Boray Acar
Kemal Bey Bu Defa Doğruyu Gösterdi..
CHP ile ideolojik olarak farklı bir yerde olduğumu sıklıkla dile getiriyorum. Ancak; memleketin hali idealler üzerine retorik yapmayı değil; başımızdaki soruna yoğunlaşmayı ve kurtulmanın yolları üstüne konuşmayı gerektiriyor. Hülasa; bir geçiş süreci modeli olduğunu bilerek, tüm muhalif unsurların dahil olduğu bir demokrasi bloğundan medet ummak dışında bir seçenek görünmüyor. Zıt kutupların birlikteliği; en azından bir kesim açısından deniz – yılan metaforunu çağrıştırsa da, ülkeyi bugün yaşanandan daha kötü bir yere götürmesi olası görünmüyor.
Bu kargaşayı yönetmek için ciddi bir siyasi kıvraklık gerekiyor. İç ve dış politikada, yandaşlarını bile hayrete düşürecek siyasi manevralar yapma kabiliyetine sahip olan sayın Cumhurbaşkanı’nın varlığı işi daha da zorlaştırıyor. Burada başı çekmesi beklenen irade; muhalefet bloğu içinde en büyük halk desteğine sahip olan “Ana Muhalefet Partisi” iken, özellikle lider düzeyinde yapılan basit hatalar, Tayyip Erdoğan ile bilek güreşine oturacak çapta olunmadığını açıkça gösteriyor. Bu konudaki düşüncelerimi “Makus Muhalefetsizliğimiz” yazı dizisinde uzun uzun anlattığım için tekrara düşmek ve lafı uzatmak istemiyorum. Söz konusu yazılardan bir tanesinde “CeHaPe Zihniyeti” isimli belgesel filmden yola çıkarak; Kemal Kılıçdaroğlu’nun - iktidar yandaşı figürlerin de çabasıyla - Cumhurbaşkanlığı adaylığı ihtimalinin güçlendirilmeye, dolayısıyla Tayyip Erdoğan’ın işinin de kolaylaştırılmaya çalışıldığını ifade etmiştim. Geçtiğimiz günlerde benzer bir yapım olan, Günel Çatak’a ait “Bay Kemal ve İttifakları” belgeseli ile karşılaştım. Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümüne yönelik cesur açıklamaları oldukça ilgimi çekti. Umarım; bozuk saatin zaman zaman doğruyu göstermesi gibi bir hayal kırıklığı yaşamayız.
Kürt sorununun çözümünde HDP faktörünün önemini vurguluyor ve sorunun muhatabı olarak görülmeleri gerektiğini söylüyor. CHP’nin, biraz da tarihi geçmişinin etkisi ile Kürt sorununa olan mesafesini göz önünde bulundurduğumuzda “ha şunu bileydin” dedirtecek türden cesur bir çıkış. Açıklamada Kürt sorununun; son 30 – 40 senenin sorunu olduğu gibi, tarihi gerçeklerden uzak kesitler olsa da, faydalı olan tarafına yoğunlaşmak gerektiğini düşünüyorum. 1991 Genel Seçimlerinde yaşanan yemin krizi sonrasında gerek parti içindeki ulusalcı unsurların, gerekse dış baskıların etkisiyle “Kürt Sorunu”na uzak kalan ve Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerdeki birçok ilde örgütlenemeyecek hale gelen CHP açısından paradigma değişikliği niteliğinde olan bu yaklaşımı umut verici buluyorum.
Kılıçdaroğlu, AKP’nin çözüm sürecinde İmralı’yı muhatap almış olmasını eleştiriyor ki; kısmen katılıyorum. Yeni dönemde kriminalize edilmeye çalışılan HDP’li vekilleri, geçmişte bu ilişkinin aracısı haline getiren de, bundan siyasi menfaat sağlamaya çalışan da, o süreçte terör örgütünün güç toplamasına sebep olan da bizzat siyasi iktidarın kendisidir. Bu bağlamda; asırlık sorunun çözüme kavuşamayıp, sürecin akim kalmasına sebep olmak, AKP açısından ne kadar yanlış bir strateji idiyse, HDP’yi siyasi muhatap olarak görmek ve meselenin hallinin 6 milyon seçmenin iradesi durumunda olan siyasi hareket ile mümkün olduğunu ifade edebilmek bir o kadar doğru, cesaret gerektiren ve kararlılıkla sürdürülmesi gereken bir tutum. Sezai Temelli’nin İmralı’sız bir çözümün mümkün olmadığı yönündeki konjönktürel ve pek de gerekli olmayan açıklamalarını konunun merkezine almak doğru değil. Bir toplumun kaderinin, o toplum için önem arz ediyor olsa da bir şahsın inisiyatifine bağlanmasının akla yakın olmadığı gerçeğinin kendileri de farkındalar. Siyasi zeminde Kürt siyasi hareketinin dışında iken, kendi mahallesine rağmen konuya nesnel yaklaşmak nasıl zor bir şey ise, Kürt siyasi hareketinin mensubu iken İmralı gerçeğini göz ardı ederek hareket etmek de o denli zor bir davranış halini aldı.
Demirtaş’ın; uluslararası düzeyde ayyuka çıkmış bir hukuksuzluk örneği olarak cezaevinde tutulmasının sebebi; siyasi iktidarın HDP korkusu ve siyasi tarihlerinde karşılaştıkları en etkili muhalefet örneği olan “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışının yarattığı gürültüdür. Meclis çatısı altında, toplumun gözleri önünde yapılan siyasi şovları, milliyetçi hezeyanlara hizmet eden hamasi ve hakaretamiz nutukları ve bir seçim stratejisi olduğu besbelli olan kapatma davasını bu bilinçle okumak gerekiyor.
Çok hassas dengeler ile ayakta kalmaya çalışan ve her türlü saldırıya muhatap olan muhalefet bloğu açısından, siyasi iktidarı zorlayacak mümbit bir politika üretmenin yolu; dolaylı da olsa HDP’yi ittifak şemsiyesi altına çekmekten geçiyor. Bu zor oyunu kırıp dökmeden ve kopuşlara sebep olmadan sürdürebilmek, politik başarısızlıkları ile malul hale gelen ve toplumsal karşılığını her geçen gün yitiren siyasi iktidarın da iyiden iyiye köşeye sıkışmasına sebep olacaktır. Elbette toplumun teveccühüne nail olacak bir lider çıkarma zorunluluğunu yabana atmamak kaydı ile.