Pelin Batu
Caz Çağının Kraliçesi: Zelda Fitzgerald
Bana Amerikan edebiyatının en parlak romancısını sorsanız, ne Hemingway derim, ne Auster. Poe’ya bayılırım, Henry James’i severim ama bana göre kelime seçimi ve tasvir yeteneği, anlatım gücü ve büyülü bir dünya yaratma kabiliyeti açısından F. Scott Fitzgerald açık ara en iyisidir.
Onu hepimiz caz çağını en iyi resmeden yazar olarak biliriz. Great Gatsby’si belki de asrın en güçlü romanlarının başında gelir. Fitzgerald sadece yazılarıyla değil özel hayatıyla ilgili de nam salmıştır. 1920’lerin Paris’inin altını üstüne getirmiş partilerinde çılgın, alkolik, Hemingway kadar kavgacı olmasa da az olmayan bir figür olarak tarihe kalmıştır.
İşte bu fırtınalı hikâyelerde yanında hep bir kadın vardır: Zelda.
Ve bugün anlaşılmıştır ki işbu bednamlı Zelda, yüz yıldır kötülendikten sonra aslında çok büyük haksızlığa uğramış, o da yetmemiş, edebi hakkı düpedüz yenmiş, sanatsal yetenekleri görmezden gelinmiş ve toplumsal normlara karşı durma cesareti yüzünden yaftalanmıştır. Onun salt ‘’birinin eşi” olarak bilinen hayatı çok daha fazlasını hak ediyor.
HİSTERİK BİR KADIN MI?
Woody Allen onu Midnight in Paris filminde sarhoş kıskanç bir deli olarak okuduğunda yalnız değildi. O yüz küsur yıldır stereotipik bir Hera gibi yansıtılıyor, zavallı, eğlenceli F. Scott’un peşini bırakmayan histerik kadın olarak tanınıyor.
Oysaki bu karı-kocanın anatomisini ortaya çıkarttığımızda ve Zelda’nın biyografisini okuduğumuzda, onun hastalığının çok geç tanındığını anlıyor ve doğru tedaviyi görmediği için üzülüyorsunuz.
24 Temmuz 1900’de güneyin aristokrat, hatta iç savaştan önce kölelere sahip klasik bir “Deep South” beyazı yani Kuzey Amerika’daki konfederasyon sevdalısı ailelerinden birinin sonuncu çocuğu olarak Montgomery Alabama’da doğuyor Zelda Sayre…
Daha çocukluğunda ne olacağı belliymiş.
Küçük yaşlarından itibaren dansa ve sanata ilgi duyan bu şanslı altıncı çocuk, bale dersleri almış, resme merak salmıştı. Lisesinde “en güzel” seçilmiş bu kız ten rengi mayo giyip oğlanlarla flört ettiği için, sigara ve cini pek severek içtiği için çokça kaşları çattırmış ama yargıç babasının dokunulmazlığı sayesinde çok da “mahvolmadan” okuldan mezun olmuştu.
İLK DANS
1918 yılında bir dansta F. Scott ile tanışır tanışmaz şimşekler çakmış, Zelda ilk başta gelecekte evleneceği adamın ne kadar yetenekli olduğunu göremese de onun inceliğine vurulmuştu. F. Scott da kendisini darmaduman eden bir ayrılıktan taze çıkmış olduğu için rebound mantığı ile Montgomery’deki pek çok kıza “yazıyor” (burada her iki anlamda), aynı zamanda Chicago’daki eski sevgilisini geri kazanmaya çalışıyordu.
F. Scott, Zelda’nın özgür bir ruh olmasından etkilenmişti ama işte bazen ilk başta aşık olduğumuz şeyler sonraları en tahammül edemediğimiz özelliklere dönüşebilir ya...
Onlarda da bir süre sonra böyle oldu.
ESKİ SEVGİLİ OLMAYINCA…
F. Scott eski sevgilisi Ginevra King’le yazışmaya devam etti, kadın ancak evleneceğini açıkladıktan üç gün sonra F. Scott Zelda’ya ilan-ı aşk etti.
Aşkları böyle başlamış olabilir ama çok geçmeden iş, “Zelda benim tanrım” demeye kadar vardı.
F. Scott’un ilk romanı This Side of Paradise’ı tanışmalarından bir sene sonra bitirip Zelda’ya evlilik teklifinde bulundu.
Zelda, “Romanın yayımlanır yayımlanmaz” diye cevap verdi.
Veee roman 26 Mart 1920’de yayımlanır yayımlanmaz Zelda, New York’a F. Scott’un yanına taşındı ve birkaç gün sonra 3 Nisan 1920’de evlendiler.
UNUTULAMAYAN EX…
Tek sorun, F. Scott ilk aşkını hiç unutamıyor (terk edilmenin acısı!), Zelda’yı hep onunla kıyaslıyor, Ginevra’nın adı zikredildiği anda gözleri doluyordu...
Zelda ise evde onlarca köle olmasa da köle gibi çalışan insanlarla dolu bir evde yaşamış şımarık bir genç kadın olarak lanse ediliyor, hayatta ev işi yapmamış bir kadın olarak yeni yetme bir yazarla sürdüğü mütevazı hayata alışmaya çalışıyordu.
ZELDA’NIN GÜNLÜKLERİ
1921’e geldiğimizde F. Scott ikinci romanı “Beautiful and the Damned’i” yazarken Zelda’nın günlüklerinden ve mektuplarından yararlanıyor, yazdıklarını ona okutup editörlüğünü yaptırıyordu.
Zelda bu arada hamile kalmış, çocuğunu memleketi Alabama’da doğurmayı istemiş ama kocası ne hikmetse daha öncelerini güneyi sevse de oraya büyük bir antipati beslemeye başlamıştı. Zelda güneyin şeftalilerini ve kurabiyelerini özleyedursun kendisi de gazeteci/yazar olacak olan tek çocukları Francis Scottie Fitzgerald o yıl dünyaya geldi.
Zelda bu arada kocasının romanında yardım etmeye devam ediyor, onun kitabıyla ilgili esprili ve akilane bir eleştiri yazdıktan sonra iş teklifi yağıyor, 20’lerin vahşi flapper’larının caz çağı kraliçesi olarak ünleniyordu.
KAYIP NESİL YAZARLARI
1924’te Zelda, F. Scott ve çocukları Scottie Fransa’ya taşınıp meşhur “kayıp nesil” yazarları kategorisine dahil olmuş oldular.
F. Scott en önemli romanı Great Gatsby’yi yazarken Zelda’nın Fransız bir pilotla ilişkisi olduğu iddia edildi. Günümüze kadar bu ilişkiye dair her kafadan bir ses çıktığı için Zelda’nın biyografisini yazan Nancy Milford’da dahil herkes bu evlilik dışı ilişkiyi farklı yorumluyor. Kimi F. Scott’un ilişkiyi öğrendiğinde Edouard Jozan isimli bu bahtsızı (nereden bulaştım bu ikisine diye düşündüğü kesin) düelloya davet etmiş ve Zelda’yı eve kilitlediğini yazmış, Jozan’a göre Zelda ile aralarında hiçbir şey olmamış, Zelda’nın daha sonra Hemingway ve eşine anlattığı üzere Zelda da aşırı dozda ilaç kullanmaktan ölümden dönmüş, Jozan da intihar etmişti. En azından bu sonuncusunun uydurma olduğunu biliyoruz çünkü Jozan işi icabı Hindiçin’e tayin edilmişti.
Dünya, Zelda ve F. Scott’u partilerde ne denli dağıttıklarından, alkolü sınırsız kullandıklarından dem vururken Zelda yazmaya ve resim çizmeye devam ediyordu. Ama tabii bu partiler ve personaları yazılmayacak gibi de değildi...
MAÇO KILIĞINDA GİZLİ EŞCİNSEL
Mesela Hemingway... O ve Zelda’nın birbirlerini ilk andan itibaren hiç sevmediklerini biliyoruz. Zelda, Hemingway’i maço kılığında gizli bir eşcinsel olarak kodlamış, Hemingway da onu kocasını mahveden bir zırdeli olarak ilan etmişti.
Bu ilanı sadece arkadaşları arasında paylaşmamış, öldükten sonra yayımlanmış olan 1920 anılarında Zelda’yı bayağı bir kötülemişti.
Zelda ise kocasının Hemingway ile eşcinsel bir ilişkide olduğundan şüphelenip herkesin içinde kocasını aşağılamaya başlamıştı.
Feci kavgalarına baktığımızda Zelda’nın paranoyalarının ilk evresinin olduğunu görüyoruz ama 1925’te bunu kimse bilmeden Zelda yer yer çok renkli, yer yer tahammül edilemez bir kadın olarak mimlenmesini sağlıyordu.
F. Scott belki de eşcinsel olmadığını kanıtlamak için karısını aldatmaya başladığında Zelda daha da paranoyaklaşmış, F. Scott bir partide zamanın en ünlü dansçısı Isadora Duncan ile flörtöz bir şekilde takılırken Zelda kocasının ilgisini çekebilmek için kendisini mermer merdivenlerden aşağıya atmış, F. Scott kafasını bile çevirmemişti.
BİR ŞEYLER KIRILMIŞTI ARTIK
Unutmayalım ki Zelda ne kadar sarhoş ise F. Scott’ın da bir o kadar sarhoş olma ihtimali fazlasıyla yüksekti. Aile belki de bu çılgın dünyadan kaçıp evliliklerini toparlamak için iki yıl sonra tekrar Amerika’ya gitti ama bir şeyler kırılmıştı... Kırıklarını her seferinde yapıştırmaya çalışsalar da bu yapıştırma Japonların kintsugi’si gibi olmadığı için tebdil-i mekan işe yaramadı.
1927’de F. Scott ile beraber senaryo yazmaktan para kazanırlar diye Los Angeles’e taşındılar.
Kötü seçim.
Çatırdayan evlilikleri Zelda’nın kocasıyla ilişkiye girdiğini düşündüğü genç ve güzel kadınlardan dolayı daha beter oldu.
Lois Moran’ı kıskanıp küvete girerek kıyafetlerini ateşe verdi. 1929’da Paris’te F. Scott direksiyon başında, Zelda yanında, 9 yaşındaki kızları arkada otururken direksiyona sarılıp arabalarını uçuruma sürmeye çalıştıktan sonra psikolojik destek almanın vaktinin çoktan geldiğini anlamışlardı.
AKIL HASTANESİ GÜNLERİ
1932’den itibaren Zelda hayatının büyük bir kısmını akıl hastanelerine girip çıkarak geçirdi.
Zamanında şizofren olduğu varsayılsa de Zelda’nın günümüzde kuvvetle muhtemel ki bipolar olduğu düşünülüyor.
F. Scott onun hastane masraflarını karşılayabilmek için romandan çok senaryo ve kısa hikâye yazmak durumundaydı.
Zelda da bu arada üretmeye devam ediyordu. Zelda’nın otobiyografik ögeler taşıyan romanı Save Me The Waltz aynı yıl yayımlandı.
F. Scott ilk başta Zelda’nın romanı ilk onunla paylaşmamasına sinirlenmiş, ardından kendi romanına benzediği için akıl hastanesindeki karısını haşlamış, sonra belki az da olsa para getirir diye kitabın çıkmasını sağlamıştı. Topu topu 3000 kopya yayımlandı. O kadar korkunç eleştiriler çıktı ki Zelda’nın akli durumu daha da sarsıldı.
Bir seferinde kendini hareket eden arabadan atlayarak intihar etmeye çalıştı, başka bir sefer, kaybettiği bir tenis maçından sonra partnerinin kafasına tenis raketini geçirdi.
Bu arada yazmaya ve resim yapmaya devam etti hatta F. Scott 1934 yılında onun için New York’ta bir sergi organize etti.
İLK AŞKA DÖNÜŞ
F. Scott 1937 yılında Zelda’yı Kuzey Carolina’daki bir akıl hastanesine yerleştirdikten sonra Los Angeles’a taşınıp unutamadığı ilk aşkı Ginevra ile kısa bir süreliğine de olsa barıştı.
Fakat unutmayalım ki F. Scott da bir alkolikti ve depresyonla cebelleşiyordu.
Birkaç yıl içinde Zelda’nın dengesi geri gelir gibi oldu hatta ara ara aile evine dönmesine izin bile verildi.
Daha kırk bile değildi.
1940 yılında F. Scott 44 yaşındayken vefat etti.
Bundan sonra Zelda kocasının yayımlanmamış iki romanını bastırtmak için seferber oldu, kendi romanları üzerine çalıştı, sanatoryumlara girip çıktı. Ama 10 yıldan daha uzun bir süre boyunca elektroşok tedavisi ve insülin yüklemesi yüzünden tanınmaz hale gelmişti.
TRAJEDİLER SERİSİ
Bu trajediler serisi tıpkı hayatı gibi alevli bir şekilde sonlandı. 1947 yılında Kuzey Karolina’daki akıl hastanesinde çıkan bir yangın sonucunda dokuz hastayla beraber yanarak öldü.
Yangın merdivenleri ahşap olduğu için hastalar üst kattan kaçamamışlardı.
F. Scott yaşadığı süre zarfında hiçbir zaman büyük bir romancı olarak sayılmamıştı. Keza Zelda da onun kaçık karısı olarak yerin dibine sokulmuştu.
YILLAR SONRA
Önce F. Scott sonra Nancy Milford’un pek çok ödül alan Zelda biyografisi 1970’te yayımlandıktan sonra iyi tanındılar.
Dünya Zelda’ya ve eserlerine farklı bir gözle bakmaya başladı.
Romanları, oyunları, kısa hikâyeleri topluca yayımlanmaya başlandı. Kızları Scottie bu ilgiden sonra “kötü baba, zavallı ezilen anne” denklemini defalarca yalanlayıp babasının annesine her daim destek olduğunun altını çizdi ama bildiğimiz üzere her zaman olduğu gibi takımlar seçilince, biri övülüyorsa diğeri deşilir...
İşte böyledir Zelda’nın hazin hikâyesi.