Boray Acar
Hepiniz Suçlusunuz!
Dindarlık ve sekülerlik arasındaki sarkaçta savrulurken; kimine göre tesadüf, kimine göre tevafuktur geçtiğimiz hafta yaşananlar. Kılıçdaroğlu’nun gereksiz başörtüsü çıkışının sonucu olan Anayasa değişikliği teklifinin meclise sunulduğu günlerde, bir cemaatin bilmem ne koluna mensup bir yaratığın, 6 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz ettiğini (istismar değil, tecavüz!) ve bu rezaletin aileden başlayan ve devlet kurumlarına da sirayet eden bir cibilliyetsizlik ile sistematik olarak gizlendiğini ve suç ortaklığı yapıldığını öğrendik. Yaşının büyütülmesi için edinilen hastane raporlarından tutun da, savcının dosyayı sümen altı etmesine kadar varan bir çürümüşlük ve kokuşmuşluk hâli…
Failin, dini yapıya olan mensubiyeti sebebiyle, doğal olarak Diyanet İşleri Başkanı olan şahsın da konu ile ilgili bizzat bir şeyler söylemesini bekledik. Kıyametler koptu, fakat her ne hikmetse üstüne vazife olmayan her konuda fikir beyan eden bu şahıs konuşmadı. Başkanı olduğu kurumun yazılı açıklaması ise olmasaydı daha iyiydi dedirtecek cinsten. Bakın, aynen şöyle demişler; “İslam’a göre bireylerin hem fiziksel hem de ruhsal olgunluğa erişmeden, aile kurmanın anlam ve sorumluluğunu idrak edecek rüşt yaşına gelmeden evlendirilmeleri söz konusu olamaz.” Laik ve demokratik cumhuriyet rejiminin(!) din işleri kurumu, yasalara atıfla bir açıklama yapmaktan imtina ederken, zımnen buluğ çağına işaret ediyor. Bizzat kadrolu personeli “imam nikâhı” kıyan ve bu yönüyle rezaletten sorumlu olması gereken kurumun yapmış olduğu açıklama, dolaylı bir taraf beyanıdır.
Kurumların ve yetkililerin tutumu, siyasetin kılcal damarlarına işlemiş olan çürümenin ve yozlaşmanın sonucudur. Kınamak dışında etkili bir tavır ortaya konamayışının, Emine Erdoğan’ın kuru tepkisinin “AhmetHakangillerce” abartılmasının ve kutsanmasının veya Aile Bakanının – olayın 2020 senesinden beri bilindiğini söyleyerek – şecaat arz ederken sirkatin söylemesinin sebebi, bu çürümedir. Daha da vahimi; iktidar trollerinin, rezaleti açığa çıkaran gazetecinin tutuklanmasını istemeleri, toplumsal vicdanın siyasi şarlatanlığa ve fanatizme kurban edildiğinin açık bir göstergesidir.
Şimdi gelin de bu iklimi yaratan siyasi anlayışın aile, çoluk, çocuk gibi manevi hassasiyeti olan konularda söyledikleri sözlerin ve yaptıkları yasal düzenlemelerin samimiyetine inanın. Meclise getirilen “Anayasa değişikliği teklifi”, tamamen muhafazakar seçmeni konsolide etmeye yönelik bir siyasi ayak oyunudur. Siyasi cazibesi düşmanlaştırmaya matuf olan milliyetçi ve mukaddesatçı ittifakın bu yeni numarası; eşcinsellik üstünden toplumun belli bir kesimini tahkir ve tezyif ederek toplumsal vebalı gibi gösterme girişimini yasallaştırmaktır. Bu tavır, olası saldırılar için de meşruiyet kılıfıdır. Rasyonel kriterlere göre, “gerçek manada” yetişkin insanların tercihlerini aşağılayarak aileyi koruduğunu iddia eden zihniyet, yakın zamanda anayasada yaptığı değişiklik ile imam nikâhının resmi nikâhtan sonra kıyılabilmesi şartını iptal ederek yaşadığımız iğrençlik gibi insanlık suçlarına zemin hazırlamıştır. Elbette tüm yaşananların tek nedeni bu olamaz. Ancak; suçun işlenmesini kolaylaştıracak düzenlemelerle caydırıcılığı ortadan kaldırmak da, en azından suça teşvik etmektir. Konu muhalif gazeteciler, siyasiler ve fikir insanları olduğunda jet hızı ile hareket eden yargının, “tecavüz davası”nı herhangi bir tutuklama olmaksızın mayıs ayına ertelemiş olması, bu siyasi anlayışın yargı müessesesindeki tezahürüdür. Yargı müessesesi baskı altındadır. Maksat, toplumsal hafızanın zayıflığını kullanarak konuyu unutturmaktır.
Hiç gereği yokken bu yasal düzenlemelere zemin hazırlayan muhalefet de en az iktidar kadar suçludur. Temel Karamollaoğlu’nun, tecavüz hadisesi ile ilgili “Gündemde tutulmamasını arzu ederim, aile rahatsız oluyor…” sözleri, nerede durduğunun ve neye hizmet ettiğinin açık göstergesidir. Suçu işleyen bizzat ailenin kendisidir. Ve korunmaya çalışılan formun başının altından çıkan böyle bir hadisenin gizlenmesi değil, özellikle ifşa edilmesi gerekir. Ama maalesef karşıt gibi görünen ve daha önce de ifade ettiğim üzere derin bir ittifakın bileşenleri olan iktidar ve muhalefet kanatlarında bu gerici yapılardan beslenen damarlar mevcuttur.
Sosyal devlet olamama hâlinin bir sonucu olan bu yapıları kapatmaya kısa vadede kimsenin gücü yetmez. Dolayısıyla; bu minvalde retorik yapmak da gevezelikten öte bir anlam taşımaz. Acilen vakıf ve dernek statüsünden çıkarılmaları, yasallaştırılmaları ve denetime açık hâle getirilmeleri için kamuoyu baskısı oluşturulması şarttır.
Son söz; Timur Soykan, İsmail Saymaz gibi, bu yapıların üstüne korkusuzca giden değerleri pamuklarda saklamamız, korumamız ve ite kurda yem etmememiz gerekir.