Boray Acar
Çok Güzel Hareketler Bunlar…
“Masada Olmayanlara Odaklanmak Gerekiyor…” demiştik daha iki hafta önce. Kılıçdaroğlu, “Helalleşme” stratejisi çerçevesinde şimdilik(!) ittifak ortaklarını da dengede tutma başarısını göstererek üstüne düşeni, daha doğrusu yapması gerekeni yapıyor. Devlet Bahçeli, grup toplantısında, yaşanan ibretlik sahnelerden, yapılan ilkesiz açıklamalardan, yaygınlaşan itibarsız tavırların deşifre edildiğinden ve bölücülüğün CHP bünyesinde nasıl tutunduğundan dem vurarak kendine göre bir takım açıklamalar yapmış olsa da her geçen gün azalan seçmeni dışında ciddiye alınma düzeyi gittikçe azalan bir siyasi figür hâline gelmeyi başarıyor. Programın muhteviyatı hakkında söyledikleri kendisini de tatmin etmemiş olacak ki ziyareti Rusya–Ukrayna gerilimine ve Antalya Forumu’na bağlayarak bunun bir sabotaj girişimi olduğunu ifade ediyor ve “Taşeronluğunu yaptığın çıkarcı dostlarına söyle, Türkiye’nin önünü kimse kesemeyecek” diyerek Kılıçdaroğlu’na parmak sallıyor.
Türkiye’nin iki yanında, birbiriyle hiç ilgisi olmadığı gibi birbirini etkileme ihtimali de oldukça düşük olan iki eylem arasında rasyonel akıl ile bağlantı kurulamayacağı bilindiği için de her şey alışılageldiği üzere kimliği saklı tutulan dosta, dostlara ve şer odaklarına bağlanıyor. Kimliğini deşifre etmemekte ısrarcı oldukları bu yabancı dostun veya dostların varlığı siyasi hayatımızda oldukça belirleyici hâle geldi. Bu komplo teorilerini üretenlere hak vermemek elde değil. Bir süre önce mecazi anlamda kullanılan “kuru ekmeğe muhtaç olmak” sözünün gerçeğe dönüştüğü, bundan da bizzat siyasi iktidarın sorumlu olduğu ülkemizde, bu sorumluluğu üstlenmek yerine dikkat dağıtmak ve her türlü başarısızlığı ve basiretsizliği kimliği belirsiz kişilerce organize edilen haince bir dış operasyona bağlamak dışında bir çareleri kalmadığı anlaşılıyor. Malum komplo teorileri, salt siyasetteki kayıkçı kavgalarında iş gömüyor. Bir sürü insanın haksız gerekçelerle cezaevlerinde çürümesine sebep olması yönüyle de ciddi bir tehdit ve cezalandırma aracı olarak kullanılıyor.
Biz, “Diyarbakır Buluşması”na dönelim. Ziyaret programını incelediğimizde hiç de hainlik ve gizli hesap olmadığını, bölücülükle özdeşleştirilecek bir tutum, söylem ve imaj çıkmadığını görüyoruz. Uluorta faili meçhul bir cinayete kurban giden baro başkanının eşinin ziyaret edilmesini, keyfi kararlar ile görevden alınan ve yerlerine kayyum atanan seçilmişlerin aileleri ile buluşulmasını, “Çocuklar ölmesin!” dediği için cezaevine giren bir öğretmen ile kahvaltı edilmesini hainlik ve bölücülük ile ilişkilendirmek sağlıklı bir akıl ile mümkün olamaz. Bilakis; bu davranışlar ülkesindeki cinayetlere, haksız ve hukuksuz yargı kararlarına ve kutuplaştırıcı siyasete karşı duran bir devlet adamından beklenmesi gereken davranışlardır.
Toplumun kahir ekseriyetindeki hassasiyetler, şehit cenazeleri ve popülist siyasetin senelerce ekmeğini yediği makûs hadiseler göz önünde bulundurulduğunda en kritik hamle, Edirne Cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş’ın babası ile yapılan görüşmedir. Bu tutum, toplumsal hassasiyetlere ve bunu kışkırtan siyasi popülizme rağmen hukukun üstünlüğü, uluslararası aidiyetler ve zorunluluklar çerçevesinde ele alındığında hainlikle falan değil, siyasi duyarlılıkla ve cesaretle izah edilebilir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun da göstermiş olduğu cesaretten ötürü tebrik edilmesi gerekir.
İttifak içi dengeler ve özellikle de lideri 90’lı yılların –hele ki Kürt toplumu için- karanlık günlerinde İçişleri Bakanlığı yapmış olan İYİ Parti açısından bakıldığında oldukça hassas bir süreç yürütülmektedir. Seçim anketlerine yansıyan “iktidar olma ihtimali”nin cazibesi, etnik milliyetçi duygularını dizginlemelerine sebep olmaktadır. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun tek zorluğu ittifak ortakları da değil. Yakın tarihe bakıldığında CHP lideri, partisinin ağır siyasi sorumluluklarını da sırtına yükleyerek adeta sırat köprüsünden geçiyor. CHP’nin siyasi çizgisi açısından da paradigma değiştirmek gibi bir mesuliyeti üstleniyor. Bir diğer deyişle; Meclis çatısı altında, seçilmiş vekillerin yerlerde sürüklenmesine sebep olan kurumsal anlayış, kendi tarihi hataları ile yüzleşiyor.
Her türlü provokasyon riskini göze alarak barışı öncelemesi, tüm politik çözümsüzlüklerden ve tutarsızlıklardan yılmış olan duyarlı toplum kesimi için umut ışığı yakması açısından, çok güzel hareketlerdir bunlar. Elbette toplumsal gelişmişlik düzeyini cep telefonu modeli ile ölçen ve kendine yaslanarak yükselen siyasi iktidara ve onun reisine koşulsuz itaat eden toplum vasatı için değil…