Boray Acar
Bir Rant Aracı Olarak Kutsal Vatan toprağı…
Cumhuriyet’i kuran kadronun muhayyel şehircilik politikaları, bizzat Meclis çatısı altındaki İttihat ve Terakki artığı mebusların işbirlikçi tutumları ve spekülasyonları neticesinde akim kalmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün batılılaşma yönündeki birçok inkılabın hayata geçirilmesini sağlayan çelik iradesinin ve kararlılığının, kişisel zenginleşmeyi hedefleyen bu spekülasyonlar karşısında çaresiz kaldığını söyleyebiliriz.
Ankara’nın şehircilik planını yapmak üzere görevlendirilen Jansen’in “Gazi Paşa’nın bir şehir planını uygulayabilecek kadar kuvvetli bir iradesi var mıdır?” sorusu o günün dinamikleri açısından anlamsız, hatta küstahça görünse de, (bilinçli veya bilinçsiz) yakın tarihe dair isabetli bir öngörüdür. “Şehit kanı ile sulanmış kutsal vatan toprağı”nın kısa bir sürede kişisel zenginleşme aracı olarak görüldüğü anlaşılmış ve devrimci iradenin sertliği Jansen’i yanıltmaya yetmemiştir. – Süreç ile ilgili kapsamlı bilgi sahibi olmak isteyenler için; TBMM binasının içinde olduğu bölgeyi kapsayan kamulaştırma çalışmalarının, komisyoncu mebuslar tarafından istismar edilerek, yeni kurulmuş olan T.C. Devleti’nin nasıl zarara uğratıldığını Falih Rıfkı Atay’ın anılarından okumalarını tavsiye ediyorum. – Dolayısıyla bu coğrafyada politikayı meslek edinenlerin, “vatan toprağı”(!) ile oldukça eskilere dayanan bir bağı olduğunu da söyleyebiliriz.
Vatan toprağı ve bayrak; siyasilerin bitmeyen hamasi nutuklarının vazgeçilmez hammaddeleri olarak neredeyse en kullanışlı olgulardır. Her ne kadar evrenin ulaştığı çağdaşlık düzeyi başka şeyler düşünmeyi, konuşmayı veya yapmayı gerektirse de, sonuçta aynı şeyler üstünde inatla tepinilmeye devam ediliyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu sene “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı Üsküdar Çamlıca Tepesi’nde, ilk defa göndere çekilen bin metrekarelik bayrağın gölgesinde idrak etti. Elbette bu anlamlı vakıa üstüne sessiz kalmak olmazdı, bir de konuşma yaptı. 1. Savaş Dönemi’nin hamasi şairi Mithat Cemal Kuntay’ın herkesçe bilinen “On beş yılı karşılarken” şiirinden “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” dizelerini hatırlattıktan sonra konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ben bunları hep şuna benzetiyorum. Arsa var arazi var. Araziyi arsaya dönüştürmek için belli bir bedel ödemek gerekiyor. Aksi takdirde arazinin hiçbir anlamı yok.”
Velhasıl; tam anlamıyla Türkiyeli bir devlet adamı gibi başladığı hamasi nutkunu, şark-i hesaplar yapan bir ticaret erbabı, hatta bir müteahhit gibi sonlandırdı.
Bu kadar fazla konuşuyor olmasının elbette bir riski olacaktır. Her şeyden önce doğaçlama yapmaktan kaçınması bir çözüm olabilir diye düşünüyorum. Hatırlarsınız, yine hitabetin heyecanına kapıldığı önceki bir konuşmasında şehide “kelle” diyerek baltayı taşa vurmuştu. Bu rahatlığın veya kontrolsüzlüğün sebebi, her geçen gün artan toplumsal duyarsızlığın yarattığı siyasi boşluktan cesaret almaları olabilir. Ayrıca Tayyip Erdoğan ile sınırlı olmamak üzere iktidar mensuplarının benzer çıkışları politik gaf gibi değerlendiriliyor olsa da siyasi pratikleri ile birlikte ele alındığında, bilinçaltının dışavurumu olma ihtimali akla yakın olandır.
Tayyip Erdoğan’ın arsa – arazi muhasebesi tarihi gerçeklerin ışığı altında irdelendiğinde, içinden geldiği ve hali hazırda temsilcisi olduğu sağ siyasi geleneğin gerçekte vatan toprağından ne anladığını yansıtmaktadır. Cumhuriyetin kurucularının çelik iradelerinin önüne geçen, hedeflenen sanayileşme hamlesine mani olan, Jansen’i kaygılarında haklı çıkaran, ferdi zenginleşmeyi esas alan, bilgi toplumu olunamamasını bir sorun değil, hareket serbestiyeti sağlayan bir araç olarak gören ve Tek Parti dönemini de kapsayan bir mazisi olan anlayışın günümüzdeki temsili, “İnşaat Ya Resulullah” diye diye yükselen neoliberal AKP iktidarıdır.
Ticaret Bakanı’nın pandemi koşullarından faydalanarak ticaret yaptığı, maarif bakanının okul, sağlık bakanının hastane sahibi olduğu, toplumsal cerahatimiz olan suçluların siyasilerle olan samimiyetlerinin ayyuka çıktığı bir ortamda, toplum nezdinde kutsal olan vatan toprağının da rant aracı gibi tarif edilmesini yadırgamamak gerekir. Hülasa; siyasi etik çıtasının her geçen gün düşüyor olması, toplumsal hassasiyetleri hiçe sayan sözlerin, topluma rağmen kolaylıkla ifade edilebilmesi sonucunu doğurmaktadır. Halk kitleleri ise kaynayan kazandaki kurbağa misali, asırlık şovun yeni perdelerini, gitgide ısınan siyaset kazanı içerisinden, hep aynı saflıkla ve sessizce seyretmeye devam ediyorlar.