Boray Acar
Bu veballe nasıl yaşayacaksınız?
AKP iktidarının yirmi yıllık hikâyesinde filmi başa sardığımızda, ülke ekonomisini batırmak suretiyle iktidar olma vasfını kaybetmiş bir koalisyon hükümeti ile ve ekonomik çöküşün önemli nedenlerinden birisi olan “deprem gerçeği” ile karşılaşıyoruz. Velhasıl; AKP’nin önlenemez yükselişinin temelinde, 1999 depreminin derinleştirdiği siyasi kriz ortamının önemli bir etken olduğunu söyleyebiliriz. Yakalanan bu fırsat, “Milli Görüş Tipi Belediyecilik” modelinin görece başarısı ve yenilikçi söylemlere aç toplum ekseriyetinin desteği ile oldukça iyi değerlendirildi. Peki, mevcudiyetini bir yerde depreme borçlu olan dönem iktidarının, “deprem riski” konusunda üstüne düşeni layıkıyla yaptığını söyleyebilir miyiz? Şöyle bir bakalım…
Mevzuatta, başlangıcı AKP iktidarı öncesine dayanan, belli düzenlemeler yapıldı. Yönetmelikler, yaşanmasına kesin gözüyle bakılan “Büyük İstanbul Depremi” göz önünde bulundurularak yenilendi. “Kentsel Dönüşüm Yasası” çıkarıldı. Yapılan kanuni düzenlemeler; her ne kadar iyi niyetli yerel yönetimlerin isabetli girişimleri ile olumlu neticeler verdiyse de, daha çok ekonomik kalkınmayı betonlaşmaya endeksleyen siyasi iktidarın kişisel zenginleşmeyi hedefleyen politikalarının aracı hâline getirildi.
Özellikle Cumhurbaşkanımızın sevda şiirlerine konu olan İstanbul şehrinde, içinde derme çatma yapılar olan Hazine arazilerinin “kentsel dönüşüm” kapsamında değerlendirildiğine, vergisel muafiyetlere dayanak olacak uyduruk raporlar düzenlendiğine, hiçbir bilimsel veriye dayanmayan “ÇED raporları” hazırlandığına bizzat şahit olduk.
Bununla da kalmadılar; hâkim oldukları yerel yönetimleri dahi aşamamalarına sebep olan usulsüz uygulamaları hayata geçirmek için de, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”nı plan yapma ve ruhsat verme yetkileri ile donattılar. Kentin en mutena yerlerinde, ayrıcalıklı imar uygulamaları ile hayata geçirilen rant odaklı yapıların varlığı, İstanbul aşıklarının(!) kentin siluetine attıkları imzadır.
Deprem riskine karşı yeniden inşa edilen yapılar için de “dönüştürüldü” demek pek mümkün değil, ancak “aynı arsada yenilendi” diyebiliriz. Bu da yerel yönetimlerin ve merkezi yönetimin kentsel planlamadaki başarısızlığı veya ucube kentler yaratmaktaki hüneri olarak görülebilir.
Prof. Dr. Naci Görür’e göre; “İstanbul’da beklenen depremin zaman periyodu tükeniyor. İstanbul bir sismik boşluktur, muhakkak 7.0 üzerinde bir depremle sınanacak ve Kuzey Anadolu Fayı enerjisini boşaltacaktır. Marmara Denizi’nde, 99’dan itibaren 30 yıl içerisinde deprem olma olasılığı yüzde 62.”
Konunun uzmanı olan tüm bilim insanları aşağı yukarı aynı şeyleri ifade ediyor.
Buna karşılık hâli hazır durumumuza bakalım.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çıkardığı risk haritasına göre; İstanbul genelinde 7,5 büyüklüğünde bir deprem olması hâlinde 91 bin binanın ağır veya çok ağır, 167 bin 116 binanın ise orta düzeyde hasar göreceği anlaşılıyor. Bu tablo; olası bir depremin kaç insanın hayatına, kaç insanın da evsiz kalmasına neden olacağını açıkça ortaya koyuyor.
Bunun yanında İBB’nin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na sunduğu işbirliği önerileri ve kolektif eylem planları da ciddiye alınmıyor ve travması bir türlü atlatılamayan İstanbul seçimlerinin sorumlularına, “tercihlerinin bedelini ödetmeye” yönelik bir politika güdülüyor.
Ayrıca merkezi yönetimin; 1999 depremi sonrasında depreme karşı alınacak önlemlerin bilimsel altyapısını hazırlamak amacıyla kurulan “Ulusal Deprem Konseyi”ni lağvettiğini de belirtmeden geçmeyelim.
Malum; yönetenlerin sınırsız özgürlüğüne dayanan yeni düzen, ayak bağı istemiyor.
İstanbul’un AKP’li yerel belediye başkanlarının meclis üstünlüğünü arkalarına alarak gösterdikleri “çalıştırmayacağız” direncinin; politikadaki sıradan bir kayıkçı kavgası olmadığını, insan hayatına mal olacak ağır bedelleri olacağını ve salt CHP’li İBB yönetimini değil, doğrudan İstanbul’da yaşayanları cezalandırmaya yönelik bir tutum olduğunu anlamak gerekiyor.
Hem de hayatlarına mal olacak düzeyde ağır bir cezadan söz ediyoruz.
Önemli makamları işgal eden bu insanlar; kaybedilen yerel seçimin ardından, bir seçim ritüeli hâline gelen balkon konuşmasında seçimin galipleri için “topal ördek” benzetmesini yapan ve her şeyi yapmaya muktedir olan güçlü iradenin zayıf birer temsilcisi durumunda.
Gelecek nesillerin kendilerine rahmet okuyacağını bilmeleri gerekiyor.
Her durumdan da ülkeyi yönetenleri sorumlu tutmayalım diyemeyiz.
Kendileri; kentteki kupon arazilerin akıbeti hakkında bilgi vermedikleri için bürokratları azarlayabilecek kadar, mikro düzeyde konunun içinde ve takipçisi durumundalar.
Usanmadan yazacağım kıymetli okur…
İBB yönetiminin de popülizmden uzak durması, kentsel sorunlara odaklanması, bir şeyleri değiştirmeye gücü yetmese de kamuoyu oluşturmak için özel bir gayret sarf etmesi, sesini yükseltmesi gerekiyor. Bu da; konusunda uzman, liyakat sahibi ve toplumla bağ kurabilecek yetenekte yöneticilerle, kısaca doğru bir kadro ile başarılabilir. Makamları; altılı ittifakın ortaklarını mutlu edecek bir anlayış ile bölüştürmekle değil.
Bu gidişle ilk seçimde hezimete uğramak bir yana, yaşanması muhtemel trajedi de üzerlerine kalacak.