yarısını ikna etmek mümkün değil. Toplumun diğer yarısının da olaylara anlam yüklemek gibi bir sorunu yok, gönlü ve kafası rahat. Bu arada hatırlarsanız; devleti yönetenler de geçtiğimiz günlerde liyakat esaslı atamalar yapmadıklarını kendi ağızları ile itiraf etmişlerdi. İkisi de şu an parti başkanı sıfatı ile altılı masanın üyesi olan, geçmişte ise ekonominin, dışişlerinin ve dahası “başbakan” sıfatı ile memleketin topyekün emanet edildiği siyasetçilerin o görevlerde aslında “hak ettikleri için değil, “öyle takdir edildiği(!) için bulunabildiklerini” bizzat Tayyip Erdoğan’ın ağzından duymuştuk. Dolayısıyla; herhangi bir atamada, “layık” olma şartının aranması gibi bir beklentimiz de en azından mevcut yönetimden kalmadı. Her dönemde böyle değildik elbette. Bu topraklar; Mümtaz Soysal gibi saygın ve liyakat sahibi insanların bakan olarak görev yaptığı zamanları da gördü ve yaşadı.
Türkiye’de devlet, dinci bir yapı ve onun devlet organlarındaki “sızıntı”ları tarafından ele geçirilme riski ile yakın tarihte yüzleşti. Bugün; tüm bakanlıkların, dolayısıyla devlet kurumlarının farklı cemaat yapıları tarafından paylaşıldığı gibi bir şayianın yayıldığı siyasi düzlemde yapılan atamalar da bunun bir söylenti olmaktan öte şüphe duyulması ve vehimle yaklaşılması gereken bir “durum” olduğunu gösteriyor. Suçu üstünden atma stratejisinin şahikası sayılabilecek bir tutum ile saray gazetecilerine yapılan açıklamalar, siyasi iktidarı ne sorumluluktan ne de tarih önünde hesap vermekten kurtarabilir…