Duvar Resminin Kısa Tarihi-II

Taştaki figürlerin anlamı da şu, “Artı işaretinin gösterdiği dörtyol ağzının solunda, aşkını parayla kiralayabileceğiniz kadınlar bulacaksınız. Ama önce şuradaki ayak kalıbının üzerine bir basın, eğer ayağınız bu kalıbı dolduruyorsa (yani yaşınız tutuyorsa) ve taştaki deliği dolduracak kadar sikkeniz varsa, hoş geldiniz; aksi halde size sağdaki kütüphaneyi öneririz…”

20. yüzyıla geldiğimizde artık dinsel ya da diğer kamusal yapılarda freske daha seyrek rastlandığını görüyoruz. Bunda, süslenmeye değer, anıtsal katedral, kilise ya da şapel gibi yapıların artık daha az inşa edilmesi ve var olanların da çoğunlukla freskle bezenmiş olması kadar, yüzyılın değişen sanat anlayışı da rol oynar. Artık sanatçılar, Klasisizm yerine, İzlenimcilik, Sembolizm ya da Dışavurumculuk gibi, bu türden ciddi yapılarda “uyumsuz” duracak biçemlerde eser üretmektedir çoğunlukla. Ama yine de ayrıksı girişimler yok değildir; örnek vermek gerekirse, Gustav Klimt’in Viyana’daki bazı müze, üniversite ve kütüphanelere yaptığı fresklerden söz edebiliriz. Sanatçının, Viyana’daki Secession Binası’ndaki Beethoven Frizi, Brüksel’deki Stoclet Sarayı’nda bulunan ve aynı adı taşıyan frizi, Viyana Üniversitesi için yaptığı üçleme, 20. yüzyıl fresklerinin en göz alıcılarındandır (1).

İlk Çağ’dan sonra bina içlerine hapsolmuş ve artık kendine iç mekanlarda da yer bulamayan duvar resminin yeniden sokaklara kavuşması, Meksika Devrimi’yle birlikte olacaktır.

Meksika Duvar Resmi

Meksika’yı uzun yıllar boyunca, büyük toprak sahipleri ve dış sermayenin çıkarları doğrultusunda ve demir yumrukla yöneten Porfirio Díaz’ın, patlak veren iç savaşta kaybedeceğini anlayarak ülkeyi terk etmesi, bir on yıl daha sürecek karışıklıkla sonuçlansa da ülkeye barış gelir sonunda. Emiliano Zapata, Francisco Madero ve Pancho Villa gibi rakip askeri/siyasal liderlerin baş aktörlerinden olduğu köylü devrimi, 1920’de Álvaro Obregón’un başkan seçilmesiyle ilk aşamasını tamamlar; sıra parçalanmış toplumu barıştırmak ve devrimi ilerici reformlarla güçlendirmeye gelmiştir. Ancak çoğu okuma ve yazma bilmeyen halka ulaşmak kolay değildir. Bu zorlu görevde üç ressam, “Los Tres Grandes”(2) olarak adlandırılan José Clemente Orozco, Diego Rivera ve David Alfaro Siqueiros öne çıkar. Özgürlük, ülkenin birliği ve geleceğe umutla bakma temalarını işleyen devasa duvar resimleri kaplar başkent Meksiko başta olmak üzere tüm şehirleri. Hükümet tarafından sipariş edilen bu resimlerin propaganda yönü açık olsa da bu, Meksika duvar resminin sanatsal değerini ve önemini azaltmaz.

[Meksika duvar resmi, 20. yüzyılda duvar resminin tüm dünyada yaygınlık kazanmasındaki en büyük esin kaynağıdır; ABD’de 1960’larda ondan esinlenerek ortaya çıkan Chicano hareketi, “Graffiti”nin de estetik kriterlerini büyük ölçüde belirlemiştir.]

Meksika duvar resmi Avrupa sanatını etkilese bile yaşlı anakarada büyük bir yaygınlık kazanmaz. Avrupa zaten bir dünya savaşından yeni çıkmış ve ikincisine hazırlanmaktadır. İlginç olansa, bu dönemde kimi Avrupalı sanatçıların boya bulamadıkları için resimlerini duvarlara kazıyarak üretmesidir. Sanatsal yönü kadar ileti niteliği de ağır basan bu tür çalışmalardan söz etmişken, İspanyol sanatçı Antoni Tàpies’i özellikle anmak gerek. Pek çok resmini, bir duvar üzerine, ip, saç, saman, tahta gibi değişik malzemeleri de kullanarak üreten Tàpies, tarih öncesi mağara resimlerini andıran biçemiyle de Avrupa duvar resmi sanatında ayrı bir yere sahiptir(3).

Graffiti

Duvar resminin on binlerce yıl süren serüveninde ona eşlik eden bir yol arkadaşı vardır, bugün daha çok “Graffiti“ olarak adlandırılan duvar yazısı. Bunların, yazıdan çok resme daha yakın olan ve elin kalıp olarak kullanılmasına dayanan ilk örneklerine Endonezya ve Avustralya gibi Güney Pasifik ülkelerinde rastlıyoruz. Bundan 40 bin yıl öncesine tarihlenen bu resimler neredeyse Avrupa’daki en eski mağara resimleriyle yaşıttır. Oksitli kırmızı toprağın suyla çamur haline getirilmesinden sonra, avuç içini bu çamurla sıvayarak kaya yüzeyine basarak ya da iyice sulandırılmış çamuru bir kamışla veya doğrudan ağızla, kaya yüzeyine konmuş elin üzerine püskürterek (ilk sprey boya sayılır) yapılan resimlerin temel motivasyonu, bugün bile sanat uğraşının en güçlü temeli; kendinden bir iz bırakmak, “Ben de buradaydım, beni bilin” demek.

İz bırakmak ya da bir mesaj vermek amacı güden yazılara sonrasında da, günümüze dek her yerde rastlıyoruz; ilginizi çekebilecek birkaçından kısaca söz edelim.

İlki, Ayasofya’da bulunan ve mermer üzerine kazınmış bir yazı, “Halvdan buradaydı”. M.S. 9. yüzyıla tarihlenen bu yazıyı yazan Halvdan, Bizans ordusunda paralı asker olmak için İstanbul’a gelmiş bir Viking(4).

[Kimi kaynaklarda, Halvdan’ın bugünkü Norveç’te bir takımada olan Lotofen’de yerleşik bir Viking kabilesinden olduğu ve o dönem Bizans ordusundaki Viking paralı askerleri olan “Varekler”e katılmak için Miklağård’a (Eski Nors dilinde “büyük şehir”) yani İstanbul’a geldiği yazıyor ancak bunların ne kadar güvenilir olduğunu bilmiyorum. Fakat o dönem İstanbul’da çok sayıda Viking yaşadığını, hatta Küçükçekmece Gölü kıyısındaki Bathonea antik kenti nüfusunun Vikinglerden oluştuğunu arkeolojik çalışmalardan biliyoruz.]

Kilroy Was Here

Diğer örnekse belki de graffitilerin en bilineni, “Kilroy Was Here” (Kilroy Buradaydı). İkinci Dünya Savaşı’ndan başlayarak uzun onyıllar boyunca aklınıza gelebilecek her yere yazılan bu ifadenin bir de öyküsü var. Yazı olarak da, bir duvar çizgisinin ardından yalnızca burnuyla birlikte başının üst kısmı ve el parmakları görünür şekilde de resmedilen Kilroy, bir tersane işçisi aslında.

2. Dünya Savaşı sırasında Quincy’deki bir tersanede ABD donanması için üretilen gemi parçalarındaki perçinlerin sağlamlığını kontrol etmekle görevli bir işçi James J. Kilroy. Günlük yevmiyesi kontrol ettiği parça başına hesaplanan Kilroy’un, başkalarının parçalarıyla karışmaması için kendininkilere koyduğu bir işaret “Kilroy Was Here”. Olağan akışta gemiler her bölümü boyanarak Donanma’ya teslim edilmektedir ancak acil gereksinim durumlarında gemilerin, ulaşılması zor kimi iç kısımları boyanmadan da cepheye yollandığı olmaktadır. Kilroy yazısı bu türden gemilerde görülür ilk olarak. Yazıyı fark eden ve bunu geminin inşa edildikten sonra iyice kontrol edildiği ve güvenilir olduğu şeklinde gibi algılayan ABD askerleri gittikleri her yere bunu bir tılsımmış gibi yazmayı alışkanlık haline getirirler.

[Hatta Pasifik’ten Avrupa’ya kadar her cephede görülen bu yazılar üzerine, Japon ve -bizzat Hitler’in emriyle- Alman istihbaratlarının, ABD ordusundaki çok önemli bir casus olduğunu zannettikleri Kilroy’u bulmak için -boş yere- çaba gösterdikleri de anlatılır].

Savaşın sona ermesinden sonra da eve dönen askerler Kilroy’dan vazgeçmez; uzun yıllar boyunca ABD’deki her genel tuvalette, restoran masalarında, duvarlarda, kamyon kasalarında, okul sıralarında, tren ve metrolarda boy gösterir “Kilroy Was Here”.

Bir diğer ünlü duvar yazısı, M.S. 2. yüzyılda Roma’da bir duvara yapılan “Alexamenos Graffitisi”. Çarmıha gerilmiş İsa’yı eşek başına sahip olarak gösteren ve Hristiyanlıkla alay etme amacı taşıyan bu yazı-resim, İsa’nın resmedildiği ilk “eser” olabilir büyük olasılıkla.

Genelev Reklamı

Son örneğimiz yine ülkemizden, Efes antik kentinden. M.S. 1. yüzyıla tarihlenen “Mermerli Yol”da bulunan bir sokak taşı bu. Üzerinde artı işareti, kadın, genelevlerin bulunduğu bölgeyi işaret eden bir ayak tabanı, kalp ve bina resmi kazınmış bu mermer sokak taşının, bir genelevin “reklâm tabelâsı” olduğu düşünülüyor. Taştaki figürlerin anlamı da şu, “Artı işaretinin gösterdiği dörtyol ağzının solunda, aşkını parayla kiralayabileceğiniz kadınlar bulacaksınız. Ama önce şuradaki ayak kalıbının üzerine bir basın, eğer ayağınız bu kalıbı dolduruyorsa (yani yaşınız tutuyorsa) ve taştaki deliği dolduracak kadar sikkeniz varsa, hoş geldiniz; aksi halde size sağdaki kütüphaneyi öneririz”. Yetişkinleri (en azından parası olmayanları) ve -yaşı tutmayan- gençleri okumaya yönelten şahane bir reklam!

Bu arada bu sokak taşının tarihteki ilk değilse de en eski reklamlardan biri olduğunu ekleyelim(3).

Bizim Kilroy’umuz “Tosun”u da anmadan bitirmeyelim. Yazdığı ifade hayli bayağı olduğu için buraya almasak da, yirmi yıl öncesine kadar neredeyse her genel tuvalete “imzasını” atan, olgunlaşmamış ve libidosu yüksek -anonim- bir karakter olan Tosun, Türkiye’deki duvar, daha doğrusu tuvalet yazılarının önemli bir figürü.

Haftaya 1960’lardan günümüze kadar graffitinin gelişimiyle devam edelim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi